Prof. Dr. Claus Melter | Bielefeld Meslek Yüksekokulu
Almanya ırkçı bir ülke ve hâlâ öyledir.
Aksi yöndeki demokratik çabalarla ve bu çabalara rağmen öyle olmaya da devam ediyor.
Almanya’da toplumsal durum olarak ırkçılık kapsamında saldırıya uğrayan Roman ve Sintiler, siyahi Almanlar, Müslüman, Yahudi, göçmen kadın ve erkekler, sığınmacılar, “beyaz olmayan”, Alman gibi görünmeyen”, “norma uygun Almanca konuşmayan” şeklindeki kategorilere ayrılan insanlar baskın toplum tarafından yeterince desteklenmemiş, korunmamış ve kendilerine eşlik edilmemiştir ve hâlâ da edilmemektedir, aksine baskın toplum onları sistematik olarak ayrımcılığa tabi tutmaktadır.
Ve DAMIGRA, Almanya’da Siyahiler İnisiyatifi ya da Alman Roman ve Sintiler Merkez Konseyi ve daha birçoğu gibi saldırıya maruz kalan kişi gruplarının kendi organize ettikleri direnişler de var..
Acil yardımın esirgendiği, baskın kültür içerisinde uygulanan ırkçılık ve ulusal devlet ayrımcılığının ve bu baskın kültürün eğitim kurumları ve medyasının işlenen şiddet ve suçları inkâr ettiği yüzyıllık bir süre söz konusudur. Belli insanlardan acil yardımın esirgendiğinin inkârı.
Kişi, kendi insan haklarının, insan olarak onurunun çiğneneceği ve incitileceği bir duruma sokulduğunda ya da böyle bir durumda kalmasına göz yumulduğunda ve bir başka kişi, betimlenen duruma karşı birşeyler yapabilecek koşulda olduğu halde, o duruma neden oluyor, ona katkı sunuyor ya da gerçekleşmesine izin veriyorsa, o zaman acil yardımın esirgenmesinden söz edilir.
İnsan haklarının ve insan onurunun sistematik olarak çiğnendiği ve incitildiği bir sistem mevcut ise ve insanlar, insan hakları ihlalinin, insanların dokunulmazlığına (insan onuru) uyulmamasının son bulması ya da hafifletilmesini savunmamaları, acil yardımın esirgenmesi anlamına gelir.
Ulusal devletin uyguladığı ayrımcılık ve ırkçılık birlikte etkide bulunarak, dünya genelinde, AB’nde ve Almanya’da, insan onurunu, insanın dokunulmazlığını ihlal etmektedir. Ulusal devletin uyguladığı ayrımcılığın ve ırkçılığın mantıksalları, biçimsel olarak insan gruplarına göre düşünsel ve/ya da sosyal bir sınıflandırma ve bir gruba ayrıcalık kazandırılmasını ve de diğer grupların, kısmen ya da tümüyle haklarından mahrum edilmesini içermektedir
Albert Memmi’ye göre ırkçılık, “ırk” yapılarını kullanan, “bir saldırganlığın gerekçelendirilmesi için, gerçek ya da kurmaca biyolojik farklılıkların davacının yararına ve mağdur ettiği kurbanının aleyhine genelleştiren ve mutlaklaştıran bir değerlendirmedir” (Memmi 1992: 151). Grada Kilomba ırkçılığı efendi-köle ilişkisinin yeniden sahnelenmesi olarak betimliyor (bkz. Kilomba 2010). Federal Almanya’da güncel ırkçılığın özelliği, “ırk” yapılarının kültür, ulus, etnik köken, Almanca dil becerileri ve Hristiyan dinine mensup olmakla bağdaştırılmasıdır (bkz. Melter 2016). Almanya’da ırkçılık, bir arada yaşamanın her alanında, yapısal ve kurumsal boyutta, söylemlerde, etkileşim ve özkavrayışlarda önemli hale getirilen, eleştirilen ve pazarlığı yapılan toplumsal bir güç dengesidir (bkz. Rommelspacher 2009). Günümüzdeki “ırk” yapıları, tarihsel açıdan eski olmakla birlikte hâlâ etkisi devam eden “ırk” yapılarının içeriği olmaksızın büyük ölçüde zayıflayacak olan düşünme biçimleriyle iç içe geçtiği görülür. Bu nedenle Natasha A. Kelly, eşit olmayan güç ve şiddet ilişkilerini incelemek, eleştirmek ve değiştirmek için sosyo-kültürel, bir diğer ifadeyle sosyo-politik “ırk” yapılarının etki yaratma biçimleri itibariyle araştırılması ve de onların inceleme kategorileri olarak kullanılması gerektiğini savunuyor (Kelly 2016: 177).
Sömürgecilik, Nasyonal Sosyalizm ve günümüz ırkçılığını bir arada düşünmek gerekmektedir.
Hannah Arendt Kötülüğün Sıradanlığı (bkz. Arendt/Fest 1964/2011) altında, kendini başkalarının yerine koyma ve onların perspektifinden bakma becerisinden yoksun olmayı anlıyordu. Beceriksizliğin de ötesinde, ırkçılık ve ulusal devlet tarafından uygulanan ayrımcılık noktasında, başkalarının durumlarını ve perspektiflerini üstlenme isteksizliği de gündemdedir. Ya da onurun, dokunulmazlığın ırkçı tarzda ve ulusal devlet eliyle sınıflandırılan ve değersizleştirilen kişilerin ve kişi gruplarının bilinçli olarak göz ardı edilmesi ve hatta onaylanması, saygıya, insan olmaya ve insan onuru sahibi olmaya layık görülen çevrelerden dışlanmak söz konusudur.
İnsan onurunun incitilmesi, fiziki, psişik, bilişsel, sosyal, hukuksal ve mekânsal dokunulmazlığın ihlali (bkz. Gebrande/Melter/Bliemetsrieder 2017) ve bu ihlale karşı (müdahale etme olanağı olmasına rağmen) harekete geçilmemesi, acil yardımın esirgenmesini ifade eder. Son Auschwitz duruşmalarında (28.11.2016, Die Welt), insanların işkence gördüğü ve katledildiği bir adaletsizlik sisteminde çalışmanın da, eğer çalışan kişi yapılanları bildiği halde kararını sistemden yana kullanıyorsa, bunun o kişinin de suça bulaştığı anlamına geldiği belirtilmiştir. Çünkü onlar sistemi ve uygulanan şiddeti hiç ya da daha az destekleyebilir ve hatta onları eleştirebilir ve istikrarsızlaştırabilirdi.
Ulusal devlet tarafından uygulanan ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı harekete geçmemek de yerine getirilmeyen bir sorumluluktur, bazıları şunu da söyleyebilirdi: Bu bir suçtur, acil yardımın esirgenmesidir. Iris Maroin Young, sosyal ilişki modelinin güdümündeki sorumluluktan söz ediyor (Social Connection Model of Responsibility, Young 2006). O, herkesin, geçmiş, bugün ve gelecek için salt hukuksal değil, ayrıca kurumsal, sivil-toplumsal, siyasi ve etik sorumluluğunu analiz etmesini destekliyor. Ona göre herkesin düşünüp taşınması ve daha adil koşullar için nerede, nasıl ve kiminle sorumluluk üstlenilebileceği hakkında konuşmaları gerekiyor. İnsan haklarına aykırı eşitsizlik koşulları karşısında biz ne yapabiliriz?
Irkçılık diğer eşitsizlik koşullarıyla (kapitalizm, cinsiyet ve engellilik koşulları v.b.) kesişimsel (intersektional) bir örgüyle örülmüştür ve onlardan farkı “ırk” yapılarını kullanıyor olmasıdır. Bu önemli gerçek, egemenlik eleştirisi incelemelerinde de çoğu kez inkâr edilmektedir.
Almanya ırkçı bir ülke ve hâlâ öyledir. Aksi yöndeki demokratik çabalarla ve bu çabalara rağmen öyle olmaya da devam ediyor.
21 Temmuz 2017’de, New York’ta, Almanlar tarafından günümüz Namibya’-sında 1904 ila 1908 yılları arasında Herero ve Namalara yapılan soykırım nedeniyle açılan davanın duruşması ertelendi, çünkü Alman makamlar iddianameyi reddediyor (bkz. Süddeutsche 22./23. Temmuz 2017)., Ermeni Soykırımı kapsamında Alman hükümeti ile failler işbirliği yaptığı için bu yıl özür dilenmiş olması örneğinde olduğu gibi, Herero ve Namalara yapılan soykırım nedeniyle 100 yılı aşkın bir süredir hiçbir Alman hükümeti kamuoyu önünde özür dilememiştir. Hereroların Almanya’daki en büyük savunucularından bir olan Israel Kaunatjike, Alman hükümetinin yaşananları bu skandalımsı tarzda kabul etmekten kaçınmasına karşı Herero ve Namaların Namibya, Almanya ve başka ülkelerde on yıllardır yürüttüğü, giderek artan protestosuna işaret etmiştir (Kaunatjike 2017). Almanlar tarafından Tanzanya’da Maji-Majilere yapılan soykırım da gün geçtikçe kamuoyunun bilincine yansımaya başlıyor ve Tanzanya’da Almanya’ya karşı resmi bir dava açılmasına da neden olabilecek bir protesto hareketi toplanıyor. Bu noktada da Alman tarafı soykırım gerçeğini resmi olarak kabul etmiyor. Devletler cemiyeti içerisinde devlet olarak yeniden tanınmak ve bağımsızlığı bir daha tesis etmek için, Yahudilere ve de başka gruplara yapılan soykırım gerçeğinin askeri olarak kaybedilen İkinci Dünya Savaşı nedeniyle kabul edilmesi kaçınılmazdı.
Nasyonal Sosyalizm sonrası anlatılan büyük İNKÂR ÖYKÜSÜ, Nasyonal Sosyalizm ÖNCESİNDE Almanlar tarafından yapılmış hiçbir sömürgeci soykırımın olmadığı, ırkçılık ve Yahudi düşmanlığı yaşanmadığı ve de “hasta” ve “engelli” insanlara karşı düşmanca davranılmadığı, Nasyonal Sosyalizm öncesi halkın içinde Sinti ve Romanlara karşı düşmanlık beslenmediği ve onların takibe alınmadığı ve Afrikalı Almanların (bkz. El-Tayeb 2011) varlığının inkâr edilmediği öyküsüdür.
Ve 1945 sonrası birçok Nazi suçlusunun toplumun başlıca makamlarına, her branşa yeniden erişim sağladığı ve halkın büyük bir bölümünün tutumunun, baskın kültürün zihniyetinin, ırkçı düşünme tarzlarının esiri olduğu gizlenmiştir. Uzmanlık alanları, örneğin sosyal çalışmalar branşı, Nasyonal Sosyalist diktatörlüğe etkin katılımı konu dışı bırakmıştır (bkz. Kappeler 2000).
Irkçılığın varlığı günümüzde bir arada yaşamın her alanında kendini göstermektedir.
31 Mart 2017’de öğrenci değişimi kapsamında Almanya’da bulunan Mısırlı öğrenci Shaden M., Cottbus’ta, kazadan önce hızını arttıran bir arabanın çarpması sonucu öldürüldü. Faillerin kazanın ardından olay yerine dönerek kurbanı ırkçı bir şekilde aşağıladığı söyleniyor. Bunun ırkçı bir şiddet eylemi olduğunu ilk olarak ırkçılık karşıtı konularda çalışma yürüten insanlar yayınladı, polis bu yönde bir soruşturma yapmadı (bkz. Junge welt 12./13. Ağustos 2017).
2017 Temmuz ortası İtalyan makamları Akdeniz’i geçmeye çalışan sığınmacıları boğulmaktan kurtaran eylemcileri tutukladı. Öte yandan AB, sahile varmadan önce bir bölgede sığınmacıların önünü askeri botlarla kesmesi ve geldikleri yere sürmesi için Libya’yla anlaşmalar imzaladı. Bilindiği üzere Libya’da AB standartları temelinde hukuk devletine uygun sığınmacı mülakatları yapılmamaktadır. AB ülkeleri sığınmacıların eşit dağılımını kabul etmediği, onların AB’ne seyahatlerini reddettiği ve İtalya ile Yunanistan kendilerini aşırı yük altında gördükleri için, bu iki devlet sığınmacıların engellenmesi ve askeri olarak karşı koyma yolunu seçiyor, bu işi de AB örgütü Frontex kapsamında Afrika ülkelerinin üstlenmesi isteniyor.
Sığınmacı yurtlarına ve “sığınmacı” ya da “göçmen” olarak görülen insanlara karşı düzenlenen ırkçı saldırılar 2016 ve 2017 yıllarında düzenli olarak rekor kırıyor (bkz. Pro Asyl 2016; 2017). Ve basın ile siyaset kanadında ırkçı terör ağlarına karşı sistematik talepler formüle edilmiyor. Ve polis ve yargı ırkçı suç olaylarını ya hiç ya da özensizce takibe alıyor (bkz. Amadeu Antonio Stiftung 2012).