Dr. Derya Özkul
Oxford Üniversitesi, Mülteci Araştırmaları Merkezi
İngiltere’de zaten var olan ırkçılık, Brexit oyuna giden kampanyalar sürecinde ve daha sonra 23 Haziran 2016 tarihinde İngiltere halkının referandumda %51,9 ile Avrupa Birliği (AB)’nden çıkma kararı almasıyla birlikte kamusal alanda daha da görünür hale geldi. İngiltere’de yaşayan sadece Türkiye asıllı değil, özellikle Doğu Avrupalı ve Avrupa dışından gelen göçmenler, toplu taşımada, sokakta daha fazla tehdit aldıklarını (örneğin, evlerine doğrudan göçmen oldukları için onları suçlayan mektuplar geldiğini) dile getirmeye başladılar. Bu olaylar her ne kadar ana akım medyada tartışılsa ve eleştirilse de kamusal alandaki görünür ırkçılıkta bir azalma olmadı. Bu yazıdaki amacım, İngiltere’de fiziksel görünümü – ten rengi, üzerinde taşıdığı dini sembolleri, vb. – farklı olan göçmenlere karşı yapılan ırkçı ve ayrımcı hareketlerin son zamanlardaki artışı üzerine düşünmek.
Geçtiğimiz sene Oxford Üniversitesi Göç Gözlemevi’nin (Migration Observatory) yaptığı ‘İngiltere’de Göçe Yönelik Kamuoyu’ araştırmasının sonuçlarına göre, İngiltere kamuoyu aslında eskiden beri göçmenlere ihtiyatla yaklaşmış ve özellikle 11 Eylül saldırılarından itibaren göç konusunu büyük bir tehlike olarak algılamaya başlamıştı. Fakat, sanılanın aksine, referandumun ilk sürecinde, göçe verilen önem giderek ‘yumuşadı’. Bunun yerine İngiltere halkı için en önemli sorunların başında ekonomi ve sağlık sisteminin yetersizlikleri gelmeye başladı. Fakat kampanya sürecinin özellikle en son döneminde birbirleriyle yarışan (AB karşıtı ve savunucusu) iki grubun en çok fikir ayrılığına düştüğü nokta giderek uluslararası göç konusu oldu.
Bu süreçte Türkiyeli göçmenlerin durumu ayrıca özel. Brexit kampanyalarının en son döneminde özellikle Türkiyeli göçmenler, kamuoyuna İngiltere için büyük bir tehdit olarak sunuldu. Kampanya boyunca AB karşıtı Vote Leave grubu, önceleri göç konusuna çok fazla değinmiyordu. Özellikle ileri sürdükleri fikirler, İngiltere ekonomisinin AB yüzünden gelişemediği ve ayrıca AB’nin İngiltere’yi sınırladığı, üzerinde sınırsız hâkimiyet kurduğu yönündeydi. Bu fikirler AB destekçileri tarafından çürütüldükçe, Vote Leave grubu gözlerini uluslararası göç alanına çevirdi. Bu dönemde – daha sonraları oldukça tartışılacak – “Türkiye (76 milyon insan) AB’ye giriyor” posterini kullanmaya başladılar. Boris Johnson gibi daha önceleri Türkiye’nin AB’ye girmesini özellikle desteklemiş politikacılar bile bu konuyu AB’nden çıkmak için bir neden olarak göstermeye başladı. Bu süreçte Türkiye’den gelebilecek milyonlarca Türkiyelinin hayali resimleri AB’nden çıkmak için en önemli nedenlerden biri olarak gösterildi.
Bu yazının yazıldığı tarihlerde Brexit süreci tüm İngiltere toplumu için belirsizliklerle dolu. Referandumun yapılması gerektiğini savunan politikacıların çoğunun çıkış sürecinin yasal olarak ne kadar karmaşık bir süreç olduğunu öngöremediğini görüyoruz. Çıkış tarihi olarak belirlenen 29 Mart 2019’a yaklaşırken İngiltere’nin AB’den hiçbir antlaşma yapılmadan çıkması (no deal option) en olası seçenek gibi duruyor. Fakat bu seçenek yasal zorluklar dışında hem politik-ekonomik, hem de sosyal daha büyük belirsizliklere gebe.
Elbette bu belirsizlikler İngiltere toplumunda en çok göçmenleri – sadece Avrupalı değil, gelecekte ülkedeki yerini göremeyen tüm göçmenleri – etkiliyor. Referandumun ardından 2017 yılında 122.000 sayıda AB vatandaşının AB’ne döndüğü belirtildi. Dönen göçmenlerin birçoğu İngiltere işgücünün çok önemli bir kısmını oluşturuyor. Özellikle sağlık alanında çalışan doktorlar, hemşireler ve paramediklerin ülkelerine dönmesi İngiltere için büyük bir işgücü eksikliğine neden olacak. Referandumun hemen ardından 2016/2017 yılında sadece hemşireler arasında 1.304 AB vatandaşı hemşirenin ülkelerine dönüş yaptığı kesinleşti. Daha da fazla sayıda sağlık çalışanının dönmesi zaten işçi eksikliği duyan Ulusal Sağlık Sistemi (National Health Service, NHS) için büyük bir kayıp olacak.
Aynı kaybı göçmenlerin yaşayıp yaşamayacağı ise döndükleri ülkelere göre belirlenecek. Dönenler arasında sadece dönmek zorunda olanlar değil, İngiltere’deki belirsizlik sürecinde kendi ülkelerinde daha iyi koşullarda iş arayıp bularak dönenler de var. Bu geriye göç, aslında beyin göçü denilen sürecin bu sefer de göç veren ülkelere doğru tersine yaşandığını gösteriyor. Fakat bütün göçmenler bu kadar şanslı değil. Her göçmen daha iyi koşullardaki bir hayata dönemeyebiliyor. Kaldı ki, birçok göçmen için eskiden ‘ev’leri olarak varsaydıkları oturum yerleri zamanla değişiyor, yeni kurulan akrabalık ve dostluk bağları sonucunda aidiyetler değişiyor. Bu bağların yeniden düzenlenmesi ise, göçmenler için hem sosyal hem psikolojik sorunlara yol açıyor.
Yeni dönemde, göçmenler kadar, İngiltere’nin de kendisini yeniden yaratması gerekecek. Referandumda özellikle hedef olarak gösterilen, İngiltere ekonomisinde ihtiyaç olmadığı varsayılan ‘vasıfsız işçiler’e aslında her gelişmiş ülke gibi çok büyük bir ihtiyaç var. Saskia Sassen’in çalışmalarında gösterdiği gibi, şehirler, ekonomileri büyüdükçe daha fazla temizlik, yemek yapımı, inşaat, vb. gibi işlerde çalışacak ‘vasıfsız’ olarak nitelenen işçiye ihtiyaç duyuyor. Aynı şekilde, İngiltere gibi global dünyanın merkezi olmak isteyen bir ülkede her zaman ‘vasıfsız işçi’ye ihtiyaç olacak. ‘Vasıflı işçi’ye ise, İngiltere’nin de kabul ettiği üzere, ihtiyaç devam etmekte. Bu nedenle, çalışma antlaşmalarının yeniden düzenlenmesi için bir seri antlaşmanın tekrar baştan yazılması ve imzalanması gerekecek. Nitekim bu dünyada kapalı kapılar ardında yaşamak, hele de İngiltere gibi dünyanın merkezi olmak isteyen bir ülke için mümkün değil. Yüzyıllardır süren kolonyal tarihinin hiçbir zamanında olmadığı gibi.
İletişim bilgileri: derya.ozkul@qeh.ox.ac.uk