Prof. Dr. Horst Pöttker
Dortmund Teknik Üniversitesi
1900’lerde Ruhr Polonyalılarının çok çocuk doğurmasını konu alan alaycı bir kartpostal:
“Arabayı sıfırlamak”, çok fazla işlevsiz taş ve az kömür içerdikleri için sayılmayan ocak arabalarını ifade eder – maden işçilerinin grev nedenlerinden birisidir.
Kartın üzerindekiler:
Grev bölgesinden neşeli sahneler.
“Ne o Stanislaus, arabanın sıfırlanmasından korkmuyor musun? Hayır dostum, araba sıfırlanmayacak, çünkü o hep dolu.”
İyi niyetli siyasetçiler Ruhr Polonyalılarını Almanya’da göçmenlere karşı bir hoşgeldin kültürünün varolduğunu göstermek için bir örnek olarak sunuyorlar. Ne yazık ki siyasetçiler yanılıyor. Konuya başından itibaren bakıldığında, bu olay, çağdaş bir göç toplumunun birlikteliğini başarmak için, göç alan toplumun ve göçmenlerin nasıl davranılmayacağını öğreneceği, başarısızlığa uğramış bir entegrasyon modeli olarak belirginleşiyor.
Birkaç Veri
1870 ve 1914 yılları arasından Ruhr Havzası’ndaki kömür üretimi on kat artmıştı. Artan işgücü gereksinimi nitekim Alman İmparatorluğu’nun ekonomisi geri kalmış doğu eyaletlerinden göç eden, ancak kültürel özdeşlikleri itibariyle Polonyalılardan oluşan insanlarla karşılanmıştır.
1960’lı yıllarda Federal Almanya’ya gelen iş göçü örneğinde olduğu gibi, başta özellikle Polonyalı erkekler Ruhr Havzası’na yerleşmiş, ama ailelerini de hemen arkalarından getirtmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ruhr Havzası’nda yaklaşık yarım milyon Polonyalı yaşıyordu. Büyük bir çoğunluğu doğuda kalan kırsal yurtlarına dönmek istemiyordu, aksine kendi geleceklerini Ren ve Ruhr’da bulunan bu dinamik sanayi bölgesinde görüyorlardı.
Ama Ruhr Polonyalılarının çoğu Alman maden bölgesinde kalmamıştır. 1920’li yılların sonunda göç kökenli Polonyalıların bu Havza’daki sayısı 150.000’e gerilemiştir. Almanya’dan ayrılanların yalnızca 40.000’i yeniden kurulan Polonya Devleti’ne dönmüş, 300.000’i aşkın insan Fransa’nın kuzeyindeki sanayi bölgelerine yerleşmiştir. 1922’de Dortmund’dan sorumlu hükümet başkanı Polonyalı maden işçilerinin aniden eksilmesinin kömür üretimini sekteye uğrattığından yakınmıştır. Ruhr Polonyalılarının nasıl yoğun olarak Fransa’ya göç ettiklerini, Bochum ve Herne’de Lehçe yayımlanan ve okurlarının arkasından giderek Lille ve Lens kentlerine yerleşen “Viarus Polski” ve “Narodowiec” gazetelerinden de anlamak olanaklı, her iki gazete 1970’li yıllara kadar yayınlarını sürdürmüştür.
Entegrasyon İçin Bir Örnek mi?
Nüfusu oluşturan bir grubun kapsamlı göçü hiç de başarılı bir entegrasyonun örneği olarak görülemez. Birlikteliği üyelerinin etnik türdeşliğine değil, beraberce kabul edilen genel değerlere (anayasa, insan hakları), anlaşmaya ve karşılıklı saygıya dayanan göç toplumlarında da, bu birliktelik kalma iradesini önkoşar. Kalma iradesi yaşanılan yerde yeterli derecede mutlu olmayı gerektirir. Görüldüğü kadarıyla Ruhr Polonyalıları açısından böyle bir mutluluk yoktu.
Elbette: Bugün Almanya’da kalan Ruhr Polonyalılarının torunları ancak Slavca aile adlarından tanınabilir. Günümüzden bakıldığında onlar tam bir asimilasyon örneğidirler. Bu olayda tam asimilasyonu yalnızca kalış süresi ile değil, aksine 1920’lerde kalmak isteyenlerin kendi seçimleriyle ve her şeyden önce Polonyalı derneklerindeki etkin üyelerin, yönetimi altında takibe alınmayı ve hatta toplama kamplarına gönderilmeyi hesaba katmak zorunda oldukları Nasyonal Sosyalist Rejim’in olağanüstü ağır uyum baskılarıyla açıklamak mümkün. Buna karşın tam asimilasyona başlangıçtan itibaren bakıldığında ve göçmenlerin beraberinde getirdikleri kültürel özdeşliğe saygılı kültürlerarası bir entegrasyon kavramı temel alındığında, Ruhr Polonyalıları başarısızlığa uğramış entegrasyonun bir durum modeli olarak yansır.
Başarısızlığın Tarihsel Etmenleri
Entegrasyonu elverişli kılan koşullardan biri Polonyalı göçmenlerin yüzde 99’unun Alman vatandaşı olmalarıydı. Böylece hukuksal açıdan siyasete, iş yaşamına, sosyal sigortalara vb. katılımlarının önünde yerli Almanların karşılaştığı engellerden daha fazla engel yoktu. Entegrasyonu elverişsiz kılansa, Polonya’nın Avusturya, Prusya ve Rusya tarafından uzun bir dönem bastırılan devlet statüsünün, bu dönemde dil, dini semboller ya da tarih gibi kültürel özdeşliğin karakteristik yönlerini vurgulayan bir Polonya milliyetçiliğinin gelişmesine yol açmış olmasıdır. Bu iki etmen örneğin günümüzdeki kültürlerarası entegrasyon fırsatlarıyla karşılaştırıldığında birbirini dengelemiş olsun.
Bir diğer etmen içinse böyle bir şey geçerli değil. Bugün Almanya iyi gelişen bir ülke, ancak Weimer Cumhuriyeti’nin ekonomisi zayıftı. Fransız kömür kartellerinin maden işçilerini saflarına çekmek için 1921’de bürolarını kurdukları Ruhr Havzası için bu ekonomik durum özellikle geçerliydi.
Ancak Ruhr Polonyalılarının entegrasyonunda yaşanan başarısızlığı salt bununla açıklamak olanaksız. 1920’lerin ortasında ekonomik durum düzeldiği halde Almanya’dan göçleri devam etmiştir. Ve Polonyalı göçmen ailelerin Almanya’dan Fransa’nın kuzeyine göçü henüz Birinci Dünya Savaşı’ndan önce başlamıştı.
Alman Tarafı: Cermenleştirme
Baskısı ve Bilgisizlik
Alman İmparatorluğu milliyetçilik çağının bir ürünüydü. Ruhr Havzası’na göç eden Polonyalıların ilk kez Nasyonal Sosyalist Rejim döneminde değil, aksine henüz Wilhelm Almanya’sında Cermenleştirme baskısına uğramalarının nedeni, İmparatorluğun kendini etnik homojen, kültürel derinliğe sahip bir ulus olarak kavramasıydı. Bu “Hakatizm”in amacı Polonyalıların kültürel özelliklerini ezmekti. 1896’da Vestfalya Eyaleti Genel Başkanı Hakatizm programını şöyle formüle etmiştir: “Ajitasyon ve dernekçiliğin sıkı denetime tabi olması, Polonyalı papazların uzak tutulması, Kamuoyuna açık toplantılarda Lehçe kullanımının sınırlandırılması, okul eğitiminin yalnızca Almanca yapılması, bunlar krallığın batısında yaşayan Polonyalıları Cermenleştirmenin araçlarıdır”.
Ayrıntılarıyla formüle edilen Hakatizm’in yanı sıra, Ruhr Polonyalılarının, Recklinghausen’da olduğu gibi nüfusun dörtte birini ve belirli maden ocaklarındaki işçilerin neredeyse tümünü oluşturdukları halde, yerel basın tarafından dikkate alınmamaları da buna eklenmiştir. Bu kentte Polonyalıların yaşadığını, nikah dairelerinin vatandaşların medeni haliyle ilgili yayınladığı, “Recklinghausen Gazetesin”de çıkan Slav adlardan ve bu gazetede cezai suçları konu alan haberlerden anlamak mümkündü.
Asimilasyon baskısı ve ayrımcılık içeren bilgisizlik, göçmenlerde tutukluğa neden olacağından entegrasyona katkı sunmaz.
Polonyalılar Tarafı: Etnosentrik
İnatçılık
O dönem Ruhr Havzası’nda yaygın olan Lehçe basına bakıldığında, Ruhr Polonyalıları arasında egemen olan bu anlayışı açıkça görmek olanaklı. Örneğin 1913’te “Viarus Polski” Gazetesi’nde “Polonyalılar İçin On Buyruk” başlığıyla yayınlanan bir yazıda okurlara şu emrediliyordu: “Ben Polonya’yım, senin anavatanın. Benden başka bir anavatan tanımayacaksın. Anadilini yabancı sözcükler ve deyimler kullanarak kirletme, çünkü Lehçe dünyadaki hiçbir dilde olmayan zenginliklere sahiptir. Evlatlarımı çalma. Aralarında Almanca konuşmalarını yasakla ve kendin de onlarla hiçbir zaman Almanca konuşma. Başka ulustan bir kadını arzulama, yalnızca bir Polonyalı kadınla evlen”.
Medyanın kendi göçmen okur kitlesine kültürel gettolara çekilmelerini öğütlemesi ve göç alan toplumu göz ardı etmesi ya da ondan tiksindirmesi entegrasyonun yararına değildir.
Göç alan toplumun asimilasyon baskısı bir tarafta ve göçmenlerin etnosentrik alt kültürü diğer tarafta birbirini karşılıklı olarak tetikler. Bu nedenle Ruhr Polonyalılarının kültürlerarası entegrasyonu gerçekleşemezdi. Günümüzün göç toplumunda her iki taraftaki insanlar ve medya bu hatalardan ders çıkarabilir.
Kaynak
Kleßmann, Christoph (1978): Polnische Bergarbeiter im Ruhrgebiet 1870-1945. Soziale Integration und nationale Subkultur einer Minderheit in der deutschen Industriegesellschaft. Göttingen.
Murzynowska, Krystyna (1979): Die polnischen Erwerbsauswanderer im Ruhrgebiet während der Jahre 1880-1914. Dortmund.
Pöttker, Horst/Bader, Harald (2009): Gescheiterte Integration? Polnische Migration und Presse im Ruhrgebiet vor 1914.
In: Geißler, Rainer/Pöttker, Horst (Hrsg.): Massenmedien und Integration ethnischer Minderheiten in Deutschland. Bd. 2: Forschungsbefunde. Bielefeld, S. 15-46.
*Bu yazı ilk kez PoliTeknik’in 5. sayısında yayınlanmıştır, Sayfa 9, Ocak/Şubat 2015