Dr. Yeşim Kasap Çetingök | Goethe Universitesi / Frankfurt am Main
Bebeklik döneminde (0-2 yaş arası), çocukların bakımını üstlenen kişiyle kurduğu ilişki, ki bu genellikle geçerli toplumsal düzende anneleri oluyor, onun zihinsel ve duygusal gelişimi için oldukça önemlidir. Bu ilk bağlanma ilişkisinin niteliği özellikle psikanaliz kuram çevresinde incelenen bir konudur. Melanie Klein ve Winnicott Freudyen psikanaliz kuramını geliştirerek bu konuyu ele almıştır. John Bowlby de bu konuda çeşitli gözlem ve araştırmalar yürütmüştür. Ebeveyn eğitim stillerinde gerçekleşen bu bağlanmanın niteliği diğer kişilerle ilişki kurma biçimini nasıl etkileyebilir?
Mahler, yeni doğan bebeğin anne ile „psikolojik erime“ halinden söz etmektedir. Bu birliğin kopması ile bireyselleşme süreci başlamakta ve anne ile kurulan bağın niteliği, çocuğun kişilik gelişimini önemli ölçüde belirlemektedir. Bu ilişkinin daha derinlemesine incelenmesi, hem çocuklarda, hem de yetişkinlerde görülen psikopatolojik tablolarla bağlantısı Bowlby’nin „Bağlanma Kuramı“nı ortaya koymasıyla mümkün olmuştur. Bu bağlanma biçimleri yetişkinlikte de etkin olup, diğerleri ile ilişki kurma örüntülerini, ilişkilerden beklentilerini belirlemekte ve yeni ilişkilerini içsel çalışma modelleri ile kendi beklentilerine uygun kurgulanmasına neden olabilmektedir. (Shaver ve Mikulincer, 2009) Uyum ve kendi sınırlarını belirleme konusunda denge bulabilen çocukların yetişkinlik dönemlerinde „sağlıklı“ ilişki kurabildiğinden söz edilmektedir. Mahler bu bağlamda bir çelişkiden; ayrılma-birleşme çelişkisinden bahsetmektedir. Bağımsız bir benlik geliştirme arzusu anne tarafından korunma arzusu ile sürekli bir çatışma halindedir ve bu sürecektir. Bir yandan bağ ihtiyacımızı gidermek, diğer yandan da kendimizce özgür davranmak yaşamamız boyunca bize eşlik edecektir. Ama bunun bilinçli olarak farkında değilizdir. Bu bağlanmanın niteliği hakkında güvenli/özerk, kayıtsız ve saplantılı bağlanma türlerinden söz edilmektedir. Güvenli bağlanma, bakım veren kişinin koruma, rahatlatma çocuğu cesaretlendirme davranışları ve çocuk bunlara ihtiyaç duyduğunda ona yanıt vermesi ile oluşmaktadır. (Shaver ve Mikulincer, 2009). Kayıtsız bağlanma biçiminde, çocuğun yakınlık ve koruma ihtiyacı hissettiğinde bakım veren kişinin, ihmalkâr ve cezalandırıcı davranmasına maruz kaldığı belirtilmektedir. Saplantılı bağlanma biçiminde ise, çocuğun bakım veren kişinin dikkatini çekebilmek için yüksek sesle ve ısrarla ağlamasının ya da olası ayrılık ve destek kaybına karşı aşırı duyarlı olmasının, bakım veren tarafından ödüllendirilmesi ile oluşmaktadır. Güvensiz ortamlarda ise çocuklar farklı stratejiler, ikincil bağlanma stratejileri geliştirebilmektedir. Bu ikincil bağlanma stratejilerinden biri aşırı etkinleştirme, diğeri ise etkisizleştirmedir (Shaver ve Mikulincer, 2009). Aşırı etkinleştirme, bakım veren kişinin tutarlı şekilde ulaşılabilir ve yanıtlayıcı olmadığı durumlarda etkin olmakta ve çocuk bu kişiye ulaşabilmek için sürekli alarm durumunda olabilmektedir. Bu durumda çocuğun ihtiyaç ve duygularının şiddetini arttırması söz konusudur; ki bu çocuğun duygu regulasyonunun daha da bozulmasına neden olabilmektedir. Etkisizleştirme ise yanıtlayıcı olmayan bakım veren kişiden kaçınarak duyulan acıyı ve engellenme hissini en aza indirmeyi hedeflemektedir. Çocuğun bakımını üstlenen kişilerin yakınlığa, ihtiyaç duymaya ve bağımlılığa karşı cezalandırıcı davranmaları, bu stratejinin kullanılmasına yol açabilmektedir. Böyle durumlarda kişi aşırı derecede kendi kendine yetmeye çalışabilir. Kişi bağ kurma ihtiyacını reddedip yakın ilişkilerden uzak durarak bağlanma ihtiyacının aktive olmasını engelleyebilir (Shaver ve Mikulincer, 2009). Ancak yaşanılan sarsıntının (travma) duygusal izleri bilinç dışına kaydedilmiştir.
Ebeveynlerin çocuğun dengeli gelişimini empati kurarak teşvik edemediği durumlarda, çocuk anne ve babasıyla ilişkisinin iyi gitmesi için sorumluluk almakta ve aşırı uyum gösterebilmektedir. Ancak bireyselleşmeleri mümkün olmamaktadır. Bebeğin kendisine dikkat çekebilmek için otonom şekilde gerçekleştirebileceği tek davranış ağlamaktır. Sadece bağırarak ebeveynlerini etkileyebilir. Onlar buna tepki vermezler ve onu bağırmaya terkederlerse, bebek davranışının etkisiz olduğu ve yaşamını davranışıyla etkileyemediği tecrübesini yaşayacaktır. Bu yetişkin devresine kadar etkisi olabilecek derin bir çaresizlik hissidir. Özellikle daha sonraki dönemlerde çocuk anne ve babasını otoriter olmaları nedeniyle etkileyemediği durumlarda bu çaresizlik duygusu etkin olacaktır. Çocuğu uyum göstermeye zorlayan, çocuğa hiç bir özgürlüğün tanınmadığı bu eğitim stilinde ebeveynler çocuklarının davranışlarını ve gelişimini onları aşağılayarak, kısıtlayarak veya cezalandırarak etkilemeye çalışırlar. Bu ilkeye göre davranan ebeveynler sonuçta eğitimde zor kullanmak zorunda kalırlar. Ebeveynleri ile böyle bir ilişki kurmak zorunda kalan çocuklar, bu ilişkiyi sürdürebilmek için doğalarındaki uyum sağlama yeteneğinin kapsamını arttırır ve bunu çok ileri bir derecede geliştirirler. Bu davranış biçimlerinin çocuklarda travma etkisi yaratabileceğinden söz edilmektedir.
Bağımsız (otonom) olma ile yakın olma (bağ kurma) arasında hassas bir dengenin olduğu düşünülürse, sekteye uğrayan kendini özgür ve otonom hissetme ihtiyacı daha sonra farklı şekillerde kendini gösterecektir. Yetişkinlik döneminde bağ kurulan kişinin dikkatini ve ilgisini çekmek için aşırı etkinleştirme yöntemi kullanılabilir. Çocuklukta bilinç dışına kaydedilen duygusal sarsıntının etkisiyle güvenli bir bağ kurabilmek umuduyla farkında olmadan sürekli deneme eğiliminde olmak mümkündür. Ancak bu kendisini zıt biçimde; ötekilerle iç içe geçme isteği ile kendini gösterebilir. Aranılan çocuklukta erişilemeyen güven verebilecek bakım veren kişidir (Ettema, Derksen ve van Leeuwen, 2010). Psikanaliz kuramında, aşırı koruyuculuk ve sevgi göstermenin de çocuklarda aynı duygusal sarsıntıya sebep olabileceği belirtilmektedir. Ayrılık ve yalnızlık hislerine karşı, kişinin kendi özelliklerini karşısındakine yansıtarak kişiler arası sınırları bulanık hale getirmesi anlamına gelen bu durumu Klein, “yansıtmalı özdeşim mekanizması” olarak isimlendirmektedir. Bu durumda ilişki yaşadıkları kişilere fazla bağımlı olup, ihtiyaçları karşılanmadığında hızlıca kaygı ve öfke hissetmek mümkündür. Bu temelde özerk bir birey olmaktan, hiç kimsenin onları sınırsızca sevip koruyamayacağı gerçeğinden kaçmak anlamına gelmektedir. Oysa yetişkinlik döneminde bir birey olarak ayrışmış olmak, aynı zamanda tek olduğuna dair bir farkındalık gerektirmektedir ve bunun yarattığı boşluk, üzüntü ve haset gibi duygular, başka bir değişle varoluşsal yalnızlık bireyselliğin bir parçası olarak karşımızdadır.
Psikanaliz yaklaşımında travma kavramı ile bu davranış biçimleri açıklanmaya çalışılmaktadır. Travma; dile getirilmesi mümkün olmadığı ve özümsenememediği için güçlü bir uyarılmanın sert etkisinden oluşan bir olay olarak görülür. (Nasio 2019). Travmatik olan, sonrasında neden olduğu etkilerden itibaren belirlenebilir, yani ancak sonradan, etkilerin varlığından itibaren çocukluk ya da erişkinlik travması saptanabilmektedir. Her travma kalıcı bir şekilde ruhsal süreçte kaybolmakta ve patojen etkilere yol açabilmektedir. Örneğin obsesif kavramıyla fiziksel ya da ahlaki bir hor görülmeye maruz kalan bir çocuğun travması tasvir edilmektedir. Bu durumda yetişkinlik döneminde sapkın bir şekilde diğer kişilerin merhamet isteğini duyana dek onu kontrol etmek ve baskı altında tutmak istenebilir; yakın ilişki kurulan diğer kişiyi, etkisiz bırakana dek ona boyun eğdirmek söz konusudur. Bilinç dışında birbirine karşıt iki rol birden oynanmaktadır: Biri kötülük yapılan mağdur çocuk, diğeri kendisini savunmak için kötülük yapmak isteyen bir çocuktur. Bu, kişiyi bozguna uğramış çocukluğundan bu yana yöneten bir travmadan doğmuş, sağlıksız bir kurgudur. Bireyin dönüşümlü olarak mağduru ve saldırganı oynadığı bu bilinç dışı düşlem, kişisel bir strateji olarak hayata geçirilebilmektedir (Nasio 2019). Otonom olma isteği ebeveynler tarafından reddedilen çocuk, uğradığı düş kırıklığını başlarda, kendini ana/baba tarafından hangi şekilde reddedilmiş hissetmişse, yine o şekilde ve aynı nüanslarla ifade edebilmektedir. Oysa diğeri ile ilişkilerin, hangi türde olursa olsun, iyi gitmesi için kişilerin hem bağ kurabilmeleri; hem de bu ilişki içinde kendilerini temsil etme becerilerine sahip olmaları gerektiği söylenebilir.
Ebeveynlerin aşırı otoriter tutumlarının ve uyum gösterme beklentilerinin psikanaliz kuramı ile açıklanan etkileri dikkate alınırsa, „sınırlar dahilinde özgürlük“ eğitim ilkesinin ebeveynler tarafından benimsenmesi yerinde olacaktır. (Schneewind / Böhmert 2016) Bu ilke ile çocukların bağımsız bir benlik geliştirme ihtiyaçlarını karşılamak ve onlarla güvenli bağ kurarak dengeli kişilik gelişimlerine katkıda bulunmak mümkündür. Bu ilkeye göre yetişen çocuklar, kendi bireysel ihtiyaçlarının ciddiye alındığı konusunda – belirli sınırlar dahilinde olsa da – önemli bir deneyime sahip olacaklar, bağımsız bir benlik geliştirebilecek ve özgüvenleri güçlenecektir.
Kaynakça
Ettema, E. J., Derksen, L. D., & van Leeuwen, E. (2010). Existential loneliness and end-of-life care: A systematic review. Theoretical Medicine and Bioethics, 31, 141-169.
Nasio, J.-D. (2019). Evet, Psikanaliz İyileştirir. Yakın Kitabevi.
Shaver, P. R., & Mikulincer, M. (2009). An overview of adult attachment theory. In J. H. Obegi, E. Berant (pp.17-45). New York: The Guilford Press
Schneewind, K.A. / Böhmert, B. (2016). Freiheit in Grenzen, 3 Bde. 3 DVDs.