Prof. Dr. Franz Hamburger
Medyanın birçok kesimi Trump’ı anlamıyor, çünkü toplum kavramına dair bir fikirleri yok. Ancak çağdaş ve küresel tarzda birbirine bağlı olan toplumlar, kapitalizmden feodalizmin yeni bir biçimine geçiş olarak adlandırılabilecek bir dinamizm içinde bulunuyor. Thomas Piketty “21. Yüzyılda Sermaye” adlı kitabında, gelişmiş toplumlarda zenginliğin 18. ve 19. yüzyıllarda rastlanan dağılım düzeyine yaklaştığını göstermiştir. Dijitalleşmiş kapitalizm (Manuel Castells) 20. yüzyılın demokratik “deformasyonlarını” geride bırakıyor ve yükselen toplumları bu dinamizmine katıyor. Zengin olan Çin değil, egemen kliktir. Ama tek değişen şey zenginliğin ve yoksulluğun çehresi ve toplumlar değil, kültür de burjuva toplumuna dayanan dış görünüşünden sıyrılıyor ve bir taraftan ham haliyle iktidarın kendi kendini buhurla amiyane bir şekilde tütsülemesi olarak ve diğer tarafta azınlığın inceliğinin mükemmel tarzda stilize edilmesi biçiminde öne çıkıyor.
Ancak medyanın birçok kesiminde yaşanan şaşkınlığın nedeni, burada salt Alman medyasını kastediyoruz, dördüncü erk olarak kontrolsüz geliştirdikleri tanım koyma üstünlüğünü kaybetmeleridir, çünkü demokratik seçilmiş bir iktidar sahibi, yapısal olarak her ne kadar özel mülkiyet kapsamında medyaya sahip olma gücünü sağlamlaştırsa da, içerik itibariyle bu özel mülkiyetin ve kendinin “nezih” görünümlü özimgesiyle yollarını ayırmaktadır. Öte yandan Almanya’daki “nitelikli medyanın” birçok kesimi barış, özgürlük ve demokrasiye dair “ABD riyakârlığına” taraftardır ve imparatorluğun kulları olarak onun iktidarını savunmaktadır. İmparatorun üslubuna karşı duydukları tüm antipatiye rağmen, hakkında haber yapmak zorunda olduklarından ve reddetmelerine rağmen kendisini ve faaliyetlerini daha çok tanıtarak, ona yer vermeleri nedeniyle ününe ün kattıklarından, ikilem içerisindeler. Niklas Luhmann uzun süre önce bu mekanizmayı incelemiştir, ancak bu, örneğin Almanya’da, yöneticilerinden biri her yellendirdiğinde, AfD’nin (Almanya için Alternatif Partisi) söyleşi programlarında konuları ve katılımcıları belirlemesinin önünü alamamaktadır. Trump’ın üslubuna tepeden bakılırken, öncelikleri bakımından seleflerinin izlediğinden farklı olmayan bir siyasetin hayali kurulmaktadır.
Karl Marx ve Friedrich Engels’in devlet gücü tanımında olduğu gibi, sermaye Trump aracılığıyla kendisi yönetimi üstleniyor, o artık “tüm kapitalist sınıfın ortak işlerini yürüten bir komisyona” ihtiyaç duymuyor. Trump’ın ABD başkanlarına verilen maaşı (ki bu maaş menajer gelirlerine kıyasla gülünç denecek kadar azdır) görünüşte eli açık bir biçimde geri çevirme jesti şu ana dek daha çok olumlu karşılanmış, ama yapılan işe belli bir gerekçeli orantısı olan, halkın vergilerinden elde edilen bir gelire karşı duyulan küçümsemenin dışavurumu olarak değerlendirilmemiştir. “Maaş” almış olmakla esasen altına girilen, yapılan işi sözleşmeyle düzenlenmiş karşılıklılık ilişkisi biçiminde kavrayan yükümlülük feshedilmiştir. Ülke derebeyine aitmiş gibi bir hükümdara aittir. Hükümdar, hayatlarının anlamı aynı biçimde yalnızca kâra odaklı, kendine yakın derebeylerini ve hizmetkârlarını Wall Street çevresinde bulmaya çalışmaktadır.
Demokratik koşullar ve hukuk devleti ve sosyal devlet koşulları çağdaş feodalizmin açınmasını ne denli engellese de, Wikipedia’ya (!) bir bakış, günümüz ilişkilerine common-sence yazınını (sağduyu) okumaktan daha iyi ışık tutabilir. “İdeal-tipik bir feodal toplum şu özelliklerle betimlenebilir: Bir hükümdar maddi geçimlerini karşılamaları için ülkesinin bir bölümünü üzerinde yaşayan insanlarla birlikte askeri birliklerinin kullanımına bırakır. Tımar, ikta olarak (yani başlangıçta temel ilkesi ödünç olan) tanınan bir ayrıcalıktır (beneficium), bir diğer ifadeyle, toprağın durumuna ve personel donanımına göre (içerdiği tüm yapılar ve iş aletleri dahil), ürünün mülk sahibinin geçimi için toplandığı, toprak mülkiyeti çerçevesinde yapılan bir iyiliktir. Tımarın akabinde zamanla egemenlik olguları ve ekonomik olgular gelişir ve bunlar yasalaşır. Bu olgular toprağı işlemek için öngörülen çevreleri (köylü), devletsel-siyasi irade oluşumu anlamında toplumsal örgütlenmeden dışlar ve aynı zamanda yukarı doğru, en üstte bulunan ülkenin hükümdarına karşı, tamamlanmış bir devlet idaresinin oluşumuna ters etkide bulunur – buraya kadar Wikipedia bunları yazıyor. Trump’ın temin edeceği “işler” ABD nüfusunun yüzde birinin zenginliğini biriktirmeye hizmet ediyor. Ve “işlere” bağlı sosyal ödentiler, 20. yüzyılın demokratik ve sosyal devlet harcamalarını, nitekim ücretsiz eğitimin güvence altına alınmasını, hastalık durumunda ve yaşlılıkta bakımı karşılamaya yetmez. Piketty bu noktaya altını çizerek işaret etmiş ve bu güvencelerin demokratik ilişkiler açısından temel önemi olduğunu savunmuştur. Egemenlik kültürü narsist Trump figüründe önemli ölçüde açınmıştır. 11 Kasım 2016’da ünlü CNN söyleşisinde aile ortamında sergiledikleri (o gün Mainz karnavalının başladığı gündür) ve 9.11.2016’da kazanılan seçimin akabinde tüm klanıyla yaptığı çıkarma, “zafer konuşması” olarak medya tarafından yüceltilmiştir, bir zamanlar piskopos derebeylerinin ve Fransız krallarının ulaştığı aşırı gösterişi hayata geçiriyor. Konuşmalardaki hayasızlık ham kültüre indirgenmiş nezakete yaranmaya hizmet etmektedir, temsilin medya tarafından muhteşemliğe yükseltilmiş görkemi, aynı izleyiciye görüş yoluyla iktidara katılımını telkin etmektedir. Tüm yorumlar iktidarın örtünmesinin bu iki görünüşüne yoğunlaşmaktadır, katılımın dönüşümü kendisini onlardan gizlemektedir. Yeni feodalizmin hangi kültürü doğuracağı Avrupa’da İmparator Erdoğan’ın sarayına ya da Victor Orban’ın, doğduğu evin yüz metre uzağında yaptırdığı, katedral stilinde (!) inşa edilmiş futbol stadyumuna bakarak görmek mümkün. İktidar kültürüne duyulan hayranlık, halka kalan ekmek kırıntılarının üstünü örtmektedir.
Buna karşın Sosyal Demokrasi katılımı toplumun maddi servetine katılım ve onun üretim araçlarına herkesin yararı için sahip olmak şeklinde kavramıştır; şimdi ise katılımı 45 yıl boyunca kesintisiz olarak iş sözleşmesine “sahip olmuş” sanayi işçilerinin ana çekirdeğine indirgemiştir. Yeni ulusal iktidar, “sosyal” denildiğinde artık yalnızca medya tüketimi aracılığıyla katılımı ve yalıtılmış bireyi şart koşan yeni medyanın “sosyal”liği dendiğinde hiçbir getirisi olmayan twittercilik üzerinden ait olmayı anlıyor. Bu medyaların kontrolü artık medya sahiplerine aktarılmıştır ve artık devlet erkinin erişimine dahi kapalıdır. Ve bu medya sahipleri büyük Çin pazarı için devlete vazifeşinaslıkla kontrol mekanizmalarını hazır bulunduruyor.
“21. Yüzyılda Savaşlar” (Rudolph Bauer tarafından hazırlanan kitap bu başlığı taşıyor) ABD imparatorluğunda ek bir değişikliğe gerek duymuyor. Bu savaşlar son on yıllarda yalan dolana dayanarak patlak vermiştir ve uluslararası hukuk ya da insan hakları onları zerre kadar ilgilendirmemiştir. Avrupa açısından bu feodalist-keyfi uygulama 1999’da Sırbistan’a karşı yürütülen savaşla başlamıştır ve Rusya’ya ve “sığınmacı akınına” karşı silahlanmayla devam ettirilmektedir. Askeri-Endüstriyel Komplex silahlanma ve savaşla kâr edilebildiğine ve “iş” olanakları yaratılabildiğine, Soğuk Savaş’ta da silahlanmayla karşı tarafın dize getirildiğine Trump’ı bir kez ikna etti mi, onun sözde Rusya Devlet Başkanı Putin’e duyduğu sempati çabucak buharlaşacaktır.