Silvia Bisagna
Öğretmen – Unione Sindacale di Base (USB) Kamu Personeli – Okul çalışanları – İtalya
“Herkes eğitim hakkına sahiptir”. Eğitim, gençlik ve bir ülkenin geleceği hakkında konuşurken bu ilk cümle daima akılda tutulmalıdır. İtalya Anayasası (BM İnsan Hakları Bildirgesi ile aynı yılda, 1948’de onaylanarak yürürlüğe girdi) okullaşmanın ilk 8 yılında kamusal eğitime ücretsiz erişim ve öğretmenlere öğrencileri ellerinden gelen en iyi şekilde eğitme özgürlüğü tanımaktadır. Bu, İtalyan Anayasası’nda ve BM İnsan hakları Evrensel Beyannamesi’nde (İHEB) tümüyle kabul edilmektedir.
Eğitim İtalya’da 6 yaşında 5 yıllık ilkokul eğitimiyle başlar ve ardından 3 yıl ortaokul, 5 yıl lise eğitimiyle devam eder. Öğrenci 16 yaşına gelinceye kadar eğitim zorunludur. Ortaokulun sonunda, öğrenciler tamamı 5 yıl süren, farklı rotalar seçer: Liceo; temel amacı Üniversite’ye hazırlık olan teorik bir okula ya da çalışma hayatına hazırlamayı amaçlayan teknik ve mesleki okullara karşılık gelir. Teknik veya mesleki okullardan sonra da öğrenciler üniversiteye erişebilir, zira tüm okullar öğrencilere ana branşlarda (dil, tarih, matematik, fen bilimleri, vb.) evrensel bir eğitim verir. İtalyan Anayasası’nda okullaşma kamusaldır. Özel kesim, devlet varlıkları olmaksızın okul kurabilir (İtalyan Anayasası, madde 33 ve 34).
Ne yazık ki son 30 yıldaki yasal düzenlemeler ve okul reformları eğitim hakkına saldırmaktadır.
İyi bir eğitim vasıtasıyla sosyal, ekonomik ve bireysel konumunu iyileştirme olasılığı bakımından yaşanan güven eksikliği ve (iş kaybı yoksulluğun en yaygın nedeni olduğundan) ailelerin kronik gelir ihtiyacı nedeniyle okulu bırakma oranı sürekli artmaktadır. Tüm çalışmalar, eğitime yatırımın daha iyi ve hızlı bir istihdama olanak sağladığını kanıtlasa da, bu durum yaşanmaktadır.
Bu olgu ülkenin kuzeyindeki %11,3 ve orta kesimindeki %10,7’lik oranla karşılaştırıldığında, Güney İtalya’da %18,5 gibi bir okulu bırakma oranıyla tarihsel olarak da yaygındır. Erken bırakanların çoğu, %33,1’i İtalya’da yaşayan yabancılardan oluşurken genç İtalyanların okulu bırakma oranı %12,1’dir. Yine de, yabancılar arasında okulu yarıda bırakanların oranı düşerek, İtalyan akranlarına kıyasla eğitim sistemine daha fazla güvendiklerini ortaya koymaktadır.
İtalyan hükümetleri bu durumla başa çıkamamaktadır. 2008’den bu yana eğitim sistemi çok sayıda reform gördü, bunların hiçbiri okulu yarıda bırakma oranlarını iyileştiremedi ya da eğitimlerini tamamlayan öğrencilerin vasıflı oldukları alanda eşit ücret aldıkları bir iş bulmalarına yardımcı olmadı.
İtalyan eğitim sistemindeki vasıfsızlaştırmanın ilk adımı 2008’de, kamusal eğitime aktarılan kaynak çarpıcı bir düzeyde kesildiğinde yaşandı; bu düzenleme öğretmen istihdamının belirgin şekilde düşürülmesini, teknik ve mesleki okullardaki laboratuvarların neredeyse tümünün ortadan kaldırılmasını ve bir yandan öğretmenlerin reel ve yapıcı bir temas geliştirmesini sağlarken, diğer yandan öğrencilerin erken yaştan itibaren farklı yaklaşım ve yöntemleri öğrenerek bunları takdir etmesine olanak sağlayan, çocuklara ve onların ihtiyaçlarına yönelik daha eksiksiz bir kavrayışa imkan veren üç öğretmenli modele karşılık, ilkokullarda tek öğretmenli modele dönüşü içeriyordu. Engelli öğrencilere yönelik eğitim desteği sunan öğretmenlerin sayısı bile sert bir biçimde düşürüldü. Tüm bunlar, pedagojik ya da didaktik bir perspektif barındırmayan, bir ekonomi ve tasarruf projesinin ürünüydü. Buna karşılık özel okullara ayrılan fonlar arttırıldı. Bu yasa seti okulları kaosa sürükledi. Öğretmen eksikliği sınıflardaki öğrenci sayısının artmasına neden oldu, her öğretmenin bildiği gibi, sayıları arttıkça güçlük yaşayanlara yardım etmeniz zorlaşır. Engelli öğrencilere desteğin azaltılması ailelerin devlete karşı dava açmasına neden oldu, en sonunda (İtalya’daki en yüksek yargı kurumu olan) Anayasa Mahkemesi tarafından, hiçbir ekonomik talebin öğrenme hakkını ve okul ve topluma entegrasyon hakkını ihlal edemeyeceğini belirten bir kararın çıkarılmasını sağladılar[1].
Aynı yıllarda, kamu kizmetlerine, tüm kamu çalışanlarına ve hatta devlet okulu öğretmenlerine karşı yürütülen kitlesel medyatik ve siyasi saldırılar, eğitimin rolü ve işlevinin karalanmasına yol açtı. Çocuklarını “çalışma dünyasına” gerçek anlamda hazırlayamadığını düşünen aileler, okul sistemine duydukları güveni kaybettiler. Küresel kriz yıllarında okullar, öğrencilerin ve ailelerin ihtiyaçlarına acil yanıt üretemiyor, iş bularak bir gelecek inşa etmelerine yardımcı olamıyor gibi görünüyordu. Bu da 2015’te çıkarılan daha kapitalist, şirket odaklı ve özelleştirmeye yol açan bir okul yasasına giden yolu hazırladı. “Buona scuola” (“iyi okul”) olarak adlandırılan yasa okul sistemine özel şirketleri getirerek öğrencileri lisenin son üç yılında (lisede) en az 200 (teknik ve mesleki okullarda) en fazla 400 saatlik “Alternanza Scuola-Lavoro” (Okul İşi Nöbeti, ASL) uygulamasına katılmak zorunda bıraktı. Öğrenciler okul saatlerinde ya da tatil günlerinde, genellikle çok az ya da hiçbir denetimin olmadığı, çalışmalarıyla ilgili olmayan, sigortasız ya da iş güvenliği farkındalığından yoksun bir şekilde çalışma faaliyetlerine katılmak zorundaydılar. ASL’yi karşılığı ödenmeyen iş, sömürü, boyun eğme ve çalışma hayatıyla sınırlı olmayan kapsamlı bilgi edinme ve eleştirel düşünme tarzını kazandırma amacı taşıyan eğitim saatlerinin kısılması gibi yöntemlerle genç nesilleri değersizleştirmenin bir yolu olarak gören öğrenciler ve öğretmenler tarafından çok sayıda protesto gerçekleştirildi.
Protestolar, ASL saatleri sırasında öğrencilerin çeşitli ciddi kazalar geçirmesi sonucunda büyüdü. Ayrıca ASL’yi iş bulmanın hiç olmadığı kadar zor olduğu bir dönemde, savaş ya da kıtlık yaşanan ülkelerden İtalya’ya gelenlere karşı korku ve nefret politikasını büyüterek bireyciliği yaygınlaştırmanın bir aracı olarak da okuyabiliriz. İtalyan okulları her zaman kapsayıcı olagelmiştir: 1970’lerden bu yana, engelliliğe ilişkin oldukça gelişmiş bir yasa sayesinde öğrenimi desteklen öğretmenler eğitilerek, ayrı sınıfları kapatmak üzere istihdam edilmiş, bu sayede engelli öğrenciler normal sınıflara entegre edilmiştir, bu da sınıflara farklılıkları taşımış, öğrencilerin deneyimlerini zenginleştirmiş, onlara farklılıkların var olduğunu öğretmiş ve sınıflar herkes için kaynak haline gelebilmiştir. Doğu Avrupa, Afrika ve Asya’dan göçmen dalgası arttığında çocuklar ve gençler sınıflarda ağırlanmış ve her sınıfta, sabah ya da öğleden sonra, normal okul saatlerinden sonra ikinci dil olarak İtalyanca dersi faaliyete geçirilmiştir. Son yıllarda, İtalyanca L2 yeni bir eğitim haline gelmiştir, ancak alan dersinde uzman öğretmenler, okulların bu dersleri başlatma yetkisi olmadığından iş bulamamaktadır. Bu, İtalya’nın eğitimle ilgili en kötü paradokslarından biridir; politikalar fonlarda aşağı yukarı doğrusal kesintilere ve kamusal hizmette azalmaya neden olmaktadır.
İtalyan okul sistemi Avrupa’da bir modeldi. Bugün, Avrupa ve İtalya’nın politikaları bu modelin bir gölgesi haline gelmiştir. Öğretmenler olarak bizler, öğrenciler ve aileler, her bir çocuğun evrensel değerlerle büyümesine, bilinçli ve olgun bir yurttaş haline gelmesine imkan veren eşit bir okul sistemine geri dönüş için, hak talebi mücadelemize devam edeceğiz.
[1] bkz. Anayasa Mahkemesi kararı no. 80/2008