Prof. Dr. Rainer Geißler | Siegen Üniversitesi
Toplumsal anketler Alman toplumu içinde yabancı suçlular steryotipinin 1990’lı yıllardan bu yana çok yaygın olduğunu göstermektedir. “Yabancılar Almanlardan daha fazla suç işliyor” ifadesi 2006’da yalnızca küçük bir azınlık tarafından – Doğu Almanların %31 ve Batı Almanların %36’sı – reddedilmiştir; nüfusun yaklaşık yarısı – Doğu ve Batı’da %45 – bu ifadeyi onaylamıştır. 100 yıl önce Amerikalı sosyalbilimci Walter Lipmann’ın “Public Opinion” (1922) adlı eserinde sorduğu gibi, “kafamızdaki bu resimler (pictures in our heads)” ile “dış dünyanın gerçekleri (features in the world outside)” birbiriyle uyuşuyor mu?
Resmi istatistikler ve kriminal araştırmacılık, Alman göç toplumunun “kriminal gerçeklerinin” ne yazık ki çok yetersiz bir kesitini saptıyor. Öyle ki resmi kriminal istatistikler – örneğin her yıl yayımlanan ve çok sık alıntı yapılan “Polis Kriminal İstatistikleri” (PKS) – yaklaşık on yıldır Almanya’da yabancılardan daha fazla göç kökenli insanın yaşadığı bilindiği halde – özellikle Alman vatandaşlığına alınanlar ve çocukları, Doğu ve Güney Avrupa’dan gelen etnik Almanlar (Aussiedler/Spätaussiedler) –, hala salt birer yabancı istatistiği olmaya devam ediyor. 2011’de yapılan son nüfus sayımında 15 milyon göçmenin yalnızca 6,6 milyonu yabancılardan oluşuyordu. Kriminal istatistiklerde kullanılan yabancı kavramının ikinci olumsuz yönü ayrım yapma becerisinin yetersiz olmasıdır. “Yabancı” ya da “yabancı suçları” gibi genelleştirmeci bir kategoriyle birbirinden ayrılması gereken gruplar aynı kefeye koyuluyor ve karıştırılıyor. Yanlış anlaşılmaları, hatalı genelleştirmeleri ve önyargıları engellemek için aşağıdaki en az dört grubu birbirinden ayırarak incelemek önemli: Göçmen işçiler ve aileleri, iltica başvurusunda bulunanlar ve sığınmacılar, yasal olmayan yollarla sınırlararası hareket eden kişiler ve de kriminaller – PKS son grubu “turist/yolcu” olarak adlandırmaktadır. Almanya’da suç işlemek için sınırı geçiyor, ama Almanya’da ikamet etmiyorlar – dolayısıyla göçmen değiller. Bu dört grup salt birbirinden çok farklı nedenlerle Almanya’da bulunmuyor, yaşam perspektifleri, yaşam koşulları ve fırsatları (örneğin entegrasyon boyutları) temelden farklıdır. Buna göre suç boyutları da farklılık göstermektedir. “Yabancı” gibi genelleştirmeci bir kavram bu önemli farkları silmektedir.
Mevcut eksiklere rağmen “yabancıların” PKS’deki yüksek oranları 90’lı yıllarda siyasi liderler ve medya tarafından kamuoyuna taşınmış ve ardından kabul edilemez bir şekilde toplumdaki yabancı oranlarıyla karşılaştırılmıştır. Yabancıların sözde çok yüksek olan “ithal suçlarına” karşı uyarılarda bulunulması, göç üzerine yürütülen ve “Almanya bir göç ülkesi değildir” sloganının baskın olduğu bu dönemin kamuoyu tartışmalarına uygundu.
PKS’nin yabancı gömen işçilerin suç boyutlarıyla ilgili ayrımlanmış analizleri 1990’larda iki önemli olguyu gün yüzüne çıkardı:
1. Yabancı göçmen işçiler ve aileleri – Türkiye ve Eski Yugoslavya’dan gelen birçok konuk işçi buna dahil – en az Almanlar kadar yasalara uyuyor. 1993’te olaylarda şüpheli olma oranları yerleşik nüfustaki oranlarından biraz daha düşüktü. Nitekim şüpheli göçmenler Alman şüphelilere kıyasla çok daha sık polise ihbar edilmelerine rağmen bu oran düşüktü.
2. Bir grubun kriminalliği ve kriminalleştirilmesi onun sosyal durumuna – vasıflılık düzeyi ve meslek statüsüne, yaş ve cinsiyetine ve de ikamet ettikleri bölgelere göre birleşimine – sıkı sıkıya bağlıdır. Özellikle düşük niteliklere ve statüye sahip insanlar, ayrıca gençler ve genç yetişkinler, erkekler ve de büyük kentlerde yaşayanlar, yüksek nitelikli ve yüksek statüye sahip insanlara, yetişkin, kadın ya da kırsal nüfusa kıyasla daha sık şüpheli sıfatıyla poliste kayıtlıdırlar. Bu nedenle grupları doğru bir karşılaştırmaya tabi tutmak için, onların sosyal durumlarını dikkate almak gerekir. Bir dizi araştırma yabancı göçmen işçilerin ve ailelerinin, benzer sosyal konumda olan Almanlara kıyasla yasalara çok daha fazla bağlı olduğunu göstermiştir.
1997’de Kuzey Ren Vestfalya’da gençlerin kaldığı cezaevlerindeki durum bu savı doğruluyor. Hükümlülerin %37’si yabancıydı, dörtte üçü (%28) yerleşik yabancı nüfusa ait gençlerdi. Yabancılar yerleşik nüfus içerisindeki akranlarının %19’unu oluşturduklarından, cezaevindeki oranları iki kat yüksekti. Ancak sosyal durumları dikkate alındığında ise genç Almanlar genç yabancılara kıyasla çok daha sık demir parmaklıkların arkasına kapatılıyor. Yabancı hükümlülerin neredeyse tümü (%96) herhangi bir meslek eğitimini tamamlamış değildi ve %74’ü suç işlediklerinde işsizdi.
Birçok yabancı Alman akranlarıyla karşılaştırıldığında, bir meslek sahibi olma oranları dört kat az olduğundan, çok daha ağır bir yük altında kalmış olmaları gerekiyor. Böylece cezaevlerindeki oranlarının bu denli yüksek olması, göçmen işçilerin ve eski konuk işçilerin çocuklarının meslek eğitimi ve entegrasyonlarında yaşanan eksiklerin bir sonucudur.
“Yabancı işçilerin” (İsviçreliler “Fremdarbeiter” diyor) Almanya’ya kıyasla daha erken ve yüksek sayıda düşük vasıflı işlere yerleştirildikleri İsviçre’de yapılan bir araştırma, 1990’lı yıllarda cezaya çarptırılmış suçlular konusunda şöyle bir sonuca varıyor: Yabancılar benzer sosyal koşullara sahip İsviçrelilere kıyasla daha nadir cezalandırılıyor, yabancılar “son derece uyumlu” ve İsviçrelilerden daha az suç işliyor.
Benzer sosyal koşullara sahip göçmenlerin yasalara daha bağlı olmasına iş araştırmaları mantıklı bir açıklama sunuyor: Yabancı işçiler beklentilerinde daha mütevazi, uyumlu olmaya yatkın ve ağır iş ve yaşam koşullarını daha çabuk kabulleniyor. Almanlara kıyasla her ne kadar gece vardiyasında ve vardiyalı işlerde daha sık çalışıyor, ağır ve tehlikeli, pek boş zaman bırakmayan ve katılımın olmadığı işleri yapıyor ve daha sık işsiz kalıyor olsalar da, işlerinden Alman meslektaşları kadar memnunlar.
İki binli yıllarda gençlik suçlarıyla ilgili bir dizi araştırma yapıldı. Bu araştırmalar göçmen suçları konusuna daha ayrıntılı bir bakış sunuyor, çünkü onlar salt yabancılar ve Almanlar arasında değil, göç kökenli ve göç kökenli olmayan gençler arasında da ayrım yapıyor ve de kriminal istatistiklerin erişemediği, adına karanlık alan denilen kriminal tutumu aydınlatıyor.
1980’lerin karanlık alan analizleri, Alman vatandaşı olmayan gençlerin Almanlardan daha kriminal olmadığını ya da bu oranın biraz ya da yüksek olduğunu göstermektedir. Günümüzde de mala zarar vermek ve (dükkanlarda) hırsızlık gibi küçük ve orta ölçekli suçlarda, göç kökenli gençlerle yerliler arasında pek bir fark yok. Çoğu kez mükerrer şiddet kullanan ve kriminal etnik çeteler oluşturan kişiler ve ağır şiddet suçları bir istisna oluşturuyor. Kullandıkları acımasız şiddet manşetleri kaplıyor ve kamuoyunda büyük dikkat çekiyor. Bu olaylara özellikle Türkiye’den, Arap ülkelerinden, İtalya, Eski Yugoslavya ve Arnavutluk’tan gelen gençler bulaşıyor. Aralarında etnik Alman ailelerden birçok gencin de olduğu, Eski Sovyetler Birliği’nden gelen kesim daha nadir de olsa bu tür olaylara karışıyor. Nedenleri sorulduğunda ise aile içi şiddete ve şiddeti meşrulaştıran erkeklik normlarına (“namus kültürü”, “maçoluk”) işaret edilmekte. Bunlardan daha önemlisi ise dışlanma deneyimleri, ekonomik entegrasyonda yaşanan ciddi eksikler (işsizlik, yoksulluk) ve de özellikle eğitimde hala devam eden belirgin bir eşitsizliktir. Almanya’daki “Türk” kenti ve öğrencilerinin beşte biri Türkiye kökenli olan Duisburg’da yapılan bir uzun dönem araştırmasının sonuçları çok bilgilendirici. 13 ila 20 yaş arası Türk kökenli göçmenler yerli akranlarına kıyasla daha sık şiddet suçları işlemiyor ve mükerrer şiddet olaylarına (en az 5 olay) daha sık karışmıyor. Bu durumun Duisburg eğitim politikasının bir başarısı olduğunu gösteren ipuçları var: Türk kökenli gençler yerli gençler kadar lise üst sınıflara geçmeyi başarıyor – genelde tümleç okullara (Gesamtschule) geçiş yaparlarken, yerliler düz liselere (Gymnasium) devam ediyor. Benzer deneyimlere Hannover’de de rastlanıyor: 1998 ila 2006 yılları arasında 9. sınıfa devam eden Türkiye kökenli öğrencilerde mükerrer şiddet olaylarına karışanların oranı yüzde 15’ten yüzde 7’ye gerilerken, lise öğrencilerinin oranı yüzde 9’dan yüzde 15’e ve realschuleye devam eden öğrencilerin oranı yüzde 44’ten yüzde 55’e yükseldi. Görüldüğü kadarıyla genç göçmenler eğitim sistemine – ve buna bağlı olarak – iş piyasasına gerektiği gibi entegre edilebildiklerinde kriminal özellikleri yok olmaktadır. Federal Hükümet’in Göçmenlerden Sorumlu ilk Devlet Bakanı Heinz Kühn bundan otuz beş yıl önce, 1979’da yayımladığı memorandumuyla bu sorunsala işaret etmişti.