Ordinaryüs Prof. Dr. Michele Borrelli, Genel Pedagoji, Calabria Üniversitesi
Zamanla ötelenmesi ve sağlamlaşması nedeni ile, millet ve değerleri “objektif” olarak yönlendirdiği düşünüldüğünde birey ve toplum arasındaki ilişkiye eşlik eden ve bu ilişkiyi yapılandıran her toplumda körü körüne ve irrasyonel mekanizmalar bakımından kültür toplam adamsendeciliğin ortaya konması anlamını taşımaktadır. Farklı kültürel sistemlerin dallanmasında ve düşünce tarzında mevcut bulunan reel farklılıklar nezdindeki körlüktür; bu körlük tarihi değişmeler indinde olduğu kadar, tarihi şartlandırmaların değişime uğraması ile kategorik yapısı da değişen bir düşünce nezdinde de olabilmektedir. Kültür her bir bireyin bilinci üzerinde sosyal etkilenmeden asla ulaşılamayan nokta olarak bir değişim sürecidir. Bilinç üzerinden toplumun etkilenmesi, kuralcı ve sembolik dünyanın kurulduğu en manidar olaydır ve dolayısı ile toplumun daima tarihi durumları ile bağlantılı ve ilgili olan tarihi olarak şartlandırılmış gerçekliği ile kültürün başkalarına öğretilebilmesi ve bu konudaki zorunluluk varsayımına karşı ve “milli değerlerin” mutlaklaştırılmasına karşı her bakımdan donatılmış olmalıdır[1]. Sadece ciddi bir biçimde kültürle değil de ön yargı ile yaşayanlar, yargılarının ötesine taşımayı başaramadıkları bir düşüncenin körlüğünün kültürel gettosunda değilseler bile sıklıkla “kendi” kültür kavramlarının ilerisinde kendi önünde olmadıklarını fark etmezler.
Dünyada ve Avrupa’da geniş ırklar arası hareketlerin karşısında bulunanlar, kısaca kendi merkeziyetçi bakış açılarından sadece kültürler arası olmayıp eğitim olarak da algılanan toplum düzeninde yabancının “dâhil etme”, “bütünleşme”, “kültürünü kabul ettirme” dışında sosyolojik ve pedagojik olarak önereceği başka bir şey bulunmamaktadır: “kültürlerarası” eğitim belirli bir kültürel düzene “katılma” (hiç kimse kendi tarihi bağlamından dışarı atılamayacağından, hiç kimse “katılımdan” haliyle kopamayacaktır) veya belli bir düzene bağlanma değerlerinin “benimsenmesi” (hiç kimse belirli bir tarihi bağlamda yaşadığı anda “benimseme”’ye tabi tutulamayacağından) gibi ne yazık ki kültüre de iştirak etmeyecektir. Temel olarak kültüre iştirak etme kritiktir ve onaylayıcı değildir: Hali ile “tabiatı” gereği meşruiyete dayalı olarak tarihi bakımdan “belki”si bulunan veya oluşana geçiş girişimine düşmemek belki de zorunlu kural olarak sosyal açıdan sonradan kendisine önerilebilir veya metazori olarak önüne getirilebilir (Adorno)[2].
Bir kültürün plüralizmi farklılıklardaki ünitelere ve çeşitlilikteki bağımsızlığa izin verebilir; sadece milliyetçi kurallara bağlayan ve mutlak ve nihai geçiş isteyen (tarihi geçmişlerine rağmen) büyük yanılgı, var olan durum ve benimseme ideolojisi gibi hususların maskelerini düşürür. Geleneksel kurallara bağlılık ideolojisi global toplumu karakterize eden politik, ekonomik, “kültürel” sistemler içindeki çelişkiler ile, ne kritik bir mukayeseye yarar ne de daima daha da farklılaşmış ve yeni olan sosyal sistemlerin karmaşık dinamiğinde hepimizin ve aramızdaki etnik azınlığın ve günümüz gençliğini hazırlamaya yardımcı olur. Netice olarak, kültürlerarası öğretide istenen, sadece “bilgi” veya toplum sistemi hakkındaki sosyolojik kategoriler olmayıp ‘globalleşmiş’ olan bir dünyanın yapılarının ve üst yapılarının analiz kapasitesidir. Gerek sistemlerdeki fonksiyonel ideolojik üst yapıların planları hakkında gerek ise ekonomik mantıklar ve yapısal planlar ile ilgili eşit olmayan toplumların çatışmalarını analiz etmeyi bilme kapasitesidir. Kendi kimlikleri bakımından (milli ve yalnız değil) muhtemel bir tehdit olabilecek ve dolayısı ile kendi aralarında yabancı ve ters olan, müdahil olunamaz kanunlar olarak görülen (bağımsız kültürler) insanlık tarihinde kültürel kavramlardan halen ayrılmaz olarak görülmesidir. Bu durumlarda, öncelikle ve istem dâhilinde kültürlerarası her türlü iletişimi istisna tutan ve tarihi gereksinimlerdeki ideolojik üst yapıların yükselmesi ile diğer kültürler nezdinde meşruiyet beklentisini, daha iyi bir deyişle tedhiş beklentisine zemin oluşturan ırksal kavramların beyana dayalı olarak söz konusu olduğu şüphe götürmez.
Kültürlerarası anlamda yapılandırılmış bir öğretide kültürlerin plüralitesi ve her kültürün tematikleştirilmesindeki öncelik olması gerekmektedir. Bu anlamı ve anlaşılmayı kendiliğinden gerekli kılmaktadır; bu da diğerine orantısal olmaktadır. Ama bu oto bilinç sürecini başlatmak için statik olmayan dinamik kültür kavramından ve kültürel açıdan diyalektik bir kavramdan başlamak zorundadır. Bir başka deyişle: mutlak hale getirilmiş “kültürel” değerleri öğreterek yaymayı bırakmak zorundayız; bu “değerler” büyük yanılgıyı maskeleyen ve her sorgulama olasılığını öncelikle ortaya koymaktadır: bu gerçek ve kültürün peşinde olduklarını addedenlerin beklentisidir.
Sadece kültürlerarası pedagojik bir teorinin bakış açısından değil, ayrıca iş “ayrımının” uluslararası dinamiği marifeti ile sosyal sistemlerin tabi oldukları devamlı değişim bakış açısından da bu türden bir kör beklenti ile eğitmek ve kültürel belirli bir düzenin belirlenmesinin mutlak hale getirilmesi kabul edilebilir değildir. Veya batı ülkelerindeki bu türden beklenti köklü ve uzun bir geleneğe sahip bulunmaktadır. Kurumsal form altında resmileştirilen eğitim sistemini anlamak amacıyla bir an için geriye dönmek yeter, on dokuzuncu yüzyıl ve on sekizinci karar ile ilgili bu gün hala kısmen direnmeye devam edilmektedir.
Adorno’nun yarı eğitim (Halbbildung)[3] olarak tanımladığı bu tip ideolojinin daha da bilinçli olarak yayıldığı ve reklamının yapıldığı ve rahatsız olmaya devam eden, toplum ve politikalardaki tüm değişikliklere rağmen, dokunulmaz ve tartışılmaz bir biçimde milli devlete ve milli ruha uyumlu eğitim ve milli pedagoji olarak pedagojik teoride (ve sadece Avrupa’da değil) ortaya konulmaktadır. Millet değil insanın[4] eğitimin merkezine konulduğu pedagojik olgunun kabulünde daima zorluk çıkmaktadır; Anayasal açıdan ideolojik olmaması nedeni ile hiç kimsenin tanımlayamayacağı bir özellik olan ‘”İtalyan, ”Alman”, ”Fransız” kimliği gibi ulusal karakterler ile eğitim görenin tanımlanması eğitimin görevi olmadığından (kültürlerarası veya her halükarda tanımlanmış) her eğitimin merkez noktası milli kimlik olmayıp bir düşünceyi düşünme ve düşünmeyi bilmek olmaktadır, bu neden ile bir eğitim evrensellik sorumluluk dahilinde kendi kendini kültürlerarası karakteriyle betimlemektedir. Kültürel birçok formda ve gösteride insana ve insansızlığa açılan ve milliyetçilik ve kültürel hapislerden kendini kurtarma olasılığı bireye (hepimize) sunulmakta olup düşüncede ve düşünme marifeti ile kazanılan bir kimlik olmaktadır. Milli kimlik kişiyi serbest bırakmazken ghetto’yu kurtarır: kültürel ghettodan.
[1] Mi. Borrelli, Yeni hümanizm veya nihilizm –Doğunun Büyüklüğü ve Yoksulluğu, Asterios, Trieste 2017, paragraf 8.1
[2] Scrive Adorno: “Birey kayıtsız şartsız olarak kendi aidiyetine aşkla bağlanması nedeni ile kendi objektif belirlemelerine sırtını dönebilir. Bu türden düşüncelerden kurtulduğu zaman şahıs kimliğinin getirdiği güçle bu kabuğunu kırabilir” (Negatif Diyalektik, cit., p. 249).
[3] Adorno, Theorie der Halbildung (1959), in Gesammelte Schriften, vol. 8. Soziologische Schriften I, Suhrkamp, Frankfurt/Main 1972, 93-121.
[4] Adorno, Theorie der Halbildung (1959), in Gesammelte Schriften, vol. 8. Soziologische Schriften I, Suhrkamp, Frankfurt/Main 1972, 93-121.