Karl Brenke | Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü – DIW
Almanya’da konjonktür ne zaman bir ekonomik durgunluktan çıksa ve üretim yeniden biraz artsa, şirketler ve üye dernekleri sözde varolan bir nitelikli işgücü açığından yakınmaya başlar. Bu on yıllardır bilinen bir ritüeldir. Son yıllarda ise gelecekte yaşanacak tehlikeli bir demografik dönüşüme işaret edilmesi buna eklenmiştir. Toplum giderek yaşlanıyor ve iş piyasasına giderek daha az sayıda genç geçiş yapıyor, çünkü doğum oranlı uzun süredir düşük. Ancak demografik dönüşümün uzun süredir devam etmekte olduğu gözden kaçırılıyor. 2000’den 2012 sonuna kadar 15 ila 64 yaş arası nüfus, bir diğer ifadeyle çalışabilir olarak görülen yaş grubu, 2,7 milyon düzeyinde azaldı. Çalışmakta olan ya da iş arayan işgücü ise aksine aynı zaman diliminde 1,5 milyon artmıştır. Pekiyi ne oldu? Aslında beklenmesi gereken oldu: Pazar ekonomisine dayalı ekonomik sistem ve toplum, değişim karşısında esnek davrandı. Çalışmakta olan grup içerisinde özellikle 55 yaş üzerindekilerde önemli bir artış yaşandı. Bu gelişmeyi ayrıca elverişli kılan şey, ağır işlerin önemini yitirmesi ve yaşlı işçilerin 20 yıl öncesine kıyasla daha iyi vasıflandırılmış olmasıdır. İyi vasıflandırılmış işçiler yaptıkları işle daha çok özdeşleşebiliyor ve daha uzun bir süre iş hayatına devam edebiliyor. Öte yandan, eskiden neredeyse bir gençlik kültüyle yaşayan işletmeler çalışanlarına şimdi daha uzun bir dönem tutunuyor. Özetle: Demografik dönüşümler son derece etkili olsa da, işgücü potansiyelinin zayıflamasına yol açmamıştır.
İş piyasasında biraz sıkıntı yaşandığında artan fiyatlar hemen bunun nedeni olarak görülüyor. İşçi sayısı azaldığında ücretler artmak zorunda. Ama ücret artışı olmadı. Avrupa’daki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Almanya’da 2000 yılına girildiğinde ücret artışı düşük bir seyir izliyordu. 2000 yılından bu yana brüt ücretler reel oranlarla yılda ortalama ancak %0,3 düzeyinde artmıştır; 2013’te ücret artışı %0,9 oranla daha yüksek olmuş ve buna rağmen zayıf kalmıştır. Hatta nitelikli işgücünün reel saat ücretlerinde son olarak bir gerileme yaşanmıştır. Bu gelişme şu an bir nitelikli işgücü açığı olduğunu destekleyen bir durum değil elbette.
Almanya’da, benzeri salt Orta Avrupa ülkelerinde (İsviçre, Avusturya) görülen bir meslek eğitimine rastlanmaktadır. Bir tarafta – dünyanın her yerinde olduğu gibi – geleceğin akademisyenleri yüksekokullarda yetiştirilir. Diğer tarafta orta ölçekli bir yeterliliğin (Qualifikation) edinilmesi amacıyla ikili sistem bulunmaktadır. Bu sistemde genç insanlar, çıraklar, özellikle şirketlere bağlı işletmelerde yetiştirilir ve ek olarak birkaç gün meslek okuluna devam eder. Şu an üniversiteler Almanya’da hiç olmadığı kadar dolu. Özellikle doğa bilimleri, yazılım ve bilhassa mühenÇeviri: dislik dallarına adeta bir akın yaşandı. Tüm bu mezunları gelecek yıllarda iş piyasasında istihdam etmek zor olsa gerek. Çıraklık başvurusunda bulunan gençlerin sayısı ise azalıyor, çünkü demografik nedenlerle gençlerin oranı düşüyor ve yükseköğrenim görmek isteyenler giderek çoğalıyor. Şu an çıraklık alanında arz ve talep dengede. Kimi bölgelerde ise bugün bazı şirketler beklenen okul eğitimine sahip çırak bulmakta zorlanmaya başladı.
Bununla birlikte söz konusu sıkıntıların aşılmasını sağlayacak olanaklar da var. Çıkış noktası her şeyden önce yalnızca az sayıda mesleğe yoğunlaşan meslek seçimi olmalıdır. Birçok genç günlük yaşam deneyimlerinden, arkadaş çevresi ya da ailelerinden tanıdıkları bir mesleği hedefliyor. Bazı meslekler adeta moda meslekler konumunda. Kızlarda kuaförlük ya da erkeklerde araba tamirciliği ve de boyacı ve cilacı bu tür moda meslekler arasında yer alıyor. Ancak mesleki fırsatlar bu mesleklerin bazılarında pek de iyi olmayabiliyor. Öte yandan gençlerin dörtte biri çıraklık eğitimini yarıda bırakıyor. Muhtemelen yanlış meslek seçimi de bunun nedenlerinden biridir. Bu yüzden gençleri iş yaşantısına iyi hazırlamak ve yeterince ya da hiç tanımadıkları, ama gelecekte gereksinim duyulacak mesleklere ilgisini uyandırmak gerekiyor. Dahası Almanya’da belli bir yaş grubunun yarısının akademik eğitimi hedeflemesinin doğru olup olmadığı sorusu tartışılmalıdır. Elbette: Mühendis, doktor ya da yazılımcılara gelecekte de ihtiyaç duyulacak. Ama eğitildikleri kadar toplumbilimcilere gereksinim olup olmadığı kuşku götürür.
İyi bir meslek seçimi yapılsa dahi gelecekte nitelikli işgücü açığı yaşanabilir. Çünkü demografik dönüşüm keskinleşerek ilerleyecek. Bugünden itibaren İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyaya gelen ve doğum oranları yüksek olan gruplar artan oranda emeklilik yaşına giriyor. Bu gelişmeyi yaşlı işçilerin iş yaşamına daha uzun süre devam etmesiyle dengelemek zor görünüyor. Elbette bu bir yere kadar mümkün. Geçmişte de 65 yaş ve üzerindeki insanlar arasında dahi artan oranda çalışmaya devam edildiği görüldü. Sayıları son on yılda yarım milyon artarak ikiye katlandı. Öte yandan işgücünde ciddi bir azalma görüldüğünde, farklı uyumlandırma mekanizmaları da devreye girer. Şirketler bu azalmayı önemli ücret artışları olarak hissedeceğinden, hemen karşı hamlelere başvururlar. Şirketler okul karneleri kötü olan öğrencileri de daha sık çıraklığa kabul etmeye başlar. Çalışanların meslekiçi eğitimine de – ayrılan nitelikli işgücünün yerini doldurmak amacıyla da – artan oranda ağırlık verilir. Sonuçta işgücü tasarrufuna gitmek için rasyonelleştirme önlemleri alınır. Öyle ki işgücünde görülen azalmanın olumlu yönleri de ortaya çıkar, çünkü şirketler daha yenilikçi olmak zorunda kalır. Buna karşın işgücünde bolluk hantallığa neden olur. Ve elbette yurtdışından işgücü talep etmeye de çalışılır.
Avrupa Birliği tek başına geniş bir işgücü rezervi sunuyor – (Almanya hariç) 200 milyon. Son yıllarda da büyük göçler yaşandı. Henüz 2008 ve 2009’da ülkeye gelen ve ülkeden ayrılanlar birbirini dengelerken, o tarihlerden sonra AB ile gerçekleşen değişimde büyük bir göç artışı yaşanmıştır – 2013’te sayı 300.000 olmuştur. Alman iş piyasası AB yurttaşlarının büyük bir bölümüne açıktır; sınırlandırmalar Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan için geçerli. Öte yandan nitelikli işgücünün AB üyesi olmayan ülkelerden gelmesi de olanaklı; ancak bir gelir sınırı belirlenmiştir. Bu kurala bağlı olarak gerçekleşen göç ise çok düşük seviyede olmuştur. Nedeni ise gelir sınırının çok yüksek değil, aksine çok düşük olmasından kaynaklanmıştır. Doktor ya da mühendislerin Almanya’da bir vasıflı işçi ücretine eşit bir ücret karşılığında çalışacakları düşünülmüştür. İş piyasası AB üyesi ülkelerden gelmeyen ve meslek eğitimi almamış işgücü için geniş ölçüde kapalı. Bu, vasıfsız işçilerin iş piyasasındaki şansları çok zayıf olduğundan ve genelde işsiz kaldıklarından bir anlam taşıyor. Sözde sosyal hizmetler sisteminden yararlanma amaçlı göç üzerine yürüyen tartışma ise mantıksız. Göçmenlerin çoğu vasıflı insanlar. Ve eğer sosyal hizmetlerden haksız yere yararlanılması söz konusu olursa, o zaman bu göçmenlerin sorunu değil, aksine sosyal hizmetlerin yapılandırılmasıyla ilgili bir sorundur.