Britanya parlamentosu Kuzey Amerika kolonilerindeki karışıklık ve yaklaşan isyanlardan dolayı Massachusetts kolonisini sorumlu tutmaktaydı. Eğer bu koloniyi diğer kolonilerden ayrıştırmayı başarabilirlerse, isyanların durulacağına inanmaktaydılar. Bu doğrultudaki çalışmaları, kolonileri bir kongre düzenlemeye itti. Boston generali Thomas Gage gerilimi azaltmak için kolonilerin barut aldığı barut fabrikasında ne kaldıysa hepsini Boston’a getirtme emrini verdi. Fakat barutun taşındığını gören Bostonlular, generalin şehri ve çevresini bombalatmak istediğini zannettiler. Karşılığında Boston’daki kral yanlılarının evlerini bastılar ve onları Gage’nin korumasına sığınmak zorunda bıraktılar. Gage yetkilerini bizzat Britanya kralından alsa dahi, gerçek kudretinin askerlerinin yettiği kadar olduğunu anlamıştı. Kolonidekiler sadece ve sadece kendi seçtikleri yerel yönetimleri sayıyorlardı.
Koloni vatandaşlarının düzen-li bir ordusu bulunmamaktaydı, bunun yerine yerel milis kuvvetlerle idare etmekteydiler. Fakat düzenli ordu, İngiltere’nin daha deneyimli ve daha yeni silahlarla donanmış askerleriyle savaşmak için gerekliydi. Boston ve çevresindeki milislerden koloniler için bir düzenli ordu kurmaya karar verdiler ve bu ordunun başına da George Washington’u general olarak atadılar. Washington ismini John Adams sunmuş ve bu isim başka bir vatansever olan kuzeni, Samuel Adams tarafından desteklenmiştir. Böylelikle, Amerikan ordusu 1775 yılında kurulmuş oldu. Bu kuruluş, ordunun amacını ve de koloniler bu orduyla ne başarmayı amaçladıklarını da sorguya çıkartmıştır. Bu sorular “Silahlanmanın Nedenleri ve Zorunlulukları Bildirgesi’nde yanıtlanmıştır. Bu bildirge Britanya tarafından kolonilere ekonomik ve siyasi açıdan baskı uygulatılıp, ihmal edildiğini gerekçe göstermiştir. Bununla beraber kraliyet, kolonilerin sorunlarına çözüm bulmak için hiçbir çaba göstermemiş, tam aksine yeni vergiler uygulayıp, asker göndererek sorunu zorla halletmeye çalışmıştır. Fakat en sonunda bildirge, kolonilerin hala Britanya’nın sadık kulları olduğunun altını çizmiştir.
Çiçeği burnunda Amerikan ordusunun vermesi gereken ilk sınavlardan biri Bunker Tepesi Muharebesiydi. Savaş her ne kadar kraliyet ordusunun zaferiyle sonuçlanmış olsa da verdikleri binden fazla zayiat, Amerikan ordusunun kendinden defalarca kat deneyimli bir orduya ve askeri geleneğe kafa koyabileceğini gösterdi. Kendisine olan hoşnutsuzluk gittikçe artan Britanya, farklı yöntemler denemeye başladı. Virginia valisi Lord Dunmore eyaletteki her kölenin, efendisine karşı gelmesini destekledi. Lord Dunmore’nin bu isteği tabi ki insan haklarına olan saygısından kaynaklanmıyordu. Bu açıkça gösteriyor ki insan hakları ve eşitliğinin sorgulanabilirliği siyasi ve askeri kazanç için istismar edilmekteydi.
Robert J. Allison, krallığın kontrolünün 1775 yılının sonuna yaklaşırken giderek azaldığına işaret eder. 1776 yılının başındaysa Thomas Paine Makul Düşünce adında bir broşür yayınlar. Thomas Paine, başından başarısız bir memuriyet ve evlilik geçmiş bir İngiliz’dir. Amerika’ya gelip bir gazetede yazmaya başlar. Makul Düşünce Britanya ve Amerikan kolonileri arasındaki kopmanın kaçınılmaz ve gerekli olduğunu iddia eder. Kolonideki vatandaşların Britanya’nın boyunduruğu altında kalmaktan kazanacakları hiçbir şey, kaybedecekse çok şeyleri vardır (Allison 2011: 26). Sadece Britanya’yla değil, Avrupa’daki hiçbir emperyalist gücün boyunduruğu altına girmeyeceklerdir. İspanya, Portekiz ve Fransa gibi ülkeler de krallıkla yönetiliyorlardı. Yeni doğacak vatanın farklı olması gerekiyordu, insanoğlunun haklarını en tepeye koyan bir ülke. Paine’nin makalesi 1776’da kolonilerin siyasi söyleminde büyük bir değişim başlattı.
Durum giderek kötüye gidiyordu, özellikle Britanya kralı III. George için. Kral’ın Kuzey Amerika’ya gönderecek çok fazla birliği yoktu, Karayipler ve Hindistan’daki kolonileri koruması daha da önemlisi Britanya adasını güvende tutması gerekiyordu. Bu nedenle Rusya’dan asker talep etti, fakat talebi nazik bir şekilde geri çevrildi. III. George aynı zamanda Hannover Prens’iydi. Binlerce Alman askerini kuzey Amerika’ya savaşmaya gönderdi. III. George’nin bu umutsuz arayışları, koloni vatandaşlarının bağımsızlık hakkındaki fikirlerini olumlu yönde etkiliyordu. Paine’nin yazdıkları giderek daha olası bir hal alıyordu.
1776’nın başına geldiğimizde Britanya’nın kuzey Amerika’daki kolonileri üzerindeki kontrolü tamamen kaybettiğini görürüz. Halk Britanya’ya bir işgalci olarak yaklaşmaktadır. Yönetim koloni delegelerinin elindeydi. Fakat bu delegeler yetkilerinin sınırları konusunda oldukça dikkatliydiler çünkü geçici çözümler olduklarını biliyorlardı. Kolonilerin uzun soluklu bir sisteme ihtiyaçları vardı, özellikle bağımsızlıklarını ilan edip, öyle kalmak istiyorlarsa. Bu belirsizliklerin arasında John Adams’ın karısı Abigail Adams kocasına bir mektup yazdı. Mektupta yeni kurulacak ülkede erkeklerin sınırsız güç sahibi olmaması gerektiği ve kadınların da söz hakkına sahip olması gerektiğini söylüyor, aynı zamanda kadınları baştan savan bir devrime kadınlar olarak razı olmadıklarını yazıyordu. Ne yazık ki John Adams’ın yanıtı ilgisiz ve baştan savmaydı. Buna rağmen, karı-koca arasındaki bu etkileşim Amerikan Devrimi’nin ortaya dökeceği sorulara ışık tutmaktadır. Bağımsızlık temsil edilmeme üzerine meşrulaştırıldığından dolayı, kurucu babaların cinsiyet eşitliğini görmezden gelmeleri tabi ki iki yüzlü bir davranış olurdu. Buna rağmen Amerikalı kadınlar seçme ve seçilme hakkını 1920’de alabileceklerdi. Peki köleliğe ne demeli? Ya da Amerikan yerlilerine, kültürel soykırıma uğramış ve topraklarını kaybetmiş bu insanlar adaleti görebilecek miydi? Allison devrimin her ne kadar güç olsa da daha sonradan gelecek sorunlarla kıyaslandığında oldukça kolay kaçtığına işaret eder.
“Amerika Birleşik Devletleri Bağımsızlık Bildirgesi” yazılış amacını belirtmekle başlar. Kuzey Amerika’daki Britanya kolonileri bağımsızlık ilan etmekte ve Britanya’nın boyunduruğu altından çıkmaktadırlar. Girişte şöyle der: “Bütün insanlar eşit yaradılmışlardır. Bütün insanlara.
Yaradan tarafından devir ve ferağ edilemiyen bazı haklar bahşolunmuştur. Bu haklar meyanında hayat, hürriyet ve saadetin aranması vardır. Hükümetler, insanlar tarafından bu hakların teminat altına alınması için tesis olunmuştur ve bu hükümetlerin iktidarlarının meşruiyeti idare olunanların rızalarından doğar”. Aynı zamanda eğer bir hükümet vatandaşlarına düzgün davranmıyor ve hatta vatandaşlarının haklarına müdahale ediyorsa, o hükümetin devrilmesi vatandaşların en doğal hakkı ve görevidir. William Smith, bağımsızlık bildirgesinin retoriğini üç katmanlı bir hiyerarşi olarak analiz eder. Tanrı bu hiyerarşide en tepededir ve mutlak yaratıcıdır. İnsan Tanrı tarafından yaratılmıştır ve rahat yaşamak için hükümetleri yaratmıştır. Eğer hükümetler zalimleşirse bu Tanrı’ya saygısızlıktır çünkü Tanrı yaşamın yaratandır, zalimliği değil. Böylelikle ruhani açıdan devrimin gerekçeleri meşrulaştırılmış olur. Aslına bakılırsa A. B. D. Bağımsızlık Bildirgesi kendini evrensel düzene ve yasaya bağlar.
Kaynakça
Allison, R. J. The American Revolution: A Concise History. Oxford University Press, 2011. Print.
Smith, William Raymond. “The Rhetoric of the Declaration of Independence”. College English. vol. 26, no. 4, 1965, pp. 306–309. Print.
Akbay, Muvaffak. Amerika Birleşik Devletleri Anayasa Metinleri