Prof. Dr. Johannes Mand
Bochum Protestan Meslek Yüksekokulu Rheinland-Westfalen-Lippe
Almanya’nın çok sayıda engelli öğrencisi (förderschüler) var, hatta sayıları uluslararası karşılaştırmada çok fazla. Aslında Almanya’da yaşayan insanlar Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayanlardan kesinlikle daha çok değildir. Öyleyse şu söylenebilir: Diğer ülkelerde engelli olarak görülmeyen çocuklar Almanya’da engelli kabul ediliyor. Ve onlarca yıldan bu yana göç kökenli birçok çocuk da bunlar arasında yer alıyor. Burada neden böyle koşullar oluştu?
Almanya’da bu kadar çocuğun engelli okullarına devam etmek zorunda olması farklı yollardan açıklanabilir. Öncelikle Alman okul sisteminin gelişim özelliklerini ele almakta yarar var. Almanya’da, erken bir dönemde, öğrenimdeki gelişmeleri endişe verici boyutta olan öğrencilerin daha fazla desteğe gereksinim duyduğu düşünülmüştür. Ve şu bir gerçek: Örneğin okuma yazma bilmeyen çocukların, özel bir yardımda bulunmadan, eğitimlerini o zamanlar yaygın olan büyük sınıflarda sürdürmelerini hoş görmek elbette iyi değildi.
Göçmenler 1960’lı ve 1970’li yıllarda Federal Almanya’ya geldiğinde, birçok göçmen aile çocuğu kısa sürede okulla sorun yaşamaya başladı. Bunun nedeni bir taraftan ikidilli çocuklar için uygun olanakların varolmamasıydı. Okul sorunlarının farklı nedenleri de vardı: Göçmen ailelerin çoğu yoksuldu. Bazı ebeveynlerin kendisi yalnızca birkaç yıl okula devam edebilmiştir. Ve yoksul aile çocuklarının desteklenmesi Alman eğitim sisteminin pek de güçlü yönlerinden biri olmadığından, göç kökenli çocukların birçoğu kısa zamanda destek görebilecekleri okullara (Hilfsschule) devam etmek zorunda kaldı. Bu nedenle, kökene bağlı olarak, rakamlar günümüzde de göç kökenli olmayan ailelerden kat kat yüksektir.
1980’li yıllara kadar Alman biliminsanları engelli çocukların öğrenimi ile engelli olmayan çocukların öğreniminin ilkece farklı olduğunu düşünmüşlerdir. Onlar bu çocukların özel yöntemlere gereksinim duyduklarına inanıyordu. Örneğin şu yöntemlere: Özel destek gereksinimi olan öğrencilerin akılda tutma becerileri düşük. Bu nedenle çok tekrarlanması gerekiyor. Bu öğrencilerin soyut nesnelerle bir sorunu var. Öyleyse ders somut olmalıydı. Şu düşünülüyordu: En iyisi bu çocuklar özel bir okula gitsin. Ve örgün eğitim veren okullarda görevli öğretmenlerin çoğu, sorunlu çocuklar başka okullara verildiği için vicdan rahatsızlığı duymayıp sevinebildiklerinden, engelli okulları hemen başarılı oldu. Giderek artan öğrenci sayısıyla yeni bir okul türü oluşmuştu.
Bugün olaylara farklı bakılıyor. Engelli çocukların engelli olmayanlardan ilkece farklı öğrendiklerine artık çok az sayıda biliminsanı inanıyor. Ciddiye alınan pedagoglardan hiçbiri, engelli öğrencileri için ders tasarılarını artık bu çocukların sözde onlara özgü eksiklerinden türetmek istememektedir. Öğretmenler günümüzde tüm çocuklar için aynı programı sunmamalı ayrıca – ne liselerde, ne tümleç okullarda ne de engelli okullarında. İyi öğretmenler daha çok her bir öğrencinin hangi düzeyde olduğunu gözden geçirmeli ve bireye uyumlandırılmış olanaklar sunmalıdır. Örneğin şu şekilde: Sınıfın büyük bir bölümü bağımsız olarak ödevlerine çalışıyor ve öğretmen birkaç çocuğa bireysel destekte bulunuyor.
Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Bildirgesi’nin de yeni gelişmeleri teşvik eden uyarımları var. Uluslararası araştırma sonuçlarının, özellikle engelli kuruluşları ve özyardım gruplarının baskısı altında, 2006’da, BM üye devletlerinin engelli insanların haklarına saygı gösterme sorumluluğunu gönüllü olarak üstlendikleri uluslararası bir uzlaşma, bir çeşit özyükümlülük ortaya çıktı. BM Engelli Hakları Bildirgesi bir yönüyle okullarla da ilgilidir ve engelli çocukların örgün eğitim veren okullara geçişlerine izin verilmesini istemektedir. Birçok devlet bu bildirgeyi imzaladı. Almanya da bu ülkeler arasında yer alıyor. Öyleyse artık engelli okullarının (Sonderschule) alternatiflerini aramaya başlamak gerekiyor.
Bu şimdilerde bir telaşa neden oluyor. İlgililerin tümü konuya içtenlikle katılmıyor. Bazı Federal Eyaletler engelli çocukları birkaç yıl örgün eğitim veren okullara devam ettikten sonra engelli okullarına (Förderschule) göndermek istiyor. Çünkü bu önlemler de engelli okulları oranını düşürüyor. Başka eyaletlerde förderschulelerin adını değiştirerek, bunlara yeni bir saygınlık kazandırılmaya çalışılıyor. Öte yandan engelli çocukların çoğu okullarda hala bir çeşit özel statüye sahip olmaya devam ediyor: Onların özel pedagojik desteğe gereksinimi olduğu söyleniyor. Böylelikle bu çocuklarla ilgilenen – haftada bir veya iki saat olsa da – förderschule öğretmeni var. Bu öğrenciler – engelliliklerinin türüne göre – belki de farklı notlandırılıyor. Ve onlar diğer öğrencilerle aynı okula devam ediyor olmalarına rağmen, belli koşullarda özel bir mezuniyet ediniyor. Böylece engelli olarak belirlenen çocuklar örneğin önce ilkokula gidebilir ve ardından biraz destek alarak tümleç okullara devam edebilir. Ama okulun sonunda işe yarar bir okul mezuniyetine, yani lise, realschule ve hatta hauptschule mezuniyetine dahi sahip olmayacak, yalnızca engelli okulundan (Förderschule) çıkış belgesi alabilecek.
Okulda sorun yaşayan çocukların ebeveynlerine ne önerilebilir? İlkece içselleyici okulların (inklusive Schule) iyi bir şey olduğu söylenebilir. Çocuklar diğer çocuklardan birçok şey öğreniyor. Çok sayıda bilimsel araştırma onlarca yıldır çocukların sergilediği başarımların genelde uygun olduğunu gösteriyor. Aslında engelli çocuklar mutlak olarak içselleyici okulların en sevilen öğrencileri değillerdir. Ama engelli öğrenciler diğer çocukların kendileri hakkında ne düşündüklerini en geç dördüncü sınıfta öğreniyor.
Bir okulu seçme ya da reddetme kararı elbette daima bireysel bir karardır. Ebeveynler hangi sistemin daha iyi olduğunu saptamak zorunda değildir. Aksine çocukları için en uygun okulu bulmalılar. Ancak somut gerçekliğiyle Alman okulları kötü bütünleşme okulları da (Integrationsschule) öngördüğünden ve bazı engelli okulları iyi iş çıkardığından, yaşanan okul sorunlarında ilk olarak okulları yerinde gözlemlemekte yarar var. Ebeveynlerin ilk ziyaretinde okulların iyi bir izlenim bırakmak istediğini lütfen hesaba katın. Ebeveynlere en sorunlu sınıf değil, örnek sınıf gösteriliyor. Ve belki de bu örnek sınıfın öğretmeni ebeveynlerin geleceğini önceden biliyor ve her gün yapılmayan birşeyler hazırlıyordur.
Bununla birlikte ebeveynler kendi çocuğunun hangi sorunları olduğunu saptamak zorunda. Eğer okuma ve yazma çok zorluyorsa ve zekası normalse, bu durumda örneğin okuma/yazım zayıflığından ya da legasteniden söz edilir. Bu çocuklar engelli kabul edilmez, belirli koşullarda ayakta tedavi görürler, örneğin okuldan sonra öğle saatlerinde legasteni muayenehanelerine giderler. Okuma/yazımı zayıf çocuklar en azından teorik olarak her mezuniyeti edinebilir. Ama zekanın ortalamanın çok altında olması durumunda, “öğrenim engelli” tanısı konulabilir – bunun da yaşam süreci üzerindeki etkisi ağırdır. Hangi sorunların olduğunu saptamak aslında uzmanların görevidir. Ne yazık ki birçok eyaletteki uygulama, gerekli testlerin hala förderschule öğretmenleri tarafından yapıldığı bir düzenlemeye göre gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bu öğretmenler tarafsız değil ve test yöntemleri kararların istenen yönde verilmesini sağlayacak şekilde seçilebilir ve uygulanabilir. Engelli okulları yeni öğrenci arayışına girdiğinde bu bir soruna dönüşüyor.
Her kim nesnellik istiyorsa, onun bağımsız mercilere gitmekten ve testleri orada yaptırmaktan başka çaresi yok. Ücretsiz ve (genellikle) bağımsız tanılamalara örneğin yerel ya da kiliseye bağlı eğitim danışmanlık bürolarında erişmek olanaklı. Bu tarz hizmetleri ücret talep etmeden sunan yüksekokullar da var. Buradaki sorun ise: Bazı profesörler yıllardır förderschuleleri yerinde destekliyor. Demek ki hangi yüksekokula ve hangi profesöre başvurulabileceği iyice düşünülmeli. Ruhr Bölgesi’nde güvenilir ve ücretsiz tavsiyeleri bu metnin yazarından ayrıca alabilirsiniz.
Eğer tüm bulgular bir engellilik durumuna işaret ediyorsa, o zaman çocuğun bir förderschuleye devam edip etmemesinin ya da bulunduğu okulda destek alıp almamasının ne derece iyi olacağı sorusunu yöneltmek gerekir. Burada alan dilinin kullandığı kavramlar şunlardır: Bütünleşme (Integration), içselleme (Inklusion) ya da engelli ve engelli olmayan çocukların birlikte ders görmesidir (Gemeinsamer Unterricht). Aslında Almanya’nın birçok Federal Eyaleti’nde ebeveynler çocuklarının hangi okula devam edeceğine (henüz) kendileri karar verememektedir. Ama çocuklarının bir förderschulede eğitim görmesini istemediklerini açık ve net bir şekilde dile getiren ebeveynler, bunu erken zamanda bir mektupla sorumlu mercilere bildirenler (doğru adres genelde eğitim dairesidir – Schulamt) ve inandırıcı bir tehditle avukata başvurabileceklerini gösteren ebeveynler, genellikle verilecek kararları belirleyici ölçüde etkileyebilecek konumdadırlar. İnsan Hakları Bildirgesi onaylandıktan sonra gelebilecek itiraz davalarının sorumluluğunu üstlenecek pek fazla eğitim müdürü yok. Ve gerçekten hiçkimse basında olumsuz haberlere konu olmak ve hatta bir yargı sürecinin içinde yer almak istemiyor.
Öğrenci arayışında olan okullar, tanılama yapan, ama daima adil ve nesnel bilirkişi raporları hazırlamayan uzmanlar, her ikisi de engelli çocuklara en uygun olanakları sunduğunu iddia eden förderschuleler ve içselleyici okullar – sorunlu çocukları olan ebeveynlerin doğru bilgiye ulaşmalarının ve doğru kararları kabul ettirmelerinin kolay olduğu söylenemez. Özellikle yoksul, eğitimsiz ya da göç kökenli ebeveynlerin durumu zor. Almanya’da tüm bunların en azından uzun vadede düzelmesi gerçekten çok güzel olurdu. BM Engelli hakları Bildirgesi acaba kalıcı bir değişime neden olabilecek mi?