Tahir Gökçebel
KTOEÖS Eski Başkanı ve 2017-2020 Yönetim Kurulu Üyesi
(Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası)
Kıbrıs Türk demokrasisinin ortaya çıkması tarihsel bir süreç içerisinde olmuştur. 1571’de Kıbrıs adasının Osmanlı Devleti kontrolüne girmesi ile başlayan süreç Kıbrıs’ın İngiltere’ye devredildiği 1878’de de İslami Cemaat temelinde devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile başlayan süreçte ise Atatürk Devrimleri’nden etkilenilerek milli temelde bir modernite hareketi yaşamaya başlanmıştır.
1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile birlikte demokrasiyi şekillendirecek olan eğitim, kurucu ortak olan Rum ve Türk toplumu için ayrı ayrı yürütülmeye devam etmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan esas Londra antlaşmasının 24. maddesinde “Yunan ve Türk hükümetleri kendi cemaatlerine ait eğitim kültür ve spor müesseselerine ve hayır işlerine mali yardımda bulunma hakkına haiz olacaklardır” diyerek aslında adadaki toplumları büyük unsurun (Anavatanların) parçası yapmışlardır.
Toplumlar önce dini, sonra etnik temelde bir yapılanmaya ve gelişmeye zorlanmaları sonra oluşacak çatışma ortamını beslemiştir. Toplumların İngiltere’nin sömürge döneminde ayrılığa götürülmeleri, buradaki insan haklarının gelişim süreçlerini de belirlemiştir. 1955’te Kıbrıslı Rumların EOKA ve 1957’de Kıbrıslı Türklerin TMT gizli, yer altı örgütlerini kurmaları etnik temelde psikolojik bölünmeyi, sonrasında da silahlı çatışmayı getirmiştir. Kıbrıs’ta insan hakları temelinde bir gelişme yerine şiddetin tarihinin gelişmesi önü açılmıştır.
İngiliz sömürge döneminde oluşturulan meclislere katılım dahi etnik temel üzerinden yapılmıştır. Özellikle Kıbrıs Türk Toplumu kimlik sıkıntısı yaşayan, korunmaya muhtaç bir toplum haline sokulmuştur. Kendi bağımsız ulus devletini kuramayan edilgen, garantilere muhtaç bir toplum inşa edilmiştir. Türkiye’nin Kıbrıs sorununa müdahil edilmesinden sonra da eşit, özgür bir toplum olmak için mücadele edemeyecek, hep çocuk kalmaya devam etmesi için zorlanacaktır. Osmanlı ve arkasından İngiliz döneminde çıkarılan 20 üzerinde gazete ya iktidarların sözcülüğünü yapmış, yeni düşüncelere savaş açmış ya da kapatılmıştır.
Baskıcı, engelleyici uygulama eğitimde de kendisini göstermiştir. Her iki toplumun eğitimi tamamen anavatan saydıkları Türkiye ve Yunanistan eğitim sistemleri, milliyetçilik olgusuyla bezenmiş ve paralel götürmeye devam etmişlerdir. Başta örgütlenme, sosyal, siyasal ve diğer hakların kullanımı, insan haklarının temeli olan eşitlik, din, dil, renk ayrımı olmaksızın şekillenmesi gerekirken ayrılıkçı, ötekileştirici, cemaat veya üst kimlik milliyetler temeline örgütlenmeye zorlanmış, toplumların üst yapı kurumları, eğitimi de bu doğrultuda gençler yetiştirmek istemiştir. Temel bu iken Kıbrıs Türk ve Rum eğitim sisteminin dünya değerlerine yönelim göstermesi yerine içine kapanarak milliyetten ve dinden beslenmiştir.
1930’lardan itibaren iki toplumu ayırmak ve emperyalist sömürgeciliğe devam etmek isteyen İngiltere ve daha sonra ABD, NATO gibi oluşumlar Türk ve Yunan milliyetçiliğini beslemişler ve çatışma, ayrılma şartlarını olgunlaştırmışlardır. 1940’larda ortak örgütlemelerde yer alan Lefke’de ortak maden grevi[1] yapan iki toplum acımasızca toplu mezarlar yaratmış, çatışmıştır. Sendika kurulmasını yasaklayan BEY Yönetimi[2], her türlü baskıyı hem bireylerin, hem örgütlerin üzerine sayısız örneklerle tatbik ederken, “Türkçe olmayan kelime kullandı, Rum’dan mal aldı, Rum sendikasına üye oldu” diye yer altı örgütlenmeler aracılığı ile yargılanmadan suçlanmış veya öldürülmüştür.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başına buyruk hareketleri, bağımsızlık teşebbüsleri, bağlantısızlar hareketine yaklaşması, solu ve sol talepleri yok edememesi emperyalistleri oldukça rahatsız eden bir durumdu. Toplumları birleştiren ve üsler konusunda tehdit oluşturması, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu şekliyle ortadan kaldırılmasına ve Türk işgaline yeşil ışık yakılmıştır. 1974 önlenmek istemeyen ve daha önceden milliyetler temelinde bölünen adada, coğrafi ve etnik temelde bölünmeye neden olan kontrollü bir hareketti. Bu bölünme aslında üstleri, NATO, ABD çıkarlarını garanti eden yegâne araçtı.
1974 harekâtı ABD ve NATO’nun kontrolden çıkma noktasına yaklaşan Kıbrıs’taki duruma, coğrafi ve fiziksel olarak bölünmeyi dayatarak yaratılan bu statükoyu da halkları oyalayan, bitmez tükenmez BM Barış görüşmelerine mahkûm ederek kontrolü elde tutmaya devam etmiştir. Mikro iktidar alanlarını oluşturan ve Kıbrıs Cumhuriyeti garantörü olan, Türkiye, Yunanistan ve diğer dış faktörler, sorunsuz devam eden statükoya tehdit oluşturmadıkları sürece kendi alanlarında Kıbrıs’ta değiştirme, düzenleme yapabilmişlerdir.
Toplum, yaratılan bilinçli sorunsuz statükosunun Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasını-yıkılmasını, 1983’te BM’nin de reddettiği, hatta Türkiye’nin dahi tanımadığı KKTC’nin kurulmasını ve devamını yaratan sonuçlarını kabullenmek zorunda bırakılmıştır. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı durumundaki Kıbrıs Türk Toplumu tüm barışçı duruşuna ve Annan Planı’na[3] evet demesine rağmen statüsüz şekilde statükonun esiri konumuna sokulmuştur. KKTC anayasasının geçici (aslında kalıcılaşan) 10. maddesinde ateşkes konumundaki duruma bağlı olarak KKTC’nin Türkiye’nin kontrolünde olduğunu tanımlamaktadır. Kontrollü nüfus taşıma, bet ofisi, gazinolar, oteller, üniversiteler, dernekler, vakıflar, siyasi parti kurma hakkı, kurumların Türkiye şirketlerine devredilmesi, malların karşılıksız dağıtılması, fuhuş, uluslararası insan kaçakçılığı, kriminal suçların önlenemez duruma geldiği bir anlayışta insan haklarının korunup geliştirilmesine Kıbrıs’ın kuzeyinde fazlasıyla çaba harcanmaktadır.
Günümüzde Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan Kıbrıs Türk Toplumu’nun yaşam tarzına, dinine, diline, kültürüne, kurumlarına, mülklerine, eğitimine baskı, tehdit, hak mahrumiyeti, sindirme arttırılmıştır. Annan Planı’na barışçı duruşu, adanın federasyonla birleşmesine %65 evet diyen bu toplum, Kutlu Adalı’nın öldürülmesi[4], 22 Ocak 2018 tarihinde Afrika Gazetesindekilerin fikirlerinden dolayı linç edilmek istenmesine kadar totaliter, faşizan yaklaşımlarla sürekli baskı altında tutulmuştur.
Diğer yandan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hiç bir hukuka ve insan hakkına sığmayacak şekilde bölünmüş ve sadece Rum temsiliyetine dayalı AB üyesi yapılması, en basit şekliyle insan haklarına darbe vuran kötü bir örnek yaratmıştır.
Kıbrıs Türk eğitim sistemi ise Türkiye eğitim sistemine paralel bir durumda ilerlemeye mahkum edilmiştir. 17/1986 sayılı KKTC Milli Eğitim Yasası’nın 22. maddesi Türkiye eğitim sistemi ile uyumlu olmayı emretmektedir. Kıbrıs’ın kuzeyi eğitimle, ekonomiyle, nüfusla, siyasi ve sosyal politikalarla muhafazakârlığa, Sünni İslam, kız-erkek ayrımcılığına zorlanmaktadır. Cami sayısı okul sayısını geçmiştir. Hala Sultan İlahiyat Okulu ilk İmam Hatip Lisesi olarak 2012 yılında faaliyete sokulmuştur. Kız çocuklarının başını bağlaması, küçük çocuklara yaygın kuran kursları, gizli ve açık tarikat-cemaat çalışmaları bilimsel, laik, eşitlikçi eğitimi, çağdaş toplum yapısını, dolayısı ile demokrasiyi ve insan haklarının kullanımını ortadan kaldıracak boyutları geçmeye başlamıştır.
1974’ten sonra KKTC’de kullanılan kitapların hemen hemen tümü Türkiye Cumhuriyeti’nden gelmektedir. Türkiye’deki demokrasi insan, çocuk, kadın hakları gibi hakların algılanmasında ve geliştirilmesinde büyük engel yaratılmışken, Kıbrıs’ın kuzeyi sistemli, bilinçli, ideolojik olarak dönüştürülmeye çalışılmaktadır. 1980’de Türkiye’de yaşanan askeri darbeye bağlı geliştirilen baskıcı, anti demokratik Türk-İslam felsefesine dayalı şoven, militarist, eril, ötekileştirici, dışlayıcı anlayış, eğitim sistemine hemen enjekte edilmişti. Bugün dindar ve muhafazakâr, insan hakları ve özgürlük, adalet değerlerinden uzak müfredat içerikleri, etkinlikleri gelişmiştir. Felsefe, sosyoloji, mantık, sanat dersleri azaltılırken; zorunlu Sünni İslam’a dayalı din dersleri, sadece İslami değerleri içeren örtük ve açık müfredatlar ve dersler çoğaltılmıştır[5].
2000’li yıllardan sonra da Kıbrıs Türk eğitim sisteminde çevreye, insan haklarına, demokrasiye güç verecek nesillerin, yurttaşların yetişmesi önünde ciddi engeller oluşturulmaya başlanmıştır. Bunun yanında KKTC’nin İMF’si durumunda TC tarafından dayatılan sözde “Ekonomik Paketler”le su, elektrik, siyasal, ekonomik her alan kontrol altına alınmaya başlanmıştır. Maaş ve özlük hakları düşürülmüştür. Daha da fakirleşen toplumun nitelikli eğitimin talebine karşılık ticarileşen özel okulların oranı %30’lara çıkmıştır. Çoğu Türkiye kökenli olan özel üniversiteler kısa sürede 17 olmuştur. Devlet okulları maddi imkânsızlıklara, alt yapı sıkıntılarına sokulurken özel okullara eğitim bütçesinin yaklaşık %75’i aktarılır duruma gelinmiştir. Son yıllarda devlet okullarında öğrenci sayıları %5 civarı artarken, özel okullarda bu oran %30’u geçmiştir. Eğitimin metalaştırıldığı bu durum sonucunda fakir ailelerin çocukları kurban yapılmıştır. Tam da bu noktada dini vakıf ve tarikatların desteklediği öğrenci yurtları, ilahiyat fakülteleri, imam hatip okulları, külliye yapımları, kuran kursları, özel burslar dönüştürme aracı olarak devreye sokulmuştur.
KKTC’de nitelikli, bilimsel, laik ve her çocuğa fırsat eşitliği tanıyan kamusal eğitim büyük tehdit altındadır.
Geleceğin özgür, demokrat, insan hak ve değerlerini bilen ve talep eden sağlıklı, donanımlı yurttaşlar yetiştirmek yerine, belirli ideolojik değerlere sahip gençler yetiştirilmesi çabaları arttırılmıştır.
Uluslararası tanınmışlığı olmayan Kıbrıs’ın kuzeyinde çağdaş anlamda birçok insan hakkının gelişmesi için mücadele yapılmaktadır. İLO sözleşmesi, İnsan Hakları Bildirgesi, Çocuk Hakları Bildirgesi, Avrupa Sözleşmesi, Mülteci Hukukuna Dair Sözleşme gibi yasalar KKTC meclisinden geçirilmiştir.. Barışçı, çağdaş insan hak ve değerlerini benimsemiştir. Sendika, sivil toplum, demokrasisi, kültürü ve anlayışı ile insanlığa hizmet edecek bir birikim yaratmıştır.
(Okuyucuya Not: Konumuz gereği Kıbrıs Türkü’nün demokratik gelişimini irdelerken Kıbrıs Rum Toplumunda da benzer şeylerin yaşandığını unutmadan Kıbrıs’ta İnsan Hakları gelişimini daha iyi algılamalıyız.)
Kaynakça:
- Bir Hınç ve Şiddet Tarihi, Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek
- Avrasya’da Kıbrıs Odaklı Antiemperyalist Strateji – 1, Marksizm ve Entegrasyon, Şener S. Uluşan
- KKTC Milli Eğitim Yasası
- KKTC Anayasası
- Kuzey Kıbrıs’ta Basın Özgürlüğü, Baskı (2016), Işık Kitabevi, Burhan Eraslan
- Bitmeyen BEY Dönemi, KTAMS ve Siyasette Yaşanan Süreç. Basım Mayıs 2014, Erdal Süreç
- “Paşalar ve Papazlar” Kıbrıs ve Hegomonya, Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek.
- Kıbrıs Komplosu, Khora Yayınları, 1. Basın (2012) Brendan O’Malley ve İan Craig, Türkçesi: Nalan Çeper.
- Kuzey Kıbrıs’ta Çocuk Hakları, Ceren Göynüklü
- Çağdaş Kıbrıs’ın Kısa Tarihi (1878 – 2009) Baskı (2011) Galeri Kültür Yayınları, Heinz A. Richter, Türkçe: Ali Çırakoğlu.
[1] Lefke’de ortak maden grevi: 1948’de CMC bakır madeninde (Amerikan Şirketi) Türklerin ve Rumların birlikte yaptığı, 13 Ocak 1948’de başlayıp 4 ay, 4 gün, 1700 Kıbrıslı Rum ve 1300 Kıbrıslı Türkün ortak grevi.
[2] Bey Yönetimi: Türkiye’nin Kıbrıs’ta uygulattığı Bayraktarlık, Elçilik baskı yönetimi.
[3] Annan Planı; Kıbrıs’taki bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak için BM’nin 2004’te Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin ayrı ayrı oylarına sunduğu referandumda Kıbrıslı Türklerin %64.91’inin EVET; Kıbrıslı Rumların ise %75.38’inin HAYIR dediği ve dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan adıyla anılan Kıbrıs Sorununa Çözüm Planı’dır.
[4] Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın 6 Temmuz 1996 tarihinde evinin önünde vurularak öldürülmesi.
[5] Bkz.: KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Haftalık Ders Dağılım Çizelgesi.