Prof. Dr. Andreas Gestrich | Alman Tarih Enstitüsü Londra
1980’lerin başında ben ve eşim Alman ve yabancı aileleri hedefleyen bir girişimde çalıştık. O zamanlar ilk çocuğumuz dünyaya gelmişti ve Türkiye’den Almanya’ya gelen genç ailelerle düzenli bir iletişim halindeydik. Günlük yaşamda aile durumumuz ile ilgili bazı konularda birbirimizden çok farklı değildik, ama daima üzerinde konuşulmasını gerektiren farklar da vardı: Bir bölümü çiftlerden ve bir bölümü bekarlardan oluşan arkadaşlarımızla aynı evde yaşıyorduk. Evliliğimizden önce, öğrencilik yıllarımızda ve ardından çocuğumuzla birlikte bu evde yaşamaya devam ettik. Başka çocuklar da dünyaya geldi, birliktelik çok büyüdü ve bölündü. Bazı çiftler evlendi, diğerleri ise evlenmedi.
Belki bu sıra dışıdır, ama çiftlerin tümü eski eşleriyle bugün de birlikte yaşamaya devam ediyor. Bir çift kısa süre önce 60 yaşında evlendi. Çoktan büyükanne ve büyükbaba olmuşlardı.
1970’li ve 1980’li yıllarda öğrencilerin bu yaşam tarzı yalnızca yabancı arkadaşlarımıza değil, ailelerimize de yabancı geliyordu. 1960’lı yıllarda tüm Batı Avrupa’da olduğu gibi Federal Almanya’da da, sosyologların özellikle iki parolayla açıkladıkları köklü bir eğişim gerçekleşti: Yaşam tarzlarının bireyselleşmesi ve aile biçimlerinin çoğulculaşması.
Yaşam Tarzının Bireyselleşmesi
Yaşam tarzlarının bireyselleşmesi savı geleneksel değer tasarımlarının birleştirici gücünü yitirdiğini ve yerine farklı birçok yaşam tasarısı ve yaşam biçiminin geçtiğini ifade eder. Bu özellikle aile konusunda, cinsel ahlak ve evliliğe hazırlık biçimlerinin dönüşümünde açıkça görülür. 1960 ve 1970’lerde Batı Avrupa’da yüzyıllar süren eski Hristiyan geleneklerden derin bir kopuş yaşandı: İster Katolik ister Protestan olsun – Hristiyan kiliseleri için evlilik 20. yüzyılın sonuna kadar cinselliğin yaşandığı tek meşru alan olmuştur. Evlilik öncesi ve evlilik dışı cinsellik bir günah sayılıyordu. Yasal tanımlaması zinaydı. Ve bir suç unsuru olarak dünyevi bir cezaya tabiydi. 18. yüzyılın sonuna doğru Almanya’da evlilik öncesi cinsel ilişki yavaş yavaş bir suç olmaktan çıkmışsa da, özellikle 20. yüzyıla dek gayri meşru çocuğu olduğu için lekelenen bir kadının kaderi zordu. İlk olarak 1960’lı yıllarda yapılan ceza yasası reformuyla evlilik öncesi birliktelik ve evlilik öncesi cinsel ilişki zina tanımlamasından çıkarıldı.
Günümüzde Almanya’da evlilik öncesi cinsel ilişki ve birliktelik ya da evlilik dışı kalıcı beraberlik bilindiği üzere salt üniversite öğrencileri arasında kural oluşturmuyor. Almanya’da evlenen çiftlerin %70’i evlenmeden önce birlikte yaşamış olan çiftlerdir. İlk cinsel deneyimlerin yapıldığı yaş da düştü. 16 yaşındaki kızların yarıdan fazlası ve 17 yaş üstü kız ve erkeklerin dörtte üçü.
Bu deneyimlerin genelde ebeveynlerin müsamaha göstermesi ve bilgisi dahilinde ve çoğunlukla kendi ev ortamlarında gerçekleştiğini bilmek, aile ilişkilerinin kavranması açısından önemli. Cinselliğe bakış özellikle birçok doğum kontrol olanağının ortaya çıkmasıyla temelden değişmiştir. Kiliseye bağlı aileler de dahi evli olmayan gençlerin cinselliği artık günah olarak görülmüyor. Bu nedenle özellikle kızlar üzerindeki denetim hafifledi. Bu durum ebeveynler ile çocukları arasındaki eski birçok çatışkı noktasını ortadan kaldırdı. Çocuklar böylece günümüzde kısmen daha uzun süre ebeveynleriyle birlikte yaşamayı tercih ediyor. Ebeveynlerin büyük çocuklarıyla günümüzdeki ilişkisi otoriter-hiyerarşik değil, daha çok işbirliğine dayalı bir ilişkidir.
Aile Biçimlerinin Çoğulculaşması
Ailesel birlikteliğin çeşitleri gerçekte çoğulculuk kavramından beklendiği oranda fazla ve gelişigüzel değildir. Girişte değinilen aynı evde birlikte yaşanması örneği, günümüzde genel olarak genç bir yetişkin olma döneminin belirli bir aşamasıyla sınırlı bir görüngüdür. Daha çok akademik çevrelerde ve öğrencilik yıllarında rastlanan bir görüngüdür. Çocuklu birçok çift er ya da geç birliktelik ortamından ayrılıp, kendi evlerinde yaşamaya başlıyor.
Almanya’da tek başına yaşayan aileler, hala yetişkinlerin küçük çocuklarıyla yaşamlarını sürdürdükleri en yaygın aile biçimidir (%71). Dünyanın diğer birçok bölgesinden farklı olarak, evli çiftlerin büyükanne ve babalarla ya da evli diğer kardeşlerle kalıcı olarak bir arada yaşaması Batı Avrupa tarihinde daima bir istisna oluşturmuştur. Tek başına yaşayan aileler bu nedenle yeni bir olgu değil. Yeni olan şey, bu ailelerin nereden bakılsa %20’sinin anne ya da babadan oluşan tek ebeveynli aileler olması. Nedeni de elbette yüksek boşanma oranları.
Çiftlerin birlikte olmalarına rağmen farklı evlerde yaşamaya devam etmesi ya da kalıcı olarak ortak bir eve taşınmaması ise oldukça yeni bir görünümdür. Tek kişilik haneler olarak adlandırılan ev yaşamını sürdüren insanların sayısı artıyor. Bu birçok insanda çocuk talebinin azalmasıyla bağlantılı ve yeni kuşağın azalan aile kuruma ve çocuk yapma isteminin bir dışavurumudur. Almanya bu bağlamda Avrupa’da başı çekiyor. Her kadın için ve her evlilikte çocuk doğum oranı oldukça geriledi. Federal Almanya günümüzde Avrupa’da doğum oranları en düşük ülkedir.
Aile biçimlerinin çoğulculaşması tek bir nedene, özellikle de salt 1960’lı yıllar sayesinde değerlerin değişmiş olmasına, “doğum kontrol hapına” ya da öğrenci hareketinin sol ideolojilerine dayandırılamaz. Bu sürecin geriletilmesi henüz 19. yüzyılda, kilise evlilikleri için nikahın önkoşul yapılmasıyla başladı. Boşanma ve yeniden evlenme böylece ilkece kolaylaştırılmış, ayrıca cinsel ahlak sorunsalı da kilisenin tekelinden çıkarılmış oldu.
19. yılın sonlarına doğru cinsiyetler arası hiyerarşide süreç içerisinde gerçekleşen değişim buna eklenmiştir: Kadınların siyasi olarak, ama ayrıca aile konularında eşitlenmesinin kabul edilmesi. Kadınların kendi varlıkları, mesleki tercihi ya da elbette cinselliği konusunda kendi kararını verebilmesi, ailelerin salt iç yapısını değiştirmekle kalmamıştır, artık ebeveynlerinden, eşlerinden ve ekonomik açıdan bağımsız bir yaşam sürdürmeleri için geniş hareket alanları da yaratmıştır. Ebeveynlerinden bağımsız olmak için artık evlenmek zorunda değiller ve evliliklerinde eşit haklara sahipler.
Sonuçlar
Değişime uğramış aile, Federal Almanya’da yaşayan insanlar için nasıl bir rol oynuyor? Önemli olan birlikte yaşamın dışsal biçimlerinin değişmiş olmasının, sosyal ve duygusal bağlılığın önem kaybetmesiyle bir tutulmamasıdır. Örneğin sosyolojik araştırmalar genellikle ebeveynlerin %70’inin en az çocuklarından bir tanesine yakın, komşu olarak ya da yakın bir bölgede yaşadıklarını göstermiştir. Aynı evde birlikte yaşanması konusunda, bu duruma sıkça rastlanan kırsal-Katolik Güney Almanya ile burada en düşük oranlara sahip kuzeyin yeni eyaletlerindeki kentler arasında açık bir uçurum var. Ama birlikte aynı ev ortamında yaşama oranla oranlarının düşük olduğu yerlerde de yetişkin çocuklarından en az birinin yakınında oturduklarını belirten ebeveynlerin sayısı oldukça yüksek. Ebeveynlerin ve çocukların aynı ev ortamını paylaşıp paylaşmadıklarına odaklanan aile istatistikleri, onların çoğu kez komşu çevrelerde oturduklarını dikkatlerden kaçırıyor.
Bu nedenle aile fertleri arasındaki iletişim sorulduğunda benzer bir sonuca varılıyor. Anketlere katılan çocuklardan ebeveynleriyle günlük iletişimde olanların oranı hiçbir bölgede %40’ın altında değil, en az %80’i ebeveynleriyle ayda bir ya da birkaç kez haberleşiyor. Her yerde, özellikle de yeni eyaletlerde kardeşlerle haberleşme çok daha düşük bir rol oynuyor.
Büyükanne ve babalar ise şaşırtıcı düzeyde önemli. Özellikle üniversite şehri olan kentlerde anketlere katılanların neredeyse %100’ü, büyükanne ve babalarıyla her gün ya da haftada en az bir kez haberleştiklerini belirtmişlerdir. Büyük olasılıkla bu ebeveyn kuşağının yaygın boşanmalarıyla karakterize olunan bir çevrede, büyükanne ve babalara büyük duygusal bağlılık kurulması olgusunu yansıtmaktadır.
Federal Almanya’da aile kuşkusuz değişti. Ancak çekirdeğini oluşturan duygusal ilişkiler ve kuşaklararası dayanışma bu nedenle kesinlikle kaybolmamıştır, aksine özellikle uzun vadeli karşılaştırmada daha da artmıştır. İtiraf etmek gerekirse başta genç insanlar aile kurmayı yaşamlarının en anlamlı anı olarak görmüyor ve birçok evlilik ayrılıkla bitiyor, çocuklar parçalar halindeki farklı ailelerin birleşiminden oluşan ev ortamlarında yaşıyor (Patchworkfamilien). Buna rağmen aile fertleri birçoğu için yaşamlarının en önemli sosyal çerçevesini ve elbette sorumluluğunu taşıdıkları ve özenle baktığı grubu oluşturuyor.