İngiltere’nin yeniden eski gücüne kavuşma arzusuyla Avrupa Birliği’nden çıkması, Donald Trump’ın “önce Amerika” ve “Amerika’yı yeniden güçlü yapmak” söylemleriyle başkanlık seçimini kazanması, Fransa, Hollanda ve diğer AB ülkelerinde milliyetçi sloganlarla yürüyen sağcı akımların daha da güçlenmesi, “yeni dünya düzeni” ya da “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” şeklindeki bildik tartışmaları alevlendirdi.
Donald Trump seçim sürecinde Meksika’yı – göçmenlerden dolayı – eleştirirken, özellikle Çin ve Almanya’yı – ihracat fazlası – nedeniyle hedef aldı.
Trump’ın ekonomi danışmanı Navarro’nun, Almanya’nın Euro’nun değerini düşük tutarak bir Alman Mark’ı gibi kullandığını, ABD ve AB’deki ülkeleri sömürdüğünü söylemesi, Almanya’yı Amerika’nın borçlanmasından sorumlu tutması, öte yandan Donald Trump’ın NATO’yu “modası geçmiş bir kurum”, Avrupa Birliği’ni “Almanya’nın arka bahçesi” olarak nitelendirmesi, Alman otomotiv devlerine yüzde 35 gümrük vergisi getirilebileceğini belirtmesi, “Almanya’yı zor günler bekliyor” düşüncesinin yaygınlaşmasına yol açtı.
Sert seçim söylemlerinin ardından Trump’ın reel politikanın “gerektirdiği” diplomasiye geri döneceği hayalinin boşa çıkması ve ilk siyasi hamlelerinin uzlaşmaz çizgisi, Alman hükümetinin, yeni işbaşı yapmış dışişleri bakanı Sigmar Gabriel’i Washington’da nabız yoklamaya göndermesine neden oldu.
ABD’nin kabaran himayeci damarı ve İngiltere’nin, Soğuk Savaş nedeniyle ertelediği, “2. Dünya Savaşı’nın kazananı olarak payına düşeni artık açıkça talep etmesi”, yeni dostlar, yeni ittifaklar aramaya koyulmanın hiç de mantık dışı olmayacağı önsezisinin Almanlar arasında yeşermeye başladığını kısa sürede gözler önüne serdi.
“Putin su katılmamış bir demokrattır” sözleriyle yıllardır mizah programlarına konu olan eski şansölye Gerhard Schröder çizgisindeki SPD’nin ardından, CDU içerisindeki güçlerin de açıkça ya da üstü örtülü bir biçimde dost Rusya söylemini üstlenmeye başlayıp başlamayacağı bir süre daha belirsizliğini koruyabilir – ne var ki Moskova ziyaretleri sırasında Horst Seehofer ve Edmung Stoiber’in temsil ettiği “Bavyera partisi” CSU’nun ve yeni hapisten çıkmış 1. FC Bayern München spor kulübü eski ve yeni başkanı Uli Hoeneß’in Rus yanlısı tutum ve sözleri, diplomasinin Almansı tarzda kenara bırakılmasına örnek oluşturmuştur (el sıkışmaktan öteye geçmediği “iddia edilen” Alman sıcaklığı, Seehofer ve Stoiber’in Moskova ziyareti sırasında dönüşüm geçirmiştir. Rus devlet başkanı – yeni sergilendiği için amatör kaçan ve Putin’i dahi şaşırtan – içten bir samimiyetle bu iki Alman siyasetçi tarafından kucaklanmış, hatta sağdan soldan, hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmışçasına, öpülüvermiştir).
“Önce biz” himayeciliğinde ifadesini bulan milliyetçilik ve sömürgecilik beraberinde yeni gerilimler getirirken ve yeni ittifaklara gebeyken, kitle imha silahları çağında ve pirusvari bir zaferin dahi mümkün görünmediği bir evrede, dünyanın yeniden ya da 3. kez paylaşımı bir tehdit olarak sıkça dile getiriliyor ve insanlık, savaş çanlarının sesini duyar gibi, bir kez daha tedirginliğe bürünüyor.