Prof. Dr. Seyhan HASIRCI
Koblenz-Landau Üniversitesi
Son günlerde gerek ülkemizde ve gerekse dünyanın muhtelif bölgelerinde gün geçmiyor ki şiddet ve şiddete bağlı ölümsüz bir gün olmasın! İnsanoğlunun nasıl bir canlı varlık olduğunu düşünce tarihimizin önemli bir filozofu olan Sokrates’ten aşağıdaki bölümde aktarmaya çalışacağım, sonra da şiddetin tam karşısında yer alan etik davranış ya da Fair Play taraftarı olmanın nasıl bir olgu olduğuna ve bunun o kadar kolay birşey olmadığına değineceğim.
Düşünce tarihinin temel taşlarından biri olan Sokrates’e ithaf edilen bir diyaloğa göre, büyük bilge öğrencilerinden “insan nedir?” sorusuna cevap vermelerini istemiş. Öğrenciler d, hocalarının sorusunu garipseyerek, “bunu bilmeyecek ne var; iki ayaklı ve tüysüz bir canlıdır” yanıtını verirler. Bu cevap büyük bilgeyi şaşırttığı kadar kızdırır. Ertesi gün Sokrates elinde tüyleri yolunmuş bir tavukla öğrencilerinin karşısına çıkar ve onlara belki de hayatlarının en önemli dersini verir: Yanında getirdiği tüysüz tavuğu havaya kaldırarak şöyle der; “Demek insan, böyle bir şey”.
Kendi geçmişinin farkında olan ve bu geçmişe ilgi duyan tek yaratık olan insan, varoluşundan beri “insan nedir” sorusunun cevabını aramıştır. Tarih boyunca birçok düşünür buna cevap vermek amacıyla çeşitli fikirler ileri sürmüş, her bilim dalı, kendi ilgi alanları ve bilimsel verileri ışığında “insanın ne olduğu” sorusunu açıklamaya çalışmışlardır. Bunu yaparken meseleyi felsefî boyutta değerlendirenler olduğu gibi, salt bilimsel verilere dayananlar, örneğin sadece biyolojinin, psikoloji ya da budhabilimin (etnoloji) elde ettiği sonuçları gündeme getirerek insan gerçeğini kavramaya çalışanlar da olmuştur.
Bütün bu verilere göre insanın, “dik yürüyen (Homo erectus), alet yapabilen (Homo faber), hem cinsleriyle anlaşmada bir dil kullanan (Homo lingua), kendi varlık alanı ve çevresindeki olay ve nesneleri simgeleştirebilen (Homo symbolicus), akıl ve düşünme yetisi olan (Homo sapiens) ve bu özellikleri birleştiren ve kuşaktan kuşağa geçmesini sağlayan bir unsur olarak, kültür yaratan, öğrenen ve öğreten (Homo culturalis) bir varlık olduğunu’’ söylemek mümkündür.
“İnsanlık tarihindeki büyük düşünürlerin pek çoğu; insanlar uygarlaştıkça, teknoloji ilerledikçe şiddetin azalacağını, bunun yerine diyalog ve barış dolu bir dünyanın kurulacağını öngörürler hep. Ama gelişmelerin adeta günlük gerçekleştiği 21. yüzyılı yaşadığımız şu zaman diliminde bile bu kehanetin tutmadığını çok rahat bir biçimde görüyoruz.
Hayatımızın her alanını kapsayan teknoloji ürünlerinin şiddeti içeren unsurlarla dolu olduğunun farkında bile değiliz. Haber saatleri ve gazeteler dünyanın dört bir tarafından derledikleri şiddet haberlerini evlerimize taşımakta. Son zamanlarda yaygınlaşan bilgisayar oyunları ise oyun olmanın ötesinde kişilerin sanal dünyada kurdukları bir savaş ve cinayet ortamından farksız bir halde. Bundan kurtulabilmenin yollarından bir tanesi kim bilir beklide Fair Play’e uygun davranmakta yatıyor olabilir! Bu nedenle bu yazımla sizlerle Fairplay’i, adil oyun kavramını paylaşacağım.
Fair Play bir Anglosakson terimdir; dürüst oyun, dürüst davranış anlamını taşır. Fair Play’in tam anlamı ise: Etik üstü davranış olarak da tanımlanabilir. Etik davranış her konuda kuralları dürüstlükle ve saygı ile uygulamak anlamına da gelmektedir. Fair Play ise tüm bunların üstünde kişisel çıkarları ve hırsları bastırarak yaşamda üstün insan ruhunu ortaya koymaktır. Sevgi, dostluk, kardeşlik anlayışı olan Fair Play’de sınırı yoktur. Bizler ne zaman ki tüm davranışlarımızı buna göre ayarlayabilirsek işte o zaman Fair Play’e adım atmış oluruz.
Sportif etkinliklerdeki kurallar, her yarışmacının o spor dalına özgü izin verilen eylemlerini tanımlayarak birer ”yarışma içi amaç” oluşturur. Bu anlamda da iki temel kural biçimi vardır:
- Yapısal kurallar; Herhangi bir sporda hedefe ulaşmak için yapılmasına izin verilen ve yasaklanan eylemleri belirlerler.
- Düzenleyici kurallar ise belirli bir yapısal kural çiğnendiği zaman uygulanan ceza kuralları olarak tanımlanırlar.
Yapısal kurallar bir eylemin spor olarak kabul edilebilmesi için gerekli olan çerçeveyi oluştururken, düzenleyici kuralların böyle bir özelliği yoktur. Düzenleyici kurallar yalnızca yapısal bir kuralın çiğnenmesi üzerine bozulma tehdidi ile yüz yüze gelen sporun sürdürülebilmesini sağlamak amacını taşır. İki kural biçimi de “saha içi” eylemlere karşı uygulanırken, “saha dışı” eylemleri düzenlemek için de yardımcı kurallar kullanılır. McDonald, sporda görülen yarışmacı tiplerini “fair play’ciler”, “iyi sportmenler”, kötü sportmenler” ve “hilekârlar” şeklinde dörde ayırıyor:
Fair play taraftarı sporcular: Karakteristik olarak “düzenleyici kurallara uyarlar” ve bu tip insanlar üç kategoride incelenebilir.
- İlk kategorideki fair play taraftarı yapısal kuralların izin verdiği yönde eylemde bulunup, yasaklanan eylemleri çiğnemezler, yani fair play kurallarına bağlı kalırlar. Dolayısıyla düzenleyici kurallara da karşı çıkmazlar.
- İkinci kategorideki fair play taraftarı rakibinin hedefine ulaşmasına katkıda bulunmak için yasak bir eylemde bulunur ve düzenleyici ceza kuralına itaat eder. (fair play/iyi sportmenlik)
- Üçüncü katagoride olanlar ise, sporcu kendisine avantaj sağlamak için yapısal kuralları çiğner ancak düzenleyici kurala uyar.
İyi Sporcular: Rakibine bir avantaj sağlamak için girişimde bulunan sporculardır. İyi sportmenlik eylemi; Kendi şansını azaltan davranışta bulunup, rakibinin hedefe ulaşma şansını arttıran bir davranış sergileme şeklidir. Kötü Sporcular: Sporun yapısal kurallarına uymuyorsa, özellikle fair play dışı davranıyorsa, hedeflerine ulaşmak için kendisine avantaj sağlamak uğruna her türlü kural dışı davranışa başvuruyorsa, bu davranışları “kötü sportmenlik” olarak tanımlanabilir.
Sporda fair play’in temel sorunu kötü sportmenliğin tanımı içinde bulunmaktadır: Çoğu sporcu, sporun ruhunda kendine avantaj sağlamak ve rakibinin hedefine ulaşmasını engellemek olduğunu ileri sürerek, rakibini aldatmayı da temel bir sorun olarak düşünülebilir. Burada öncelikli olarak düşünülmesi gereken konu; Bu durumun kendisine avantaj sağlayıp sağlamadığının, yapısal kurallarda belirtilen koşullar arasında bulunup bulunmadığıdır.
Hilekârlar; Bir eylemin hilekârlık olarak kabul edilebilmesi için, hem kötü sportmenlik özelliklerini taşıması ve ayrıca ek olarak da düzenleyici bir kuralı çiğnemesi gerekiyor. Hem yapısal hem de düzenleyici bu kuralı aynı anda çiğnemenin iki yolu vardır. Sporcu bir yapısal kuralı kazara ancak kural dışı davrandığını bilerek çiğner ve alacağı cezayı kabul etmez. Mesela, bir basketbolcu rakibini tutarsa, bu davranışı (görmediği için) hakem tarafından cezalandırılmazsa, sporcu davranışının cezayı gerektirdiğini bildiği halde, durumdan kendisine bir avantaj sağlamak için yararlandığı zaman hilekârlık yapmış olur. Burada önemli olan, sporcunun kuralı çiğnediğini bilmesidir. İkinci olarak da sporcu kuralı kendisine avantaj sağlamak için bilerek çiğnemesi ve cezasını kabul etmeme davranışıdır.
Sporda ahlaksal yargı: Yapılmasına izin verilen kuralların dışında, özellikle izin verilmeyen ve kendisine bir avantaj sağlamak için gerçekleştirilen sportmenlik dışı eylemler, ahlaksal bakımdan “yanlış” olarak değerlendirilir.
Kendisine avantaj sağlamak için özellikle izin verilen eylemlerde bulunmak ise, ahlaksal açıdan “doğru” kabul edilir. Yapısal kuralların asla çiğnenmemesi gibi bir durum söz konusu olamayacağından, bütün sporcuların fair play açısından ahlaksal yükümlülüğü yapısal (cezai) kurallara uymak şeklinde ortaya konulmaktadır.
Sonuç olarak kesin olarak bilinmelidir ki; Yaşadığımız o toplumun bireylerinin, genel anlamda tüm kurallara uyma, adalet sistemine liyakat gösterme konusunda ne kadar duyarlı iseler, spor alanında da her zaman fair play’e uygun davranışlarda bulunurlar.
- Fair-Play sporun vazgeçilmez önemli unsurlarından biridir, Fair-Play’in olmadığı yerler, cumartesi ve pazar günleri olmayan haftaya benzer.
- Fair-Paly insanları başkalarına karşı saygı ile düşünmek ve davranmaya davet etmektir, tıpkı kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi, siz de başkalarına yapmayınız sözünde olduğu gibidir.
- Fair-Play’in anlamı rakibi bir düşman gibi değil, aksine sportif bir eş olarak görmektir ve partnerimizin düşüncelerine, davranışlarına karşı saygılı olmak zorunluluğu vardır, bunun olmaması durumunda müsabaka yapmanız mümkün olamaz.
- Fair-Play’de, ortaya konmuş olan kuralların daha da ilerisinde barışsever, insansever, realist, adaletli, toleranslı olmak, dayanışmayı sevmek ve egoist olmamak yatar.
- Fair-Play öyle bir hedef ve olgudur ki, olması gerekenin arkasında gizlidir ve bu hedefe erişebilmek için insanın olgunlaşması gerekir; bunu kazanabilmek için çok küçük yaşlardan itibaren eğitimine başlanmalıdır.
- Fair Play’de yüksek performans sporunda “daha hızlı, daha yüksek ve daha kuvvetli” kavramlarının içerisinde saklı ve de sakıncalı hiçbir şeyi kullanmadan spor yapmak yatar. Burada bireyin “ben kimim” ve daha da önemlisi “ben neleri yapabilirim?” Realist bir insan olarak düşünüp sınırlarını çizmek yatar.
- Sporda hem kazanmak ve hem de kaybetmek vardır. Ancak adil oyun taraftarı olabilmeyi başarmak, oyunun her zaman kazanan taraf olduğunu bilmeyi unutmamaktır. Bu kişiler her şeyden önce kendini aşan ve gelecekte gerçek yaşamda sürekli kazanan kişiler olacaklardır.
- Fair-Play bir ihtiyaçtır, bu ihtiyacı hissedebilmek, böyle davranabilmek o sporcunun tanınmasına ve saygı duyulmasına neden olabilir ve genellikle adil olmayan kişiler oyun bozarlardır, spor, sporcuların karakterlerini aynen kopya eder.
- Örnek olabilmek çok önemlidir; özellikle de üst düzey sporcuların tutum ve davranışları örnek olmalıdır. Ve kuşkusuz bu sporcuların oyun içerisindeki sorunlara yaklaşımları ve çözüme eğilimli olmaları da daha da önemlidir.
- Performansı manipule etmek, özellikle de Doping kullanmak Fair-Play’e karşı çok büyük bir ihlal olarak kabul edilir, etik değerlerle hiçbir şekilde uyuşmayacağını bilmek zorundayız.
- Birinci sınıf sporcular için şiddet ve saygısızca davranmak çok gerekli birşey değildir, genellikle o sporcular buna ihtiyaç duymazlar.
- Fair-Play sadece sahada aktif olanların (çalıştırıcı, sporcu, hakem, idareci ve sorumlu yönetici) uyması gereken bir etkinlik değildir; bu konuda seyirci, aileler, güvenliği sağlayanlar, eğitimcilerin ve kuşkusuz medyanın da uyması gereken önemli bir konudur.
- Her kim Fair-Play’e evet diyorsa, bu konuda sadece sporda değil, birlikte yaşadığı toplum içerisinde insanlara karşı da aynı şekilde davranmalıdır. Tıpkı çalıştığı kurumda, trafikte, politikada, aile içinde eşlere karşı da adil davranmalıdır. Sadece spor alanında adil davranmak yeterli değildir.
Bu bağlamda görüldüğü gibi, gerek spor alanında ve gerekse yaşamın tüm diğer alanlarında (siyasette, okullarda eğitimde, sokakta, askerlikte ve daha sayamadığımız her alanda) tutum ve davranışlarımızın belirli kriterlerde tutulması gerekmektedir. Bu durum birarada yaşayan insanların karşılıklı güven duymalarını, dolayısıyla sorunsuzca birlikte yaşamalarını da kolaylaştıracaktır. Spordaki görünümü de farklı değildir, yarışmalara katılan aynı kategorideki insanların birbirleri ile yarışırken dışarıdan yasal olmayan yollarla usulsüzce farklı şeyler alarak rakibine karşı üstünlük sağlamaları, aslında sadece ve sadece kendi kendilerini kandırmaktan öte bir şey değildir!