Gregor Gysi | Sol Parti Meclis Grup Başkanı
Şunu belirtmiş olalım, ben entegrasyonu belli bir toplumsal grubun ya da dini topluluğun sorunu olarak görmüyorum. Tam aksine! Entegrasyon sorununun göç kökenli insanların sorunu olduğunu söyleyen bir kimse insanları dışlamaktadır. Buna ihtiyacımız yok.
Ama aynı zamanda içe kapanma görüngüleri de yok değil. Yanıtlanması gereken soru ise bu içe kapanma olaylarının nedenidir. Alman çoğunluk toplumunun göç kökenli insanlara hala eşit haklar ve eşit katılımı tanımadığı açık bir gerçektir. Sosyal katılım sınırlandırılmıştır. Nedenler burada yatıyor ve bu nedenlerin giderilmesi gerekiyor.
Ancak sürekli aksi yönde ilerleyen çabalar var. Bir örnek veriyorum. Ben elbette zorla evliliklere karşıyım. Ama kadın ve kızlara karşı şiddetin tüm aleni ve gizli biçimlerinin, zorla yapılan evliliklerde olduğu gibi, açıkça dile getirilebildiği, eleştirilebildiği ve cezalandırılabildiği bir toplum arzuluyorum. Zira kadın ve kızlara karşı uygulanan şiddetin toplumumuzun tüm sosyal gruplarında, yalnızca farklı biçimlerde beliren toplumsal bir sorun olduğu bu şekilde netlik kazanır. Mevcut tüm sosyal sorunların, bunlara her ne kadar göçmenler arasında daha sık rastlansa da, eğer isteniyorsa, bu gruba özgü sorunlar olmadıklarını saptamak mümkün.
Alman toplumunda (hala) eksik olan şey, göç karşısında olumlu bir tutum içerisinde olmaktır. Federal Hükümet bir hoşgeldin kültürü yaratmayı koalisyon sözleşmesinde benimsemişse eğer, o halde böyle bir olumlu tutumun yokluğunu kabul etmiş demektir. Bitmek bilmeyen “Leitkultur” tartışmaları, Alman hukuk ve anayasa normlarının benimsenmesi için düzenli olarak yapılan ihtarlar, entegre olmak için özçaba gösterilmesinin sürekli talep edilmesi ve entegrasyonun reddedildiğine dair kesintisiz isnatlar, bu olumlu tutumun ne denli eksik olduğunu gösteriyor. Ve bu ayrıca Sarrazin gibi şahısların kışkırtmalarıyla para kazanacak kadar insanlar tarafından benimsendiğini de gösteriyor. Böylesi bir atmosferi devam ettirmek ya da uygun olmayan faaliyetlere girişmek isteyen bir kimse göçü reddeden kişi konumundadır, o, içe kapanmayı teşvik ederek ve ardından ikiyüzlü bir tutumla “paralel toplumlardan” yakınır.
Berlin’de 18 yaş altındakilerin yüzde 40’ından fazlası, neredeyse yarıya yakını göç kökenlidir. Bu nedenle bir “çoğunluk” ve “azınlık”tan söz etmek maceracılıktır. Nitekim Berlin’de, Kırmızı-Kırmızı Koalisyonu döneminde farklı bir yol izlenmiştir. Berlin bir entegrasyon yasası hazırlayan ve entegrasyonu toplumsal bir görev haline getiren ilk federal eyalettir. Ve çok farklı bir “inşaat alanı” daha, Berlin hauptschuleleri kaldırdı. Çünkü bu okul öğrencileri damgalıyor. Çocuklara şu deniliyordu: Hiçbir geleceğiniz yok. Ama en azından insanların geleceğini, yaşamlarının bu erken dönemlerinde reddetmemek gerektiğini söylemek mümkün olsun. Eğitim politikalarında yürütülen bir dizi çalışmayla göç kökenli öğrenciler arasındaki okulu terk etme rakamları yüzde 50 oranında azaltılabilmiştir. Elbette bu yeterli değil, ama bir şeylerin gerçekten değişmesi için, değişimi isteyen bir siyasi iradenin zorunlu olduğunu göstermektedir. Bir süre önce “TAZ” Gazetesi’nde eski Rütli Okulu hakkında bir haber okudum. İlk mezunlardan 18 öğrenci bir lise diploması ve 5 öğrenci de bir meslek yüksekokulu diplomasıyla okuldan ayrıldı. Zamanında yalnızca iki öğrenci lise mezuniyeti için tavsiye almıştı. Ve eskiden okulu terk etme oranı yüzde 20’yken bugün bu oran yüzde 5’tir. Başarım ortalaması Neukölln’ün genel ortalamasına çok yakın. Tabi bu okul yoğun destek aldı. Ancak bu durum okulun aleyhine değil, aksine varolan siyasi irade ile eğitim sistemimizin neleri başarabildiğini ortaya koyuyor. Ve yapılması gereken harcamalar, kuşkusuz yüksek miktarda olacaktır, her halükârda iyi yapılmış bir yatırım olurdu. Bu arada: Rütli Okulu’nda okuyan öğrencilerin yüzde 86’sı göç kökenli ve yüzde 78’i öğrenim gereçlerinden ücretiz yararlanma hakkına sahip (sosyal yardım alan kesim).
Burada da görüldüğü gibi entegrasyon politikalarının dil edinimine odaklanması konuyu saptırıyor. Elbette yaşadığım ülkenin dilini bilmek, bu ülkede her yönüyle daha iyi hareket edebilmem için önemli. Ama dil kurslarında yalnızca belirli öğeler öğrenilebilir. Dil ise native speakers (doğal konuşucular) ile günlük ilişkilerde gerçekten öğrenilir. Ve bu ilişki özellikle iş yaşantısında varlık gösteriyor. Çoğunluk toplumunun entegrasyonla ilgili tutukluluğu devam ettiği sürece mevcut durum devam edecek. Almanca kurslarında öğrenilenler her gün devreye girmediği ve derinleştirilmediğinde tekrar hızla edilgenleşecektir. Entegrasyon politikaları bu düşünceyi kavrayabilse birtakım kazanımlar elde edilmiş olur. Aile birleşiminin Almanca yeterlilik belgesi koşuluna bağlanması son derece ayrımcıdır. Avrupa Adalet Divanı uygulamaya karşı karar almış olup, gerekçeli kararı ise bu uygulamayla ilgili ilksel bir eleştiri içermemiştir. Ama dil uygulaması yanlış ve partim onu haklı olarak reddediyor.
Meslek diplomalarının artık kabul edilmesi önemli. Bu yapılmazsa insanlar yalnızca çalışmaktan alıkonulmuş olmaz, insan kaynakları da kullanılmamış olur. Bu konular sıkça tartışılıyor, ama siyasi kararlılık eksik. Kamu kurumlarını neden göçmenlere açmıyoruz? Bu, kamu hizmetleri kadar kültürel kuruluşlar ve medya kuruluşları için de geçerli. Bu da insanların bu toplumdaki yaşamla özdeşleşmelerini kolaylaştırır. Ve göçmen olmayanlara göçün ne kadar normal olduğunu kavramalarını sağlar.
Sonuçta siyasi entegrasyon gündemdedir. Birçok göç kökenli insan burada yaşamak ve Alman vatandaşı olmak istiyor. Ancak kendilerini bağlı hissettikleri bir ülkeyle ilişkilerini kesmek istemiyorlar. Tek vatandaşlık siyaseti izleyenlerse bunu talep ediyor. Bazen Alman vatandaşlığının yanı sıra ikinci bir vatandaşlıktan vazgeçmemenin güçlü ekonomik gerekçeleri de var. Bence bunlar kabul edilebilir nedenler. Alman vatandaşı olduğu için hiç kimseye dezavantajlar dayatılamaz. Ben ayrıca geleceğin Alman vatandaşlarının mümkünse anayasaya ve hukuka bağlılıklarını belirtmelerini isteyen ve tespih çeker gibi tekrarlanan çağrıları da bir dayatma olarak görüyorum. İlkin bu istek anayasa ve hukuk için belli bir toplumsal grubun tehlike oluşturduğunu varsayar, ki bu bir saçmalıktır. İkincisi basit bir bağlılık beyanı hiçbir anlam taşımaz ve üçüncüsü hukuku uyguladıklarında anayasaya bağlı olanlar yalnızca devlet kurumları ve siyasetçilerdir. Belki CSU için bu çok derin bir konu, ama özünde bu böyledir.
Toplumumuz göçmenlerin karşısına çıkarken şeffaf değil. Tehlike kokusu alıyor ve “hoşgeldin!” sözünü sınırlandırmalarla seslendiriyor. Mülteciler karşısında içe kapanıyor, ama ekonomik olarak yurtdışından talep edilen yüksek nitelikli işgücüne ilgi gösteriyor. Alman toplumunun kendi çabalarını gerektirmeyen ekonomik yararlılık Alman göç politikalarının marka özelliğidir. Almanya’da yaşayan göçmenlere bu her gün yeniden hissettiriliyor.
İstendiği takdirde bir şeyleri değiştirmenin mümkün olduğunu bilhassa Berlin’de gösterebilmiş olmak özellikle Sol Parti’nin bir kazanımıdır. Partimin entegrasyon politikalarına yaklaşımında belirleyici olan şey, entegrasyon sorunlarını göçmen sorunları olarak değil, aksine Alman toplumunun derin sosyal ve siyasal sorunları olarak görmemizdir..