Politeknik
Enflasyon denilince akla ilk gelen paranın değer kaybetmesidir, öyleyse konu ekonominin kapsamına mı girmektedir? Enflasyon birşeyin gereğinden fazla olmasını, çok sık rastlanmasını, aşırılığını, aşırı sürümünü, genel anlamda ise değer kaybını ifade eder.
“Tekrarlar” böyle bir etki yaratabilir. İlk duyulduğunda ilgi uyandıran, ders çıkarılan bir olay ya da bu olayın türevleri tekrar tekrar anlatıldığında etkisini yitirebilir. Belli bir ruh hali için, bir kişi açısından kendisine en uygun olduğunu düşündüğü bir melodi, aynı ruh hali devam etse de, çok sık tekrar edildiğinde tekdüzelik ifade ederek reddedilebilir. Doğanın eşsiz yeşilliği zamanla kış manzaralarını aratmaya başlar, hiç gidilemeyen ücra sahiller, çıkılamayan dağ yürüyüşleri ucuz turistik bölgelere ya da etkinliklere dönüştüklerinde sıradanlaşabilir, en sevilen tatlar, her gün alınan tatlar olduklarında anlamsızlaşabilir, değerini kaybedebilir.
Toplumsal düşünen ve siyasi gelişmeleri yakından izleyen insanların karşı karşıya oldukları önemli açmazlardan biri de en canalıcı siyasi konuların enflasyonist tarzda ele alınması nedeniyle bunların bir değer kaybına uğradıklarını hissetmeleridir. “Haklılık” bu siyasi konuların ortak paydasıdır, çünkü o siyasi atılımlar için aranan her meşruiyetin özü ve dolayısıyla da bu atılımların devindiricisidir.
“Haklısınız! Neden mi? Çünkü haklılığınızı kanıtlayan sayısız örnek var”.
Yeni başgösteren bir siyasi olayı irdelemek için belki iki belki de beş yıl önce yaşanan bir haksızlık anımsanır. Örnekler sıralanmaya başlanır. O dönemin tüm gelişmeleri ve polemikleri zihinlere yansır, uluslararası yasalarla mukayese yapılır, usul hataları belirlenir. Haklılık en ince ayrıntılarıyla masaya yatırılmış olur. Hasımların tutarsızlıkları kamuoyuna açıklanır. “Sert, çok sert, en sert, flaş, şok ve sosyal medyayı yıkan” açıklamalardan sonra hasımlar artık köşeye sıkışmıştır, belini doğrultamayacaktır, dünyanın gözü önünde maskesi düşmüş, meşruiyetini yitirmiştir. Beklenen an gelmiştir. “Haklısınız!”
Ancak haklılık nedense bir işe yaramamıştır, pratik bir değeri olmamıştır, hak yerini bulmamıştır. Haklının yaptırım gücü yoktur ve bu nedenle de beklenen sonucun alınması olanaksızlaşmıştır. Beklenen sonuç ise sayısız denemelerin ardından kaçıncı kez alınamamıştır.
Bir doğal afet, deprem, sel felaketleri, iş kazaları, dış politika ve ekonomi ve daha yaşanmış birçok olayın toplumsal sonuçları… bu olaylarla ilgili mantığın dışlayamayacağı tüm yorumlar yapılır ve belgelerle konuşulur, haklı olunur. Basında ya da sanal platformlarda haklılığı egemen kılmak için insan zekâsının incileri sıralanır bir bir. Birisi haklılığa ivme kazandıran öyle isabetli bir söz söylemiştir ki, o söz dilden dile dolaşır. Bu “birisi”ne ve “isabetli söz”e yıllar içerisinde binlercesi eklenir. İnce göndermeler yapılır. Evde, sokakta, okulda, mecliste, alışverişte yıllar içerisinde biriken, tozlanan, paslanan daha nice haklılıklar anımsanır: “Şu olayda da haklıydık unuttunuz mu, ne inanılmaz bir olaydı o, değil mi?”.
Eskiden hiç siyaset konuşulmazken, şimdi sadece siyaset konuşulmaktadır, daha doğrusu siyaset “sadece konuşulmaktadır”, planlı ve programlı yapılamamaktadır.
Haklılık artık enflasyona uğramıştır. Haklı haklıdır, ama kazanamamaktadır, gün gelmiştir, devran dönmüştür, ama hesap soramamaktadır, susmamıştır ve sıra yine de kendisine gelmiştir ya da gelmek üzeredir. Hak verilmemiştir, malum, ama alınamamıştır da.
Haklılık sahibine bir değer katar, “haklıyım” diyene kulak verilir, haklılığın bir hürmeti, bir saygınlığı vardır. Sahibi tarafından elde edilmek için çabaların gayesi olur. Ayrıca kişinin haklılığı sadece kendi meselesi de değildir, toplum hakları güvence altına alamıyorsa, kendisi de bu haklardan yoksun kalmıştır; haklılık toplumsal bir meseledir.
Ancak, eğer dünün haklısı bugün de haklı olmaya devam ediyorsa ve hatta yarın başına bir siyasi musibet geleceğini, sonrasında da haklı çıkacağını bugünden biliyorsa, öyleyse yarın haksızlığa uğrayacağını bile bile günü yaşıyor demektir, kendi haklılığına yabancılaşmıştır, edilgendir. Yarın ne yapacağı ise bugünden bellidir: Haklılığının nedenlerini anlatmak!
Tüm haklıların birbirine haklılıklarını anlatıp durdukları, kendilerinin anlatıp kendilerinin dinledikleri bir dönem, bir kısırdöngü. “Evet, birbirimizi dinledik, onaylıyoruz, haklıyız, bu nedenle de haklarımızı havale ediyoruz”. Kime? Kime havale edildiği önemli değil, havale edilmiş olması yeter, gaipten elbet sesler gelecektir.
Bu bir enflasyondur, haklılık enflasyonu! Haklılık enflasyonu had safhaya ulaşmıştır. Ekonomi verilerine, döviz sepetine bakıp, tekrar tekrar ekonomi tahlilleri yaparak ekonomik krizi öngörme ve de siyasi geleceği okuma yarışları da bu enflasyonla birlikte de fakto değer yitimine uğramıştır (gerçekte ise on yıllar önce başlayan bir haklılık enflasyonun devamıdır bu).
Ne bilge sözler, ne siyasi tuzakların farkına varmak, ne haykırmak, ne yeni belgeler, ne protestolar, ne polemik, ne “hodri meydan”lar, ne yenen ne de yenilenen pehlivanlar, ne meşruiyetin kaçıncı kez tesis edilmiş olması, ne (kazanılsa dahi) seçimler, ne yasalar, ne tüm çıplaklığıyla cehaletin kör gözlerini dahi açan gerçekler… hiçbir şey haklılığın yaptırım gücünü arttırmaya, sonuç almaya yetmiyor. Haklılık tam bir çaresizlik içinde. Haklılık şu an sıradanlaşmıştır. Haklılığın bu acınası hali ise son derece onur kırıcı bir durum olduğundan, haklı olarak onurlu insanların gün be gün içini kemirmektedir.