Amerikan Bağımsızlık Mücadelesi (1)
Amerikan Bağımsızlık Mücadelesi (2)
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde listelenen suçların muhatabı Kral III. George’du, Britanya parlamentosu değil. Her ne kadar bağımsızlığın ana nedenlerinden olan acımasız vergi yasaları parlamento tarafından geçmiş olsa da. Krala olan bu kişisel sesleniş, üçüncü tekil şahıs zamiri “o” kullanımıyla perçinlenir. Krala yönelik bu suçlamalara bazı örneklerse: barış zamanlarında koloni topraklarında Britanya askeri birliklerini bulundurmak, halka ait özel mülkiyetlerde bu birliklere barınma sağlamak ve özellikle Boston Katliamı’na ithafen, halka şiddetle müdahale eden, hatta can ve mal güvenliğini gasp eden birlikleri adil bir yargılamadan muaf tutmaktı. Bununla birlikte, koloniler arası ticarete zarar vermek, koyları ve sahilleri kullanılmaz hale getirmek, kasabaları ateşe vermek, yabancı askeri birlikleri koloni topraklarına gönderip kolonideki vatandaşlara gözdağı vermek de bildirgede sıralanmış suçları arasındaydı. Bu birliklere bir örnek olarak, Hessen Kassel Prensliği’nden gönderilen Alman taburları verilebilir. Britanya Kralı III. George aynı zamanda Amerika kolonilerinde anarşi ve iç karışıklıkları kışkırtmakla suçlanıyordu. Bunu da içerideki isyancı ve ayaklanmaya müsait azınlıklara silah vermekle başarıyordu. Afrika’dan getirilen siyahi köleler ve çeşitli Amerikan Yerli kabileleri bu gruplara örnek olarak verilebilir. Bahsedilen son grup bağımsızlık bildirgesinde “tek harp yöntemleri, bütün yaştan, cinsiyetten ve koşuldan insanları sorgusuz sualsiz yok etmek olan merhametsiz Kızılderili vahşiler” olarak anılıyordu. Bu bire bir alıntıdan da anlaşılacağı üzere 1776 yılında kuruluşunu Britanya’nın acımasız ve baskıcı yönetimiyle meşrulaştıran Amerika, kıtanın asıl sahipleri olan yerli halka olan tavrının ironikliğini görmemekteydi, ki Afrika’dan gelen kölelerden bahsetmiyorum bile. Bildirgenin retoriği her ne kadar temsil eşitliği ve haklara dayansa da bunların sadece kurucu babalar gibi beyaz erkeklere Tanrı tarafından bahşedilmiş haklar olarak görüldüğünü unutmamak gerekir. Köleliğin kaldırılması için daha 100 yıla yakın süre, kadınların oy kullanması için de daha 150 yıla yakın süre geçmesi gerekecekti.
İlginçtir ki, bildirgedeki insan haklarını ilgilendiren tek umut ışığı, Bildirgenin son halinden çıkarılmıştır. Thomas Jefferson kendi taslağına Atlantik’teki köle ticaretiyle ilgili “insan doğasına karşı açılan acımasız savaş” demiştir. Jefferson kralın kendine bir zararı dokunmayan bu insanların özgürlüğünü elinden almasına hakkı olmadığını söylüyordu. Robert J. Allison, köle ticaretiyle ilgili kısmın, III. George’a karşı listelenen suçlamalardaki en uzun bölüm olduğunu söyler. Kral kolonidekileri köle almaya zorlamış, bununla da kalmayıp özgürlüğü elinden alınmış bu insanlara silah vererek, onları bizzat kendinin zorla köle aldırttığı Amerikalara karşı ayaklanmalarını istemiştir. Bildirge için bir araya gelen kongre bu kısmın üzerini çizmeye karar verdi. Bildirge, Britanya ve Amerikan kolonileri arasındaki bağın tamamen kopmasıyla bitti. 4 Temmuz 1776’da bildirge kabul edilmiş ve hemen 500 kopyası basılmıştır. Bu yazılı kopyaların başlığı şu şekildedir: “Amerika Birleşik Devletleri Temsilcilerinden Bir Bildirge”. Böylelikle yeni kurulan ülkenin resmi adı tarihte ilk defa kağıda basılmış oldu. Bağımsızlığın ilan edilmesinden sonra, yeni Amerikan vatandaşları, kolonilerdeki Britanya İmparatorluğu sembollerini yırtmış ve yakmışlardır. III. George’ nun New York’taki heykeli New Yorklu kadınlar tarafından parçalara ayrılmış ve yaklaşan savaşta mermi olarak kullanılmak üzere eritilmiştir.
Bu arada Britanya İmparatorluğu’nun gönderdiği 30.000 kişilik ordu Amerikan topraklarına varmak üzereydi. Bu ordu sayısal olarak Avrupa dışında gönderilmiş en büyük Avrupalı askeri güçtür. General Washington ordusunun iyi eğitimli ve iyi donanımlı İngiliz birliklerine karşı çok fazla şansı olmadığını biliyordu. General William ve kardeşi Amiral Sir Richard Howe İngiliz ordusunun başındaydılar. Amerikalılar için bir felaket sayılabilecek Long Island savaşının ardından Washington ve adamları Brooklyn’de kapana kısılmışlardı. Fakat hava koşulları Amerikalılardan yanaydı ve New York’un üzerine inen kalın bir sis perdesi, Washington’u Howe ve adamlarının erişiminden uzak tuttu. Washington ve 5000 civarında adamı kalın sis perdesi altında Manhattan’a kaçırmayı başardı. Fakat bu kaçış New York’un 7 yıl sürecek bir İngiliz işgaline girmesi anlamına gelecekti.
Savaş Britanya’nın lehinde devam etmekteydi. 16 Aralıkta yani bağımsızlığın ilanından sadece 5 ay sonra, Alman birlikleri Washington Kalesini ele geçirdiler. Vaziyet Amerikalılar için iyi gözükmüyordu. Bağımsızlığın ilanından 5 ay sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin ordusu, Britanya İmparatorluğu ordusunun gücü altında eziliyordu. Ordusunun başarılarından sonra, Howe adamlarının dinlenmeye ihtiyacı olduğunu düşündü ve kışı New York’taki karargahlarında geçirme kararı aldı. Amerikalıların umudu giderek azalıyordu. Makul Düşünce’nin yazarı Thomas Paine insanların umudunu ayakta tutmak için çabalıyordu. “İnsanın ruhunu deneyen zor zamanlardayız”. Bir İngiliz olarak, Paine Amerikalılara tarihten İngiltere’nin yenilgiyle ayrıldığı örnekler verdi. Paine kurucu liderlerden çok, normal vatandaşlarla konuşmayı yeğliyordu, ona göre makul düşünce halka aitti. Bu amaçla Paine toplam 13 tane kitapçık yayınladı, serinin adını da Amerikan Buhranı koydu.
Amerikalılar gerçekten de büyük bir buhranın içindeydiler. General Washington savaşın seyrini değiştirme imkanının her geçen gün azaldığını biliyordu. Acele hareket etmek zorundaydı ve böylece o ve 2400 askeri bir Noel gecesi Delaware Nehri’ni botlarla geçtiler ve şafak sökerken düşmana saldırdılar. Bu düşmanlar kamp kurmuş Alman birlikleriydi, Washington 1000’e yakın Hessen Prensliği askerini esir almıştı. Bu zafer New Jersey’deki halkın uyanmasında yardımcı oldu. Bazı Alman ve İngiliz askerler halka karşı oldukça vahşi ve acımasız davranıyorlardı. Kadınlara cinsel saldırılarda bulunuyor, özel mülkiyet hakkını görmezden geliyor ve halkın değerli eşyalarını çalıyorlardı. Washington ve adamları bu çalınan eşyaları sahiplerine geri verdiler. Bu zaferinden sonra Washington Alman birliklerini salıverdi. Bunların yarısından fazlası Avrupa’ya geri dönmeyip yeni kıtada kalmaya karar vermişlerdir. Benjamin Franklin ucuz ve bol Amerikan toprağının bu insanlar üzerindeki çekiciliğinin farkındaydı. Bu yüzden orduyu terk eden Alman birliklerine ücretsiz toprak önerilmesini istedi. Bu kararı da New York’ta satılan tütün paketleri üzerine Almanca olarak bastırttı.
20 Kasım 1783’de General Washington Harlem Nehri’ni geçerek Manhattan’a 7 yıldan sonra giriş yaptı. Yenilmiş Britanya ordusu hala yepyeni durumda olan kırmızı ceketlerini ve cilalı tüfekleriyle Staten Island’dan gemiye binerek yeni dünyayı terk ettiler. New Yorklu bir kadın iki ordu arasındaki keskin farkı şöyle açıkladı: Amerikalılar oldukça yorgun ve pespaye gözüküyorlardı, Britanya ordusuysa sanki askeri bir geçit törenine gelmiş gibiydi.
Amerika’nın bağımsızlık savaşı en sonunda kazanılmıştı ama Amerikalılar için asıl sınav şimdi başlıyordu. Pek çok yönden Amerika Avrupa’dan çok farklıydı. Öncelikle toprakları çok büyük ve nüfusun okuma yazma oranı Avrupa ülkelerine kıyasla bir hayli yüksekti. Bununla beraber Avrupa’da olmayan kölelik sistemi vardı. Amerika Birleşik Devletleri bütün farklı yönleriyle ve vadettiği vicdan özgürlüğüyle daha pek çok konuda dünyadan farklı olmaya devam edecekti.