Prof. Dr. Eva Borst | Mainz Üniversitesi
Kavramsal çaba göstererek ideolojilerin üzerindeki örtüyü kaldırmaya katkı sunmak, bu ideolojileri içerdikleri gerçek itibariyle incelemek ve çelişkileri ortaya çıkarmak, eleştirel bilimin daima bir görevi olagelmiştir. Eleştirel bilimin ideoloji yüklü, bir kez dile getirildiler mi, içimizin derinliklerine demir atmış duyguları gün yüzüne çıkarmayı başarabilen sözcüklere eğilmesi de gündemdedir, ki elbette bu duyguların nereden kaynaklandıkları karanlıkta kalır ve bu nedenle de siyasi açıdan araçsallaştırılabilir. Bu aşırı duygu yüklü sözcüklerden biri de, onunla hangi entelektüel ya da dokunaklı deneyimlerin ilintilendirildiğine göre bağlılık ya da savunma duygularına yol açan “anayurt” sözcüğüdür. “Anayurt” kavramı özellikle Almanya’da görünüşte telafisi imkânsız bir tahribata uğramıştır. O, bizi çaresizlik, ümitsizlik ve huzursuzluk içinde bırakıyor. Anayurt kulağa yanlış geliyor, çünkü o ırkçılıkla, kendisine uymayan herşeyi acımasızca yok eden ve hiç anayurtları olmamış yabancıları yaşanmaz bölgelere süren o çılgınlıkla içli dışlıdır. Onun adına cürüm işlenmekte, savunulması için insanlar yerinden edilmektedir.
Anayurt sözcüğü faşist içeriklerle dodurulması nedeniyle hafızamızda karanlık ve neredeyse tüyler ürperticidir Ama aynı zamanda anayurdun bir yıiçerisinde (parti) siyaseti arenasında yeni bir boyuta taşınan formülü de korkutmaktadır, ki bu formül aslında görünüşte içeriksizmiş gibi belirmekte, ancakendi içerisinde çelişki taşıyan bulanıbir düalizmin tanıdık, güçlü çağrışımlarını körüklemekte, ne var ki bu çelişkyi propagandist yönetim ve manipülasyon mekanizmalarıyla dengelemektirHer kim anayurt için duyulan hislere htap ediyor ve aynı zamanda neo-liberaküreselleşmeye övgüler diziyorsa, o kşinin aklında, belki de halkın pek de yararına olmayan bir planı var demektirFederal Almanya’nın hammaddeler, tcaret ve ikmal yolları, refahın savunuması ve de serbest pazarın dayatılmasiçin dünyayı hedef alan hegemonyal çabalarını örnek gösterebiliriz, nitekim tüm bunlar bir süre önce yayınlanan “Federal Ordu’nun Beyaz Kitabı”nd(2016) ele alınan askeri doktrinde altçizilerek belirtilmiştir. Dolayısıyla bsenaryo için korku uyandıran küreseleşmenin dengi olarak anayurdun devreye girmesi pek de şaşırtıcı değildirAnayurt, geleneksel insana, farklı yaşam biçimlerinden ve insani deneyimlerin çokluğunu tanımaktan anakronibir dönüş sergileyerek, kendisi gibi olana bağlanmayı vaadeder. O, koruma vküresel rekabette aynı düşüncede olanların birlikteliği içerisintam vaadeder. Söz konusmatik bir biçimde, neresen bir tempoda kamuoylebilir bir hale getirilmtık Almanya, benim diysi temsilciler tarafından lenen bir Anayurt Bakamuştur. Kavram bu şekirak Nasyonal Sosyalizm korkunç etkisi üzerinde den toplumun ortasına yve kendilerini her türlü şında tutan CDU ve SPD biçimde sahiplenilmektradikal sağcı ya da aşırı sile aralarındaki sınırlartedirler. Dolayısıyla bu kyelpazede salt sağcı köşğini düşünmek yanlıştır.
Almanya’nın tam da ülke dışındsavaşa hazırlandığı şu anda hararele savunulan anayurdun bu biçimi kmin korunmasına hizmet ediyor? Hangi bağlılık harekete geçirilmek, hangduygular uyandırılmak isteniyor? Hangi amaçla? Göründüğü kadarıyla burada, başta toplumun geniş kesimlerinineo-liberal talanına karşı her yerde hissedilebilen, çıkmasından korkulan ulusal ayaklanmaya karşı bir sakinleştirme hapı söz konusu olduğu çok açık. Ancak stratejik olarak dışarıdan gelen tehlikeye karşı içeride duygusal bir birlikteliğe ihtiyaç var (bkz. Weißbuch 2016). Zira anayurt savunulmak ister.
Eğer “anayurt” kavramını içeriği itibariyle kaybetmek istemiyorsak, ki içeriğin şekillendirilmesini bu kavram ile barbarca hedeflerini izleyenlere bırakmak budalalık olur, onu, anında toprağı çağrıştırmadan nasıl ele almalı ve ayrıntılandırmalıyız? “Özetle,” diyor marksizmin tarihsel-eleştirel sözlüğünde, “anayurt kurmanın pratik deneyimi olarak sosyalist projenin çöküşü ve muhafazakâr anayurt söyleminin […] bu çöküş ile el ele yürüyen yükselişi, solun, anayurdun diyalektik açıdan irdelenmesini dahi durdurmasına neden olmuştur (Weber 2004). Geriye çoğu kez sadece savunma kalmaktadır”.
Savunma, psiko-analitik bir kategori olarak ele alındığında, günyüzüne çıkmaması gereken, ama içeride etkili olan ve en elverişsiz koşulda insanın karşı koyduğunun tam tersine neden olan birşeyin bilinç altına itilmesini ifade eder: Salt belli bir yaşanmışlık ya da etkileyici bir karşılaşma nedeniyle, anayurt ile bağlantılı bir duygu geliştirileceği korkusuna kapılıp, “anayurt” kavramından nefret etmek.
Ancak bununla insanın antropolojik açıdan kanıtlanmış, kırılganlığı nedeniyle varlığını güvenli sosyal koşullarda sürdürmeye gayet etme özelliği inkâr edilmektedir. Eleştirel pedagojide ve eğitim-öğretim teorilerinde pek aydınlatılmayan görünüm, duygulara yaklaşımdır, toplum eleştirisi ise daha çok insanın toplumsal ve maddi koşullarıyla ve de onun mantıklılığıyla ilişkilidir. Ancak insanın duygusal anayurdunu nerede bulduğu, bir diğer ifadeyle, onu, herşeyi idaresi altına alan bir neo-liberalizm karşısında nasıl gerekçelendirdiği, şu ana kadar eleştirel eğitimbilimlerinin nesnesi olmamıştır.
Bu kavramdan kaçmak ve kendinkandırarak, onun ifade ettiği içeriklerle herhangi bir ilişkisi olmadığını düşünmek pek bir yarar sağlamaz. Ayrıcyeniden canlanması amacıyla dolaşımsokulan anayurt kavramının halk içerisinde bir yankı bulduğu gözardı edilemez, çünkü o gerçek ihtiyaçları dilgetiriyor ve insanları seferber edebilme becerisi de taşıyor. Şu anda bu seferberliğin PEGIDA gibi sağ popülist hareketler adına iyi işliyor olması, eleştirepedagojinin, burada hangi gereksinimler söz konusu olduğu sorusunu yöneltmesi için bir neden sunuyor. Bu gereksinimler insanların yaşam gerçekleriylnasıl bir bağlantı içerisindedir, onların iktidar tarafından suistimal edilmesnasıl engellenebilir? Öyleyse konu anayurt kavramının çağrıştırdığı çok çeşitli gereksinimleri saptamak, bu kavramgeniş tutmak ve de siyasi araca dönüştürülmeye hazır olmamasını sağlamlaştırmaktır.
Birkaç yıl önce Bertelsmann Vanın önayak olduğu ve ulusal duygra hitap eden “Sen Almanya’sın” slonının da ötesine geçen “anayurt” kramı, kolayca bir kenara bırakılayacak bir aidiyet duygusunu anımtır. Benliğin bir parçası olarak Almya ile araya mesafe koymak kolay ollir, ancak anayurda yüz çevirmek o dar da basit değildir, hepimizin içiolduğundan, o, her türlü soyutlamadışındadır: İhtiyaç olarak, özlem, deşlik ve duygu olarak içimizdedir. tan’ ve ‘ulus’ gibi insanların yaşam çekleriyle bir ilgisi olmayan soyut kgorilerden farklı olarak, anayurt, bidışımızda bir yerde değildir. Ne uludevlet ve etnik köken aidiyeti, ne bösel ve ailesel köken ne de sınıf kökanayurdu açıklayamaz. Bunların tübizi, birçok kez karşımıza çıkmış, yal ayrımcılık ve sömürüye neden ove insanları ait oldukları sınıf, etnik ken ve cinsiyete göre seçen efsanevi celtmelerin çıkmaz sokağına sokar.
Anayurt aslında salt çelişki kapsamında somutlaştırılabilir. Bu kavram tarihsel-toplumsal ilişkiler üzerinden açıklamasını bulur, o ancak ayrımcılık karşıtı olarak kavranabilir ve siyasi vsosyal adaleti çok kapsamlı bir anlamda hesaba katmalıdır. Bunun anlamı, anayurttan söz eden herkesinanayurt düşüncesinin ortaya çıktığı maddi koşulları, yani üretim ve yeniden üretim koşullarını analiz etmeyi gözardı edemeyeceğidir. Ama anayurt sadece güvence altına alınmış bir yaşam ifade etmez. Anayurt ciddiye alınması gereken bir duygu anlamına da gelir. Ya da Horkheimer’in sözleriyle: “Şu sözler çoktan söylenebilirdi: le planète natal, üzerinde doğduğumuz gezegen. Böylesi bir anayurt düşüncesi birgün insanların kalbine yerleşmiş olduğunda, o zaman insani koşullara denk düşen o dayanışma doğabilir” […] (Horkheimer 1985, S. 323).
Biz daima her ikisiyiz: Sevdiğimiz kişilere, yerlere ve dillere anayurt çerçevesinde bağlıyız. Ancak, cezbeden efsane ve
onun temsilcilerinin bizi inandırmaya çalıştıklarının tersine, anayurt bizi tümüyle saramadığından, içimizde daima bir yabancılık olduğundan, aynı zamanda birer yersiz yurtsuzuz. Anayurdu karakterize eden şey, anayurt ile yersiz yurtsuz olmanın kesişim noktasında oluşan sürtünmelerdir. Bu boşluk, anayurdun, insan dostu bir proje olarak kendini tesis etmesi için gerekli bir boş alandır. Öyle bakıldığında, anayurt, her ne denli tasarımda bulunsa ve geleceğe havale edilmiş olsa da, şu an varolan şeyde mevcut, somut bir ütopyadır. Anayurt umuttur, ya da Marc Bloch’un sözleriyle: “Ancak tarihin kökü, çalışan, yaratan, verili koşulları değiştiren ve aşan insandır. Kendi farkına vardığında ve terk etmeden ve yabancılaşmadan kendinin olanı gerçek demokrasi ile gerekçelendirdiğinde, dünyada, herkesin çocukluğuna yansıyan ve hiç kimsenin uğramadığı birşey oluşur: Anayurt” (Bloch 1993, S. 1628).
Buna göre, toplumsal gelişim süreçlerinde oluştuğundan, yurdun, hiçbir içeriksel yoruma yer bırakmayan, kapalı bir kavram olarak teşhis edilmesi tümüyle yersizdir. Bağlılığa, esenliğe ve sosyal güvenliğe duyulan özlem insani gereksinimlere tekabül eder ve damgalanmaktan korkmadan dile getirilebilir olmalıdır.
Öyleyse anayurt kavramını nasıl ele almalıyız? Dışlamadan ve ilkel parolaların tuzağına düşmeden? İdeolojik suistimale uğramaması için anayurt sözcüğüne eşdeğer hangi ifadeler kullanılabilir? Bu sözcükten tümüyle vazgeçilmesi, yersiz yurtsuz olanların, yerinden edilenlerin, mültecilerin içinde bulundukları sefaletin adını anmamak anlamına gelir: Zira bu, hükümetleri tarafından kendilerinden esirgendiği için anayurtlarını kaybettiklerini ifade eder.
Sürgün aynı zamanda anayurda dönüşebilir mi? Ve sağcıların ham parolalarına kanmak istemeyen, ama yine de düşüncelerinde anayurt diye birşey ile sıcak duygular bağdaştıranlar için anayurt neyi ifade eder? Anayurt çok biçimli olabilir mi?
Pedagoji anayurt kavramının yeniden araçsallaştırılmasıyla ortaya çıkan temel soru ve sorunlara nasıl yanıtlar verebilir? Bir tarafta anayurt kavramının çekim kuvvetinin arkasında duran gereksinimleri eleştirel tarzda ele alan, diğer taraftan siyasal suistimaline karşı savaşan toplumsal-siyasal bir eğitimöğretim süreci nasıl kurulabilir? Bu kategorinin arkasına gizlenen toplumsal sorunları gerektiği gibi ele alabilmek için, pedagojinin teori ve pratiğinde hangi yeni yönelimler gereklidir?
Zira insanın eğitim-öğretim süreci, anayurt olması ya da olmaması arasında gerçekleşen sürekli bir değişim etkinliği olarak kavranabilir. İnsanı toplumsal bir gruba yerleştirmeyi denemeyen bir pedagoji düşünülemez. İnsanın sosyalleştirilmesi olmadan, insan kişiliğinin temellerini oluşturmak olanaksızdır. Pedagojinin hedefi aynı zamanda insanın her türlü bağımlılık ilişkisinden çıkarılmasıdır. Bu, insanın kendi yaşam koşullarını özerk olarak biçimlendirecek düzeye getirilmesi amacıylabirincil toplumsallaşmada özneleşmek için gerekli yerleşik halin aşılmasını, insanın doğrudan tanışık olduğu yaşam dünyasında (Heydorn) “tutuklu olma” durumundan kurtulmasını ifade eder.
Öte yandan özerkliğe verilen bu yetki, insan kendi yaşam koşullarıyla arasına mesafe koyarak bu koşulları kavrayabildiği ve bu koşullarda etkin olabildiği ölçüde, yerleşik halin bir üst basamağını oluşturur.
“Anayurt” kavramı üzerine düşündüğümüzde, bunu tüm ayrıntılarıyla yapmak zorundayız. Birincisi, onun ulusal ve faşist mirasıyla ideolojik-eleştirel açıdan uğraşılması bu ayrıntıların bir parçasıdır, ama aynı zamanda yabancı olandan ve yabancılardan korunmak için günümüzde söz konusu kavramın yaygınlaşan araçsallaştırması buna dahildir. Bunun dışında bu kavramı, iktidar için her çeşit kullanımının aksine, bir bakıma diğerlerinden esirgenen ya da yabancılaşan anayurt penceresinden sorgulamak, dışlama kriterlerini açığa çıkarmak ve ulusal söylemde anayurtları olması gibi birşeyin kendilerine tanınmadığı ve otoriter bir neo-liberalizmin eşsiz sosyal soğukluğu altında acı çeken insanları tartışmaya katmak gündemdedir: Yoksulları, evsiz barksız insanları, göçmen, mülteci ve daha birçoğunu.
Kaynak:
Weißbuch (2016): Zur Sicherheitspolitik und Zukunft derBundeswehr.
Weber, Klaus (2004): Heimat, in: Historisch-kritisches Wörterbuch des Marxismus, hrsg. von Wolfgang Haug, Bd. 6.1, Hamburg.
Bloch, Ernst (1993): Das Prinzip Hoffnung. Werkausgabe Bd. 5, Kapitel 43-55, 4. Aufl., Frankfurt am Main [1959].
Horkheimer, Max (1985): Der Planet – unsere Heimat, in: Gesammelte Schriften, Bd. 8, hrsg. von Gunzelin Schmid Noerr, Frankfurt am Main [1968], S. 319-323.