Bülent Kaya | Siyaset Bilimci ve Araştırmacı – İsviçre
Toplumun belirli bir kesiminin doğrudan demokrasi enstrümanlarına (inisiyatif ve referandum) başvurarak kamu politikalarının yönünü etkileme olgusu İsviçre siyasal sisteminin en temel özelliklerinden birisidir. Parlamentonun onayladığı herhangi yeni bir yasanın öngörüleri ile hemfikir olmayan ya da anayasaya yeni bir madde eklemeyi hedefleyen seçmenler belli koşulları yerine getirerek isteklerini halk oylamasına sunabiliyorlar.
Son yıllarda halk oylamasına sunulan konuların başında göç ve entegrasyon eksenli konuların gelmesi sağ popülist ve göçmen karşıtı dalganın, hükümet ve parlamentonun göç ve entegrasyon alanındaki tutumu ve eğilimi üzerinde ciddi bir popülist baskı oluşturmaya çalıştığının işaretidir. Peki bu popülist baskı somut olarak neleri gündemleştirmektedir ve karar alıcılar üzerinde oluşturmak istediği baskı neyi hedeflemektedir?
Farklı göçmen kategorilerini hedeflemiş bile olsa “Daha ölçülü Bir Göç” “Kitlesel Göçe Hayır” “Suça Bulaşmış Yabancıların Sınır Dışı Edilmesi” başlıklarıyla lanse edilen inisiyatifler (halk oylamaları) tek bir amacı hedeflemekteler: göçü sınırlandırmak ve kontrol altına almak. Aslında bu talebin sağ popülist ve göçmen karşıtı çevreler tarafından gündeme getirilmesi yeni bir şey değil. Kökleri çok eskilere dayanan bu eğilim, özellikle 70’li yılların başından beri sağ popülizmin göçmen ve göç karşıtı menüsünün demirbaşları arasında ilk sırayı almaktadır. Ama yeni olan başka bir şey var ki oda şu: 1990-2010 arası lanse edilen inisiyatiflerin aksine göçü sınırlandırmayı amaçlayan son dönem halk oylamalarının hedefinde ağırlıkla Avrupa ülkelerinden gelen göçmenler var. Başka bir deyimle, İsviçre’de göçmen karşıtlığı, son otuz yıldır odaklandığı Avrupa dışından gelen göçmenlerle sınırlı kalmıyor, aksine “kültürel yakınlık” vb. gibi göç toplumunda entegrasyonu kolaylaştırdığı düşünülen faktörlerden dolayı varlıkları İsviçre toplumunda daha kolay kabul gördüğü düşünülen Avrupalı göçmenleri de kapsamaya başladı. Bu göçmen topluluğu (AB ve EFTA ülkeleri) sayısı 2 milyonu aşan yabancı statüsüne sahip göçmenlerin yaklaşık yüzde 68’ini oluşturmaktadır. Bu grup arasında İtalyan (327 bin) ve Alman (317 bin) göçmenler İsviçre’deki göçmen toplulukların en büyük iki grubunu oluşturmaktadır.
Avrupa Birliği’nden gelen göçmenler: “istenmeyen göçmenler”
İsviçre ile Avrupa Birliği arasında 2002 yılından itibaren karşılıklı olarak serbest dolaşım hakkını tanıyan ikili antlaşmanın kademeli olarak yürürlüğe girmesinden itibaren AB’den İsviçre’ye göçün sayısında ciddi bir artış gözlemlendi. “Kitlesel Göçe Hayır” inisiyatifinin 2014 yılında halk oylamasında kabul edilmesinden dolayı göçmenlere verilecek çalışma izinleri yıllık bir kota sistemiyle sınırlandırılmaya başlandı. Bu durum, 70’li yıllarda lanse edilen ve ağırlıkla İtalyan ve İspanyol göçmenleri hedefleyen, ama halk tarafından kabul edilmeyen “Schwarzenbach” inisiyatifi diye anılan yabancı karşıtı inisiyatifinden beri Avrupalı göçmenleri de hedefleyen ilk inisiyatif olması açısından son derece önemlidir. Bu girişimlerin arkasında, kökeni ne olursa olsun, yabancıların sayısındaki artışı demografik bir “tehdit” ve İsviçrelilerin iş piyasasındaki konumlarını zaafa uğratan bir gelişme olarak gören ethno-nasyonalist bir refleks yatmaktadır. Türkiye’den İsviçre’ye iş göçü sayısal açıdan dikkati çekecek önemde olmadığı için bu inisiyatiflerin, Türkiye’den aile birleşimi çerçevesinde devam eden göçü pek etkilemeyeceğini söyleyebiliriz.
İş göçünün sınırlandırılmasını hedefleyen sağ popülist baskıların bu şekilde kamu politikasına dönüşmesine paralel olarak, son yıllarda tekrar gündeme oturan sığınmacılar politikası da nasibini almaktadır. Bu alanda uzun yıllardır devam eden sığınmacı politikası ve uygulamalarının sığınma hakkının tanınmasını sistematik olarak sınırlayan ve zorlaştıran pratiği devam etmektedir. Üstelik İsviçre, 2015’ten beri “göçmen krizi” diye adlandırılan sığınmacı dalgasından pek fazla etkilenmemesine rağmen. Son üç yılda Türk vatandaşlarının sığınma talebi başvurularındaki göreceli artış dikkate alındığında, sığınma politika ve uygulamalarındaki bu sınırlayıcı eğilimden ebetteki Türkiye’den gelen sığınmacılar da olumsuz etkilenecektir.
Uyum için Demokles’in Kılıcı
Türkiyeli göçmenleri yakından ilgilendiren gelişmeler daha çok uyum alanında gözlenmektedir. Bu alanda da sağ popülist ve göçmen karşıtı dalganın kamu politikası ve uygulamaları üzerinde, inisiyatif lanse etme kartını kullanarak gittikçe artan bir baskı oluşturduğundan söz edebiliriz. Uyum, artık özendirici politikalarla desteklenmekten çok yaptırımcı ve zorlayıcı koşullarla Demokles’in Kılıcı işlevini görmeğe başladı. Bu alanın hedef temalarını ağırlıkla İsviçre vatandaşlığına geçme, çifte vatandaşlık, uzun süreli oturum hakkını kazanma ve sosyal yardımdan yararlanma koşulları gibi konular oluşturmaktadır.
Sağ popülist ve göçmen karşıtı çevreler, İsviçre vatandaşlığını elde etme koşullarını gittikçe zorlaştırmak istiyorlar. Zira bu çevreler, yabancı birisinin vatandaşlığa geçmesini ulusal değerler için bir tehdit olarak algılıyor. Farklı değerlere sahip birisinin vatandaşlığa alınmasının ulusal değerleri çeşitlendireceği ve erozyona uğratacağı düşünülüyor. Bu anlamda 2018’in başında yürürlüğe giren yeni vatandaşlık yasası İsviçre vatandaşı olmayı daha da zorlaştırıyor.
Bundan böyle vatandaşlığa başvurmak için İsviçre’de bilfiil 12 yıl yaşamış olmanın yanında uzun vadeli oturum statüsü olan C oturumuna da sahip olmak gerekiyor. Yani 20 yıldan beri İsviçre’de ikamet ediyor bile olsanız eğer oturum statünüz C değilse (normalde 10 yıl sonra alınan bir statü) vatandaşlığa geçmek için gerekli formel şartı yerine getiremediğiniz için başvurma hakkınız olmuyor. Böylece C oturumuna sahip olmayanların vatandaş olma hakları ortadan kaldırılmış oldu. Bu değişiklik, nüfusu 67 bin olan Türkiyeli göçmenlerde C oturumu henüz olmayan yaklaşık 10 bin kişiyi ilgilendirmektedir. Ne var ki vatandaşlığa geçiş için tek formel kriter bu olmadığı için, zorlaştırılan şartlar yaklaşık 56 bin C oturumuna sahip Türkiyeli göçmenleri yakından ilgilendirmektedir. Özellikle de göçmen ülkesi dillerinden herhangi birine yeterince hâkim olamayanların veya herhangi bir sosyal yardım alanlar için İsviçre vatandaşlığına geçmek geçmişe göre imkânsız olmasa da çok daha zor olacağı kesin. Yaşanılan bölgede konuşulan dili anladığınızı ve konuştuğunuzu belirten B1 seviyesi, okuma ve yazma için ise A2 seviyesi sertifikasına sahip olmak zorunluğu getirildi.
Dinselleşen Türk göçmeni algısı
Türkiyeli göçmenleri uyum konusunda ilgilendiren diğer bir konu Müslümanlık. 9/11 Eylül olaylarından beri basında ve sağ popülist çevrelerde gittikçe yaygınlaşan Türk göçmenlerini dinsel aidiyetleri ile tanımlama eğilimi Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Avrupa’daki şiddet eylemleri ve Suriyeli mülteci dalgasıyla daha da güçlendi. Resmi olmayan söylemlerde ve bazı yayın organlarında Türkiyeli göçmenlerden söz ederken “Die Türken” “Turkische Migranten” ifadelerinin yerine artık “Muslime” “Türkische Muslime” kavramları kullanılmaya başlandı. Böyle bir algı değişikliğine gidilmesinde Türkiyelilerin İsviçre’deki Müslüman topluluklar içerisinde ikinci büyük grubu oluşturması ebetteki önemli bir etken olmuştur. Bundan da önemlisi 9/11 Eylül olaylarından beri İsviçre’de – belki birçok batı Avrupa ülkesinde olduğu gibi – Türkiyeli ve diğer Müslüman ülkelerden gelen göçmenlerin uyum sorununun dinselleştirilmesi şeklinde bir perspektifin yaygınlaşıyor olması. Bu perspektif, İslam’dan korkma ve Müslüman göçmenlerin varlıklarından endişelenme temelinde gelişmektedir. Bu eğilimin gittikçe güçlendiğini vatandaşlık, burka yasağı, radikal İslam’a bulaşmış gençleri konu eden kamu tartışmaları ve inisiyatif girişimlerinde görebilmek mümkün. Bu tartışmalar, Türkiyeli göçmenlerin uyumunun, bir bireysel kaynak ve kapasite meselesi olduğu unutularak, İslam ve değerlerinin İsviçre hukuk devleti ve toplumsal değerleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı etrafında dönmektedir.
Çifte vatandaşlık, risk ve sadakat
Türkiyeli göçmenleri ilgilendiren tartışmalardan bir diğeri de çifte vatandaşlık üzerine yapılan tartışma. Göçmen kökenli bazı Müslüman gençlerin doğup büyüdükleri, parklarında oynadıkları, okullarında eğitim gördükleri toplumlarda bombalar patlatacak kadar radikalleşebilmelerine paralel olarak, Batı Avrupa’da yasayan Türkiyeli seçmenlerin büyük bir çoğunluğunun Türkiye’deki seçimlerde gösterdikleri siyasi tercihler çifte vatandaşlık üzerine tartışmaları yeniden ateşlendirdi.
Gerçekleştirdikleri dehşet eylemleriyle adlarını duyuran ve İsviçre’den gitme birkaç İslami radikal militanın vatandaşlıktan çıkarılması tartışılmaktadır. Uluslararası hukuk ahlakı açısından hayli problemli ve somut etkisi açısından da pek yararlı olmayacağı öngörülen bu tartışma şimdilik gündemi pek fazla meşgul etmemekte görünüyor.
Almanya’da başlayıp diğer Avrupa ülkelerine yayılan çifte vatandaşlık üzerine tartışmanın İsviçre’de de gündeme gelmesinin arka planını sadakat/bağlılık ilkesi oluşturmaktadır. Çifte vatandaşlık, göçmenlerden vatandaşı oldukları göç toplumuna, onun anayasal değerlerine karşı daha samimi sadakat gösterecekleri beklentisi, Türkiyeli göçmenlerin 2017 Cumhurbaşkanlığı sistemi referandumundaki evetçi tavırlarından ve sonraki seçimlerdeki siyasi tercihlerinden dolayı ciddi bir şekilde sorgulanmakta.
Türkiyeli göçmenlerin büyük çoğunluğunun sadakat tercihini çoğulculuğu, ifade özgürlüğünü, hukuk devletini ve demokrasiyi rafa kaldıran bir rejimden yana yapmış olmalarından hareketle, sağ popülist ve göçmen karşıtı çevreler, çifte vatandaşlığın bir “risk” oluşturduğu ve bu yüzden de ciddi bir şekilde sınırlandırılması, hatta kaldırılması gerektiği fikrini dillendirmeye başladılar.
Sağ popülist ve göçmen karşıtı çevreler, göç ve uyum alanında inisiyatif ve referandum araçlarına başvurma tehdidi ile hükümet üzerinde önümüzdeki senelerde de ciddi bir baskı oluşturmaya devam edecekler. Görünen o ki, kısa vadede yeni seçimler yaklaşırken, bu baskılar özelde daha çok Müslüman göçmenleri ilgilendiren konular üzerinde yoğunlaşacağa benziyor. Zira bu konuların halkoylamaları aracılığı ile gündeme getirilmesi, sağ popülist çevrelerin genel seçim stratejilerinde önemli bir rol oynamaktadır.