Hollanda’nın özellikle denizciliğe dayalı köklü bir sömürgecilik tarihi vardır. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin (VOC) bu tarihte oynadığı role rağmen, önce eski Başbakan Jan Peter Balkenende, “VOC Anlayışı” adı altında sömürgeci geçmişe atıfta bulunmuştur. Bu anımsama şimdi artık Hollanda’nın güçlenen sağcı popülist partisi “Forum voor Democratie” tarafından, gemi figürü öne çıkarılarak, bir görsele dönüştürülmüştür (PoliTeknik).
Prof.Dr. Kutlay Yağmur
Tilburg Üniversitesi Öğretim Üyesi – Hollanda
Konu hem çok karmaşık hem de çok katmanlı bir mesele. Batı Avrupa genelinde “yabancı” düşmanlığı artmakta ve bunun sonuçlarını günlük yaşantımızda da hisseder olmaya başladık. Ancak sonuçlar üzerinden bir analiz yapmak bataklık yerine sivrisinekleri sorumlu tutmaya benzeyecektir. Yabancı düşmanlığına sarılan sivrisinekler hangi düşünsel iklimlerde ve bataklıklarda yetişmektedir? Yanıtlanması gereken soru budur. Konunun özüne inip bunu anlamaya çalışmamız daha faydalı olacaktır. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri “Yahudi Soykırımı” tartışılmaktadır ama nedense o soykırıma yol açan ve yüzyıllar boyunca yeşeren daha doğrusu yeşertilen “Yahudi nefretinin” nedenleri üzerinde fazla durulmamaktadır. Yabancı düşmanlığı veya bir başka dine inanan insanlara yapılan düşmanlığın kökeninde neler vardır?
Hollandalı dilbilimci Teun van Dijk yazdığı muhteşem kitapların ve makalelerin yanı sıra medya, siyaset ve eğitimde kullanılan dile yönelik çözümlemeleriyle de çok ünlüdür. Yazılı ve görsel basının ırkçılığı ve ayrımcılığı nasıl kanıksattığını çok iyi analiz etmiştir. Özellikle Hollanda okullarında okutulan ders kitaplarındaki ayrımcı ve dışlayıcı öğelerin tamamını saptamıştır. Ders kitaplarındaki ayrımcı unsurların çocuklar üzerindeki etkisini de çok iyi analiz etmiştir. Hollandalı çocuklara göçmen kökenli çocuklara kıyasla daha üstün oldukları duygu ve düşüncesi verilirken, göçmen kökenli çocuklara da bu eşitsiz durumu kabullenme ve kendilerinin “daha az yetenekli” oldukları düşüncesi verilmektedir. “Meşru yerli” ve “yasal meşruiyetten yoksun yabancı kökenli” kavramlarının içselleştirilmesi için her türlü araç kullanılmaktadır. Bu beyin yıkama sürecinde medya organları, siyasiler ve ders kitapları başrolleri oynamaktadır. Afrikalı göçmenler “fakirlik ve geri kalmışlıkla” bağdaştırılırken, Batılı yerli nüfus, “yüksek eğitimli, aydın” ve çok daha “zengin” olarak betimlenmektedir. Ders kitapları yoluyla beyinlerine kazınan bu imgelerle büyüyen gençler sonraki yaşamlarında medya ve ayrımcı siyasetle daha fazla zehirlenmektedirler. Batı’daki ayrımcılığın kökenlerini anlamak için ders kitaplarının ve medyanın nasıl kullanıldığını çok iyi anlamak gerekir.
Hollanda’da yükselen yabancı düşmanlığını sadece siyasilerin kullandığı dışlayıcı dile ve az eğitimli “yabancı düşmanı” zorbaların saldırılarına indirgeyemeyiz. Konuyu sırf başörtüsü taktığı için sokakta saldırıya uğrayan kadına veya trende telefonda Türkçe konuştuğu için alay edilen ve hakarete uğrayan adama da indirgeyemeyiz. Bataklık orta yerde durmaktadır ve bu siyasal bataklık kurutulmadığı sürece yabancı düşmanı sivrisinek saldırıları artarak devam edecektir.
Hollandalı aşırı sağcı Geert Wilders “Siyasal İslam” yaygarası ile günlük yaşamlarında hiçbir radikal grupla ilişkisi olmayan sıradan insanları hedef göstermektedir. Benzer söylemler Avustralya’da yıllardır yapılmaktaydı. Yeni Zelanda’nın Christ Church şehrinde yapılan katliam bağıra bağıra gelmekteydi. Bu durumun sorumluları aslında yıllardır bu yabancı ve Müslüman nefreti eken siyasilerdir. Akan onca kandan sonra “çoğulcu, barışsever ve koruyucu” kimliklerle karşımıza çıkan siyasiler sadece ikiyüzlülük yapmaktadırlar. Batılı siyasetçiler kamuoylarına ülkelerinin geleceğinde göçmenler olmadan bir yaşam olamayacağını açık kalpli bir şekilde açıklamak zorundadırlar. Hollanda’nın bir göçmen ülkesi olduğu ve göçmen kökenli insanlar olmadan Schipol havalimanından uçak bile kalkamayacağını söylemek zorundadırlar. Göçmenler olmadan hiçbir Batı Avrupası ekonomisinin ayakta kalamayacağını ve çökeceğini söylemelidirler, çünkü gerçek budur.
Göçmen olmadan bir ekonomik ve sosyal sistem olamayacağına göre Avrupalı bazı siyasetçiler neden yabancı düşmanlığını körüklemekte ve ayrımcılık üzerinden oy toplamaya çalışmaktadırlar? Sorunun basit yanıtı bu yolla oy devşirmenin çok kolay olduğudur. Kaba ve şoven duygularla yetişmiş insanların kendi yaşamlarındaki eksikliklerden yabancıları sorumlu tutması çok kolaydır. Siyasetçiler bu kitle üzerine oynayarak oy toplamaya çalışmaktadırlar. Hollanda’da yapılan son seçimlerde sadece “İslam düşmanlığı” üzerine kurulu söylemlerin fazla oy toplamadığını gördük. Geert Wilders ciddi oranda oy kaybetti, ancak daha derin ayrımcı söylemlere sahip Baudet çok ciddi taraftar edindi. Çok genç bir politikacı olan Baudet “Saf ve Öz Avrupa” gibi çok tehlikeli siyasal söylemler kullanmaktadır. Kökü ve kökeni Avrupa’da olmayanları temelden dışlayan bu yaklaşım Avrupa’nın yeni holokostlara gebe olduğunu göstermektedir.
Konunun daha da vahim olan boyutu Baudet gibi siyasetçilerin yerli nüfusu üstün ve ari grup olarak görme saplantısıdır. Batı Avrupa’da birinci, ikinci ve üçüncü sınıf vatandaşlar söylemi içselleştirilirse tehlike daha da artacaktır. Kök ve kökene göre insanları sınıflara hapsetmek kaygı vericidir. Irkçılığın temelinde de bu tür söylemler vardır. Bu gidişin sonucu tehlikelidir elbette ancak olası sonuçları daha fazla dillendirmemekte fayda vardır.
Tüm bu olumsuz iklim içerisinde kimlik sorunuyla yetişen göçmen kökenli gençlerin yaşam algısı da çok olumlu olmamaktadır. İnsanların sürekli kendilerini dışlandıklarını hissettikleri bir ortamda sağlıklı gruplar arası ilişkilerin olması beklenemez. Özellikle aile yaşamlarında yeterli desteği alamayan genç insanlar yollarını şaşırmakta ve ciddi sıkıntılar yaşamaktadırlar. Sürekli ötekileştirilen ve dışlanan insanların sağlıklı tepkiler vermesi beklenemez. Göçmen kökenli insanların geleceğine ilişkin ciddi sorunlardan birisi de bu “yönünü kaybeden” ve radikalleşen gençler olacaktır. Gerçek anlamda dindarlıkla hiçbir ilgisi olmayan radikal gruplar da bu kayıp gençliği çok tehlikeli bir şekilde kullanabilir. Nitekim Hollanda’nın Utrecht şehrinde bir tramvayda masum insanları öldüren psikopatın Türk toplumunda yarattığı kaygı çok derindir. Eğer psikolojik sorunları olan bu psikopat radikal eğilimlerle bu cinayetleri işlemiş olsaydı, Türk toplumunun Hollanda’daki hayatı daha da ağırlaşacaktı. Hastalıklı bir insanın bu cinayetleri işlediği bilindiği halde Türk toplumu daha da fazla ötekileştirilmiştir.
Gerilim ve medeniyet çatışması üzerine kurulu siyasi söylemler göçmen kökenli insanların hayatlarını daha da kolay hale getirmeyecektir. Aşırı sağın toplumsal çatışma tehlikesini bildiği ve gördüğü halde “yabancı düşmanlığını” körüklemesi şaşırtıcı bir durum değildir. Onlar tarihi misyonlarına ve zihniyetlerine uygun bir şekilde davranmaktadırlar. Önemli olan göçmen kökenli Avrupalı vatandaşların yaşadıkları ülkelerde yasalara ve insan haklarına saygılı bir şekilde başarılı bireyler olarak yaşamlarını sürdürmesidir. En önemlisi de kendi çocuklarına sağduyulu ve barışsever olmanın erdemini öğretmektir.