Prof. Dr. Antonius Holtmann
Rakamlar
Hannover Krallığı’nın Osnabrück Landdorstei’ndan (yönetim bölgesi olarak bir il ile karşılaştırılabilir) gerçekleşen göçü seçtim, çünkü özellikle bu konu üzerinde çalıştım ve kanıtlanabildiği gibi, 1830’lu ve 1840’lı yıllarda Almanya’dan göç edenler arasında bu bölgeden göçenlerin oranı %11’den (1836) yaklaşık %14’e (1845) ulaşmıştır. Osnabrück’ten göçün 1832-1840 arasındaki oranı toplam göçün %5,5’ini oluşturmuştur. 1841-1850 arasında oran henüz %3,5’tir, 1851-1866’da artık yalnız %1,8’dir. Ama Almanya nüfusunun yaklaşık %1’i Osnabrück Landdorstei’nda yaşıyordu.
Bu özellikle tarım yapılan bir alandan göçü ifade ediyordu. 60630 göçmenin (1832-1866) yalnızca 1209’u (%1,9) Osnabrück Kenti’nden göç etmiştir (nüfus ortalama 13500). 10 Amt’ın her birinden (Amt, günümüz ilçeleriyle karşılaştırılabilir) gerçekleşen göç yaklaşık 4500-9000 civarında olmuştur (Bentheim Düklüğü’nde 1500). Kayıt altına alınan 34 yılda ortalama 1732 kişi Osnabrück Landdorstei’ndan göç etmiştir, bir diğer ifadeyle bu 265000’lik bir nüfusun yılda %0,65’ine denk düşmektedir. Gerek mutlak rakamlar gerekse de yüzdelik oranlar muhtemelen biraz daha yüksektir, çünkü Amt’ların bazı raporları eksik, nüfus sayım verileri tam değil ve gizlice göç edenlerin sayısı da az değil. 1845, 1848 ve 1852 yıllarında gizli göç %1,7, %1,8 ve %0,9’a ulaşmıştır, bazı piskoposluklarda oran daha da yüksektir. Yaş gruplarına ve Amt’lara göre farklı mutlak rakamlar ve yüzdelik oranlar saptanmaktadır. 1832-1866 yılları arasında göç ettikleri kayıtlara giren 60630 kişi arasında tek başına yolculuk yapan 15298 erkek, tek başına yolculuk yapan 11071 kadın ve 7992 aileyle bağlantısı olan 34261 kişi yer almıştır[1].
Yapılar, Kurumlar, Motifler
Demek ki çoğu burada kalmış, yapısal temeller, kurumsal güvenceler ve bireysel nedenler ve motifler olarak ata yadigarı vatandan ayrılmak için sıralanan ve “göç teorileri” olarak soyutlanan ve de sınıflandırarak yoğunlaştırılabilen nedenlere rağmen. İster yapılara, ister kurumlara ya da bireysel motiflere ağırlık verilsin: Mutlaklaştırılmadıkları koşullarda izlenen bu yolların hiçbiri hatalı olmayacakır. Biliminsanları genelleme yaparak kağıda ne dökerlerse döksünler, sonuçta kişiler ve onların kendi yaşam koşullarıyla ilgili algıları neye vurgu yapıldığını belirleyen asıl nedendir.
Osnabrück Kırsalı’nda 16. ila 18. yüzyıllar arasında feodal mülkiyet ilişkileri sağlamlaştı. Toprağın sahipleri feodal beylerdi (soylular, kilise, kent yönetimleri, burjuvalar) ve köylüler (Bauern) bu toprakları işliyordu. Bu temel yapı kurumsallaşmıştır, bir başka deyişle hukuksallaşmıştır, ayrıca örfî hukuka dönüşmüştür ve yerleşik, kabullenen bir anlayışla güvence altına alınmıştır.
Toprağın köylüler tarafından işlenmesi genelde bir ailenin miras ilişkileri üzerinden devam ediyordu. Bölünemeyen tımar (Colonat), kızlardan öncelikli olan en küçük oğula (1722’de itibaren) miras kalıyordu. O feodal beye serflik (Eigenbehörigkeit) bağlarıyla bağlanmıştı: Beyin izni olmadan (bir kadınla) evlenemezdi ve tımara evlilikle (Aufheirat) giren herkes, tımarın gerektirdiği serflik ilişkisinin bir parçası oluyordu. Bu, ölüm halinde sorumlu olan ve toprağı işleyen kişinin özel mülkünün yarıya varan bölümünün ölüm hali ödeneği olarak verilmesi demekti. Ama bu ayrıca yaşadığı süre boyunca parasal ödemelerde bulunması ve hizmet etmesi, çokyönlü ayni ödemeler yapması ve herşeyden önce işlenmesi feodal bey tarafından emredilebilecek ve onda birlik ödeme zorunluluğu olan topraklardan mahsulün onda birini (Zehnt) ödemesi anlamına geliyordu. Bu yüklerin tümü brüt kazancın yaklaşık %30’una denk düşüyordu. Köylünün üstlenmek zorunda olduğu çökyönlü işletme giderleri de buna ekleniyordu. Az sayıda köylü zengin oluyordu yalnızca; çoğu borçluydu[2].
Tımarlar da borçluydu, çünkü tımarı terkeden oğul ve kızlara, bir başka ifadeyle kardeşlere mirastan pay alma ya da çeyiz hakkı veriliyordu. Ait olunan toplumsal katmanda kalmaya ve bu katman bilincini korumaya yarayan bir evlilik yoluyla tımarda yaşamını sürdürme hedefine ulaşamayan bir kimse, evlenerek küçük köylü yerleşkelerinde yaşamakla yetiniyordu ya da evlenmeden mirasçının çiftliğinde yaşıyor, bekâr kalıp, uşak ya da bir hizmetçi olarak hizmetkârlık yapıyordu. Ya da tımar içerisinde kiralanan, küçük, yoksul, tarımda kullanılabilen ve arazisi olan, evlenmeyi olanaklı kılan bir topraksız köylü yerleşkesinde (Heuerhaus) “başının üstünde bir çatı” bulabiliyordu. Domuz ve koyun ve bazen de bir ineği burada tutmak olanaklıydı. Bunun için düşük, ama zor kazançlarla yapılan ödemelerin yanı sıra, köylünün istediği keyfi işleri yerine getirmek gerekiyordu, ayrıca kira sözleşmesi de keyfi olarak iptal da edilebiliyordu.
Toplumun bu topraksız katmanı kazancını sağlamak için ek gelir elde etmek zorundaydı. Eşleri ve çocukları tımarlarda hizmet ederken birçok erkek, ilkyazda, ekin ve hasat arası, turba çıkartmaya ve saman hasadına Hollanda’ya gidiyorlardı (Hollandacılık). Birçoğu zanaatçı olarak ek gelir elde ediyordu. Özellikle de 18. yüzyılda topraksız köylülerin dar yerleşkelerinde (Heuerhäuser) sağlam ve Osnabrück Kırsal’ı için kazançlı bir protoendüstiye, “uzak pazarlar için desentralize, kırsal, işyoğun meta üretimine”[3] dönüşen keten dokumacılığıyla ek kazanç sağlıyorlardı.
Değişiklikler
Tüm bunlar henüz 18. yüzyılın sonlarına doğru birçok kişi için, Fransız Devrimi’ne (1789) rağmen, sosyal katmanların az ya da çok onaylandığı ya da en azından kabul edildiği ve büyük ölçüde din ile gerekçelendirildiği, hukuksal-bağlayıcı boyutuyla kurumsallaşmış olan, sağlam ekonomik ve toplumsal yapılar olarak yansıyordu. Soylular ve kilise egemenlik ve mülkiyet haklarından kuşku duymuyordu, köylüler göreli katılımlarını kabul ediyor ve topraksız köylüler (Heuerleute), henüz geniş ölçüde tanrının sadık kulları olmaya devam edip, bağımlılığın zorluklarına boyun eğiyor, uşaklar ve hizmetçiler yoksulluk içinde hizmetkârlık yapmanın acı talihine katlanıyorlardı.
Topraksızların sayısı kendi “elleriyle” artıyordu, ama tımarlardan gelen “göç” de sayılarını arttırıyordu. Küçük bir kısmı toplumda yükselebiliyordu: Durgunluk ve “katmansal düşüş yönündeki hareketlilik” baskındı ve bu 18. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar artarak devam etti[4].
Filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) 1818’de toplumun “ilerleyen bir nüfus artışı” içinde olduğunu ve “büyük bir kitlenin asgari varlık koşulları ölçüsünün altına düşmesini” engellemek için hiçbir aracı bulunmadığını saptamıştır. Hegel’e göre “burjuva toplum, aşırı zenginlik koşullarında, […] aşırı yoksulluğu ve ayaktakımını yönetecek kadar zengin değildir”[5].
Hans Ulrich Wehler nüfus artışının “üç ana nedeni” olduğunu tahmin ediyor:
– Tarımın “farklılaşması” ve “ticarileştirilmesi”;
– “protoendüstriyel yurtiçi sanayinin” artan oranda ihracata yönelmesi;
– “Yedi Yıl Savaşı’nın ardından uluslararası konjonktürün” düzelmesi (Yedi Yıl Savaşı: 1756-1763)
“Nüfus artışında yaşanan sıçrama mutlak öncelikle kırsal alt katmanın artmasıydı”[6]. Osnabrück Kırsalı’nda feodal egemenlik ve bağımlılık ilişkilerinin önceden belirginleşen krizine karşı tepki, insanların, politikacıların ve herşeyden önce biliminsanlarının da genelde göstermeye çalıştıkları tepkiyle benzerdir ve bu tepki özellikle dışa doğru ikna etmeye çabalayan bir özgüvenle gösterilir. Varolanın korunmasına, alışılmışın gerekçelendirilmesine çalışılır. Aşırı otlatma ve topraktan gübrenin (Dünger!) kaldırılmış olması nedeniyle mahvolan köy arazilerinin, Mark’ların kullanımı yeni yüzyıla girerken parsellenerek tımarlara devrediliyordu, bir diğer ifadeyle bu araziler tümüyle topraksız köylülerin (Heuerleute) elinden alınmış oluyordu (Markenteilung). Evlenme izni 1827 tarihli Hannover İkamet Yasası (Domizilordnung) ile “yeterli mülke ya da güvenli bir gelir ve konuta sahip olunduğunun belgelenmesine” tabi kılınmış ve çoğu durumda yurt haklarının geçerli olduğu doğum yeriyle sınırlandırılmış hareket alanının daha da sıkılaştırılmasına bağlanmıştır. 1866’dan itibaren bir Prusya ili olan bölgede “tümüyle serbest” ve “tam özgür bir evlilik” yapılması, ancak 1867/68’den sonra, Kuzey Alman Birliği (Norddeutscher Bund) yasalarıyla mümkün olmuştur. Prusya’nın “evlilikte sınırsız özgürlüğü” kabul edildi[7].
Tımarların güçlendirilmesi ve artan borçlanmaya rağmen 1831’de[8] satın alınabilmeleri (azat etmek) nedeniyle tımarların özgüveninin yükselmesi topraksız köylülerin yaşam koşullarını iyileştirmiyordu. İlişkide oldukları köylüler artık serflik bağlarıyla bağlanmış ya da bağımlı köylüler değildi ve topraksız köylülerin işgücü olarak geçmişte olduğundan daha fazla çalışmaları gerekiyordu. Feodal yapılar modernleştirilmişti ve çağdaşlık gecikmiş sanayileşme nedeniyle erteleniyordu. Krizi aşmaya yarayacak şeyler onu derinleştiriyordu.
Devrimler Avrupa’yı değiştirdi: Amerikan (1776), Fransız (1789) ve yine bir Fransız devrimi (1831). Ancak bu dönemde bir Alman devrimi gerçekleşmedi. Yalnızca Napoleon’un Kıtasal Himayeciliği (Kontinentalsperre), Kuzeybatı Almanya ilhakları (1807-1810) ve kardeşinin Vestfalya Krallığı’nın Waterloo Savaşı’yla bir son bulmasının ardından kısmen “savunmacı bir modernleştirme” yaşandı[9].
Tüm bu gelişmeler Osnabrück Kırsalı’nda da iz bırakmıştı. Hollanda’da (Hollandacılık) ağır, ama kazançlı sezon işçiliği henüz 20’li yıllarda pek bir gelir getirmemeye başlamıştı. Deniz yolculuğu ve dış ticaret burada da Kıtasal Himayecilik nedeniyle zordaydı, nüfus artışı ise Avrupa’nın ortak yönüydü. Özellikle Osnabrücklü Keten Dokumacıları’nın kaybettiği pazarlar tekrar kazanılamamıştır. İngiltere’de işlenen ve kullanılan pamuk adım adım keten dokumacılığının yerini aldı, bu Alman devletlerinde de böyle oldu ve Osnabrück Kırsalı’nın “nezih çevrelerinde” önce çekinceli olarak gerçekleşti. Üretimin arttırılmasıyla fiyat düşüşünü durdurmak henüz 30’lu yıllarda olanaksızlaşmıştı, böylece 30’ların sonunda üretim gerilemiştir. Amerikan İçsavaşı’nın (1861-1865) ardından kuzeybatıda da endüstriyel keten ve özellikle pamuk kullanımı ve demiryolu yardımıyla bunların taşınması kendini kabul ettirmiştir[10].
Yeni Dünya
Osnabrück Kırsalı’ndan 1831/1832’de başlayan göçün ulaştığı düzey nedeniyle eyalet hükümeti göç rakamlarını kayıt altına almaya başlamıştır. Topraksızların ve topraksız kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan köylü çocuklarının artan ekonomik sıkıntıları bunların birçoğunu cezbedici yeni dünyaya götüren korkulu deniz seyahatini yapmaya zorluyordu, bu yeni dünya iş ve beş ila on katı daha fazla gelir ve herşeyden de öte “evlilikte tam bir özgürlük” vaadediyordu. Gönderilen ilk mektuplar ve giderek de gazete ve dergiler bunlardan söz ediyordu. “Kuzey Amerika’ya, özellikle de Birleşik Devletler’e” göç hakkında Der Oldenburgische Hauskalender ya da Hausfreund auf das Schaltjahr 1833’ten birşeyler öğrenilebiliyordu. Ve örneğin 14 Nisan 1832 tarihli Osnabrück Neue Beiträge zum Nutzen und Vergnügen adlı yayını okuma fırsatı bulan bir kimse şu karşılaştırmaya rastlıyordu:
Orada – diye bağırıyor göçmen – şen şakrak bir hayat, ifade ve yazma özgürlüğü savaşlar karşısında güvende olmak, devlet borçlarından kurtulmak, vergilerin düşük olması, orduya gerek duyulmaması, hoşsohbetler ve geleceğe ümitle bakmak: – burada darlık ve engeller; ödemelerin ve gümrük vergisinin yüksek olması, kast sistemi ve ayrım duvarları, sürekli bir savaş ve bu nedenlede devasa ve pahalı ordularla birlikte yaşamak korkusu ve sonrasında geleceğe endişeyle bakmak[11].
Köylü bir ailenin oğlu olan Johann Heinrich zur Oeveste, Bramsche yakınlarında, Rieste’de yaşayan ebeveyn ve kardeşlerine yazdığı 30 Eylül 1834 tarihli ikinci bir mektubunda durumu bir tümceyle özetliyor: . . . burası özgür bir ülke biri diğeri gibi olduğu için de hiçkimse burada diğerine saygı göstermiyor[12].
1776-1815 yılları ve bu yıllarda yaşanan siyasi ve ekonomik altüst oluşlar anlayışları da değiştirdi, hatta “kütle halinde bilgi ve becerinin, kavram ve düşüncenin” nüfuz ettiği “halkın en alt katmanlarında” dahi bu anlayış değişikliği görüldü. Oldenburg’da Landrabbiner (devlet görevlisi düzeyinde haham) olan Bernhard Wechsler devrimin öngününde (1848/1849), Aralık 1846’da “Oldenburg Halk Eğitim Derneği’nde” “Göçmenler” üzerine yaptığı konuşmasında şunları söylemiştir:
Böylece yoksulluğa karşı hassasiyet ve kızgınlık ve mevcut durumun verdiği acı artar, ve daha nelere katlanıldı […], bu şimdi artık sırtlanılmak istenmeyen ezici bir yüke dönüşüyor. Eşitsizliğin, hukuksuzluğun, gerçek ya da varsayılan ihmallerin, taleplerin gözardı edilmesinin vb. verdiği acı, hak ve eşitlik, gerçek ve insan onuru karşısında duyulan hassasiyeti içeren öyle boyutlara varır ki, bu kavram ve düşünceler toplumsal bir değere dönüşürler […] Bu nedenle iğrenç olanın ve mükemmel olmayanın boyutlarının daha da büyümesi değil konu olan, […] sorun durumun salt böyle kavranmasıdır ve insanda koşulların bu şekilde olmaması gerektiği düşüncesinin giderek canlanmasıdır[13].
Göç etmek isteyenler hem dışa itiliyor hem de içe çekiliyordu: Göç araştırmacıları buna Push ve Pull Etmenleri diyor. Vatandaki günlük yaşam ilişkilerine ve yeni dünyanın risksiz olmayan fırsatlarına baktıklarında artık birçoğu kendi varlıklarının siyasi koşullarını öğreniyor, hissediyor ve görüyordu. ABD’ne göç etmek az çok yönetilenler için de siyasi bir olaya dönüşüyordu.
Göç Politikaları
Hannover Krallığı göç politikalarını iyimser bir çekingenlikle uygulamaya koymuştur. Göçmenlerin elinden vatandaşlıkları alınmıyordu; devletsiz kalmıyorlardı, böylece, en erken 5 yıl sonra, ABD vatandaşlığına geçmedikleri koşullarda, parasız dönmeleri durumunda yurtlarında geçerli olan hakları koruyabiliyorlardı. Yalnızca askerlik çağındaki genç erkeklerin göç etmek için bir uzlaşmaya varması gerekiyordu. Buna rağmen göç izni almak ya da göç edebilmek zor değildi. Bir ödeme karşılığında 5 yıllık askerlik süresi için (arz fazlası nedeniyle kura çekimi) bir vekil bulunması olanaklıydı, sonuçta “gece karanlığında” kaçmak da bir seçenekti. Bremen/Bremerhaven’deki komisyoncular ve gemi sahipleri arada bir göz yumuyordu.
Hannover Hükümeti ise elbette göç isteklilerinin kazanılmasına odaklanıyordu. Özellikle Bremenli komisyoncuların temsilcileri lisans almak zorundaydı, ve hükümet daireleri “azgın” temsilcilerin vaatlerine karşı önlem almak istiyordu. Osnabrück’de kamuoyuna hitap eden reklamlarda yasal ajentalar komisyoncuların hizmetlerini sunuyordu. Tüm bunlar göç isteklilerinin cesaretinin kırılmamasına ve yoksul dönenlerle uğraşmak zorunda olduklarını düşünen endişeli belediye temsilcilerinin kuşkularını gidermeye katkı sağlıyordu. Göç etmeyi düşünen bir kimse, komşu Prusya Vestfalyası’nda olduğu gibi (ancak burada önemli bir başarı sağlanmamıştır), geri dönüşü engelleyen devletsiz olma tehlikesiyle henüz başından itibaren cesareti kırılmıyordu. Bu geride kalanların birçoğu için iş ve bazen de evlilik piyasasında bir yer sağlıyordu[14].
Hannover Krallığı Hükümeti “Suçlular […], serseriler ve buna benzer, güvenliği tehdit eden ya da topluma zararlı kişiler” söz konusu olduğunda, bunlara karşı pek çekimser davranmıyor ya da çok ender durumlarda iyimserlik gösteriyordu. İçişleri bakanlığı 1836-1846 yılları arasında dışişleri bakanlığına 865 kişinin “göç etmesi” için izin verdi. 1832-1866 yılları arasında bu rakam yaklaşık 3000 civarında olmalıydı. Resmiyette bu konuda sessizlik hakimdi, ancak birçoğu durumdan haberdardı ve bazen gazetelerde de konuyla ilgili haberler çıkıyordu. Belediyeler de seyahat, giyim ve cep harçlığı gibi giderlerin karşılanmasına katkı sağlıyordu. Göç etmek isteyenlere Bremerhaven yakınlarındaki Lehe’ye kadar çevreyi kollayarak eşlik ediliyor ve “topluma zararlı kişilerin” temiz birer pasaportla donatılarak bir gemiye bindirilmesi mümkün olduğunca göze batman hallediliyordu. ABD’nden gelen protestolar ve Bremen’in itirazları Hannover’deki faaliyetleri, kamuoyuna yansımaları durumunda, ancak kısa süreliğine durdurabiliyordu. İçişleri bakanlığı 1847’de dışişleri bakanlığına zaman kazandıran ve geçiştirici yanıtlar vermesini öneriyordu: Buna göre “bağışlanmış böylesi suçluların göçünü teklif edememek, kamu güveninin çıkarları açısından son derece esefle karşılanacak bir durum olurdu”, nitekim bu önlem sayesinde “kamu bütçesi […] küçümsenmeyecek kadar büyük bir giderden kurtulmuş” olur. Her ne kadar “arada sırada bazı istisnalarla” karşılaşılmış olsa da, “katiller, soyguncular ve ağır suçlular” genel olarak gemilere bindirilip gönderilmemiştir[15].
Göç edenler “bağışlanmıştır”, bu bağışlanma, geri döndüklerinde yeniden tutuklanacaklarına ilişkin bir ipucu verilerek yapılmıştır. Göç etmeleri önerilmiyordu, ama kurumların göç başvurularını üstlenmeleri de pek ender rastlanan bir olgu değildi. Çünkü bağışlananların kendi topluluklarına salınmaları zaten yeterince ağır bir yüktü. İkamet Yasası (1827) onlara yalnızca kendi topluluklarında ikamet etme izni veriyor ve “serserilik” yeniden tutuklanmaya neden oluyordu. Kendi topluluklarının yaşadığı yerlerin sosyal gelirlerine olumlu katılımları çok zor olurdu. Dolayısıyla Amerika yeni bir başlangıç için fırsattı. Örneğin 37 yaşındaki Hagenli alkol hastası Franz Joseph Schulte 1838’de Amerika’ya “nakledildi”. “Sarhoşluk” esnasında tutuklanmış, “ekmek ve su” verilmiş ve Gardiyan Verwold tarafından “12 kırbaç vurularak cezalandırılmıştır”. Hırsızlık ve “serserilik” buna eklenmiştir. Amerika’ya gitmeye hazır olduğunu açıklamıştır. Hagen Belediyesi ve Osnabrück’teki resmi kurumlar giderlerin karşılanması için yaptıkları pazarlıkta anlaşıyor: Yolculuk için 37 Taler, 4 Taler “seyahatte gerekli eşyalar için” (yün battaniye, ot minder, metal sefertası ve bardak, çakı, çatal-kaşık, sabun ve havlu, tütün ve ustura”), 2 Taler Lehe’ye kadar gözetim altında eşlik edilmesi için ve 9 Taler ABD’nde yeni bir başlangıç için cep harçlığı. “Triumpf” 21 Ağustos 1838’de Franz Joseph Schulte ile birlikte Bremerhaven’den Baltimore’a doğru “yelken aldı”.
Örneğin “çalgıcı ve çingene birer aile olan Böhmer ve Tewitz aileleri” 1839’da Hunteburg’dan “uzaklaştırılarak” Amerika’ya gönderildi. Mübaşir Meyer’in Wittlage Amt’ına bildirdiği üzere onlar akraba ilişkileri ve “fuhuşla” “aylık üreyen güvercinler gibi” ürüyorlar. O “eğer bu çingenelerin uzaklaştırılması için […] herşeyi […] yapmadığı takdirde kendi kendini bu nedenle daima suçlu hissedeceğini” belirtiyor. Nihai raporda 1213 Taler karşılığında “yoksul Hunteburg Piskoposluğu’nun bir anda işe yaramaz ve kısmen tehlikeli 19 özneden temizlendiği” yer almıştır. Ellerine birkaç müzik enstümanı da verilmiştir. Bunun için Osnabrücklü Müzik Aletleri Satıcısı Höffert’e 22 Taler ödenmiştir. Leerli hükümlü Conrad Jansen’in 1843’te Amerika’ya “göç etmesi” sağlanıyor. 10 yıllık hapis cezasının daha 6 yılını yatması gerekiyordu. O yeniden yoksullar yurduna düşmemek ve “kendisini daha önce de bu kadar büyük bir mutsuzluğa iten yolda tekrar yürümemek için” “Batı’ya göç etmek üzere” başvuruda bulunmuştur. Asayiş dairesi maliyeye bildiriyor: Majesteleri merhamet göstererek burada bulunan hükümlü […] Conrad Jansen’in […] Amerika’ya göç etmesi koşuluyla bağışlanması lutfunda bulunmuştur”[16].
Bavulda Yurttan Eşyalar
Göç edenler bavullarında o ana kadarki yaşamlarını da taşıyordu, en azından şu veya bu şekilde yeni olana eklenmesi gereken, eski yurttan birkaç yedek parça. Alışılmamışın içinde güven duymak için bunları korumak, iyisi mi güven duymak için aynı mezhepten insanların yaşadığı yerleşim yerlerinde ve/ya da örgütlerde bunu yapmak ilk sorunlarıydı. Cincinnati/Ohio’da[17] bulunan Kuzey Almanya Luther Kilisesi bunun için çok güzel bir örnektir.
Bu kilise “Osnabrück Kilisesi” ve “Plattdeutsch Kilisesi” olarak adlandırılmaktadır (Plattdeutsch: Kuzey Almanya’da konuşulan lehçeler). Johann Heinrich zur Oeveste 31 Ekim 1839’da Rieste’de yaşayan ebeveyn ve kardeşlerine bir mektup yazmıştır: “Alman-Lutherciler bu yaz Kuzey Alman Luther Kilisesi olarak adlandırıldıkları güzel bir kilise yaptılar bunlar plattdeusch konuşan Almanlar ve çoğunluğu Almanya’nın güney bölgelerinden gelen, Hochdeutsch (standart dil olarak Almanca) konuşan Almanlardan ayrıldılar[18]. “Osnabrück ve Çevresi” “Alman Luthercilerden ve Reform Cemaati Aziz Johannes’ten” ayrılmıştır, din (Birlik!) ve dil nedeniyle, ama elbette 1832/1833’ten itibaren Osnabrücklü göçmenlerin çoğunluğu oluşturması ve kilise binasının küçük olması nedeniyle de bu ayrılma yaşanmıştır. Osnabrücklü Lutherciler “tüzüğün” 10. maddesine dayanarak kendilerini diğerlerinden yalıtıyordu: “Plattdeutsch konuşamayan hiçkimse kilise yönetimine seçilemez”. “Hochdeutsch konuşan” Birlikçiler yeni “yönetmeliklerinin” 15. maddesine dayanarak buna bir misillemede bulunmuştur: “Tüm taşralı önyargıların önünü kesmek amacıyla cemaat her vilayetten yalnızca üç gemaat üyesinin seçilebilmesini gerekli görmektedir. Ancak tüm Kuzey Almanlar birlikte yalnızca tek bir vilayet sayılacaktır[19].
Yurdun ve Martin Luther’in dili göçmenler için önemliydi. Aziz Johannes Cemaati 1839’da “yönetmeliğinin” 2. maddesinde şunları belirlemiştir: “Kilisemizde İngilizce vaaz hiç verilmemelidir, aksine o tüm gelecek zamanlarda Almanca ayine açık olmalıdır”. Biraz hafifletilmiş haliyle “Plattdeutsch Kilisesi’nin” bir yan kolu olan ve Columbus/Indiana civarında, “ White Creek’te bulunan Alman Protestan Lutherci Aziz Johannes Cemaati” 1850’li yılların başında, “hala en az üç cemaat üyesi” arzu ediyorsa “her zaman yalnızca Almanca” vaaz verileceğini “tüzüğüne” yazmıştır. İlk olarak 11 Ekim 1903’te cemaat kurulunda “papazımız bazen İngilizce vaaz versin” denmiştir.
Göründüğü kadarıyla müminlerin birçoğu bunu yadırgamıyordu. 1 Ekim 1905’te John H. Hormann ve H. F. Eckelmann tutanak defterine şunları yazmıştır: “Beşincisi, cemaat kilisedeki iki ocağın double drum (İngilizce: çift silindirli) olmasını, okula böyle büyük değil, singel drum (İngilizce: tek silindirli) yerleştirmenin yeterli olacağını kararlaştırmıştır. Altıncı olarak sills (pervazların) ve pencerelerin dışarıdan painted (boyanmasına) ve grained (prüzlü) yapılmasına karar verilmiştir”[20].
1942’den itibaren, Almanya’nın ABD’ne savaş ilan etmesinden haftalar sonra (11 Aralık 1941) Aziz Johannes’te artık Almanca ayin yapılmamaktaydı. Amerikan Bayrağı şimdi kilisede, sunağın yanıbaşında duruyordu[21].
Osnabrücklü göçmenlerin torunları artık ABD’ne nihayi olarak varmış oluyordu. Onların Lutherci cemaatleri henüz Cincinnati “Plattdeutsch kilisesi” zamanında dedelerine ve akabinde İndiana White Creek’te bulunan Aziz Johannes’te (St. John) ardıl kuşaklara da yaklaşık 100 yıl boyunca İngilizce konuşan bir çevrede “yerleşik kalmaları için” olanak sağladı. Böylece on yıllar içerisinde, başta erkekler ve çocuklar olmak üzere, İngilizceyi kullanma gerekliliğinin yardımıyla ve Almanca konuşan cemaat okullarında “yabancı dil” olarak İngilizcenin öğrenilmesiyle Anglo-Amerikan çevrenin ekonomik, sosyal ve kültürel geleneklerine yavaşça alıştılar. Bu süreç ABD’nde doğan herkese ilk günden itibaren Amerikan vatandaşlığını veren Amerikan yasalarınca kolaylaştırılmıştır. Birçoğu kendini “Alman-Amerikan” olarak görüyordu. Henüz ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na (1917) girdiği yıllarda, cemaat okullarında dersin geniş ölçüde İngilizce yapılması ve ayinlerde İngilizce vaaz verilmesi ve de aradaki tireden vazgeçilmesi için yapılan baskıya az çok gönüllü bir şekilde taviz verilmiştir. Bu nihayi olarak İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın ABD’ne savaş ilan etmesiyle (Aralık 1941) 1942/43 yıllarında gerçekleşmiştir. Aradaki tire günümüzde artık yalnızca etnik bir hatıradır.
Dipnotlar:
[1] Anne-Katrin Henkel: „Ein besseres Loos zu erringen, als das bisherige war.“ Ursachen, Verlauf und Folgewirkungen der hannoverschen Auswanderungsbewegung im 18. und 19. Jahrhundert. Hameln 1996, S. 41, 216-218. – Karl Kiel: Gründe und Folgen der Auswanderung aus dem Osnabrücker Regierungsbezirk, insbesondere nach den Vereinigten Staaten, im Lichte der hannoverschen Auswanderungspolitik betrachtet (1832-1866). In: Mitteilungen des Vereins für Geschichte und Landeskunde von Osnabrück 61(1941), S. 86-176, hier S. 176. – Walter D. Kamphoefner: Westfalen in der Neuen Welt. Eine Sozialgeschichte der Auswanderung im 19. Jahrhundert. Göttingen 2006, S. 25.
[2] Karl Heinz Schneider/Hans Heinrich Seedorf: Bauernbefreiung und Agrarreformen in Niedersachsen. Hannover 1989, S. 22-31.
[3] Kamphoefner: Westfalen (s. Anm. 1), S. 28. – Franz Bölsker-Schlicht: Die Hollandgängerei im Osnabrücker Land und im Emsland. Ein Beitrag zur Geschichte der Arbeiterwanderung vom 17. bis zum 19. Jahrhundert. Sögel 1987. – Franz Bölsker-Schlicht: Sozialgeschichte des ländlichen Raumes im ehemaligen Regierungsbezirk Osnabrück im 19. und frühen 20. Jahrhundert unter besonderer Berücksichtigung des Heuerlingswesens und einzelner Nebengewerbe. In: Westfälische Forschungen 40(1990), S. 223-250.
[4] Jürgen Schlumbohm: Lebensläufe, Familien, Höfe. Die Bauern und Heuerleute des Osnabrückischen Kirchspiels Belm in proto-industrieller Zeit, 1650-1860. Göttingen 1994, S. 55, 373: “Büyük köylü aile çocuklarının yaklaşık üçte ikisi doğumla kazandıkları statüyü koruyabiliyordu; neredeyse dörtte biri topraksız köylü katmanına düşüyordu, geri kalan %11 ise en azından bir küçük köylü yerleşkesinde yaşamını sürdürebiliyordu. Küçük köylü oğul ve kızlarının koşulları ise daha kötüydü: %40’tan fazlası ev ve toprak mülkü olmaksızın yaşıyordu”.
[5] Alıntı Hans-Ulrich Wehler’den yapılmıştır: Deutsche Gesellschaftsgeschichte. Zweiter Band. Von der Reformära bis zur industriellen und politischen „deutschen Doppelrevolution“ 1815-1845/49. München 1987, S. 7.
[6] Wehler: Gesellschaftsgeschichte (s. Anm. 5), S. 8f..
[7] Schlumbohm: Lebensläufe (s. Anm. 4), S. 111. – Klaus-Jürgen Matz: Pauperismus und Bevölkerung. Die gesetzlichen Ehebeschränkungen in den süddeutschen Staaten während des 19. Jahrhunderts. Stuttgart 1980, S. 175, 178-181. – Schneider/Seedorf: Bauernbefreiung (s. Anm. 2), S. 83-101.
[8] Schneider/Seedorf: Bauernbefreiung (s. Anm. 2), S. 60-75.
[9] Hans-Ulrich Wehler: Deutsche Gesellschaftsgeschichte. Erster Band. Vom Feudalismus des Alten Reiches bis zur Defensiven Modernisierung der Reformära 1700-1815. München 1987, S. 347-546.
[10] Kamphoefner: Westfalen (s. Anm. 1), S. 28-66.
[11] W. Hardebeck: Die Auswanderung nach Amerika aus unserer Gegend. In: Mitteilungen des Vereins für Geschichte und Altertumskunde des Hasegaues 14(1905), S. 24-37, hier S. 27f.. – Etwas über Auswanderungen nach Nordamerika, insonderheit den vereinigten Staaten. In: Der Oldenburgische Hauskalender oder Hausfreund auf das Schaltjahr 1833 7(1832). – Vgl. auch Bernd Jürjens: Das Amerikabild im Jahrhundert der Auswanderung. Untersucht am Beispiel der Oldenburger Presse von 1814-1875. In: Zeitschrift für Niederdeutsche Familienkunde 76(2001)2, S. 227-245. (Verfügbar auf der Website www.dausa.de unter „Quelleneditionen“.)
[12] Antonius Holtmann (Hrsg.): „Ferner thue ich euch zu wissen . . .“. Die Briefe des Johann Heinrich zur Oeveste aus Amerika 1834-1876. Bremen 1996, S. 40. (Verfügbar auf der Website www.dausa.de unter „Veröffentlichungen“.)
[13] Bernhard Wechsler: Die Auswanderer. Ein Vortrag, gehalten im Verein für Volksbildung zu Oldenburg am 20. December 1846, mit einem Vorworte. Oldenburg 1847. (Verfügbar auf der Website www.dausa.de unter „Quelleneditionen“.)
[14] Antonius Holtmann: Auswanderungs- und Übersiedelungspolitik im Königreich Hannover 1832-1866. In: Kornelia Panek (Hrsg.): Schöne Neue Welt. Rheinländer erobern Amerika. Band 2. Wiehl 2001, S. 190-194. (Verfügbar auf der Website www.dausa.de unter „Veröffentlichungen“.)
[15] Holtmann: Auswanderungspolitik (s. Anm. 14), S. 195-199. – Zum bremischen Umgang mit eigenen und fremden Übersiedelungen vgl. Horst Rössler: Hollandgänger, Sträflinge und Migranten. Bremen-Bremerhaven als Wanderungsraum. Bremen 2000, S.193-260 („Unnütze Subjekte, Vagabunden und Verbrecher“ – Zur Emigration von Sträflingen in die Neue Welt (1830-1871)). – Vgl. auch Günter Moltmann: Die Transportation von Sträflingen im Rahmen der deutschen Amerikaauswanderung des 19. Jahrhunderts. In: Günter Moltmann (Hrsg.): Deutsche Amerikaauswanderung im 19. Jahrhundert. Sozialgeschichtliche Beiträge. Stuttgart 1976, S. 147-196.
[16] Holtmann: Auswanderungspolitik (s. Anm. 14), S. 200-210, burada S. 200-204.
[17] Holtmann: Ferner thue ich euch zu wissen . (s. Anm. 12), S. 50f.. – Wolfgang Grams: The North German Lutheran Church in Cincinnati. An “Osnabrück” Congregation. In: Reichmann/Rippley/Nagler (Hrsg.): Emigration and Settlement Patterns of German Communities in North America. Indianapolis 1995, S. 50-79.
[18] Holtmann: Ferner thue ich euch zu wissen. (s. Anm. 14), S. 48-52.
[19] Bkz. Anm. 17. – „Constitution“ und „Verfassung“ und die Kirchenbücher beider Gemeinden befinden sich auf Mikrofilm in der Forschungsstelle DAUSA.
[20] Antonius Holtmann: Die deutsche evangelisch-lutherische St. Johannes-Gemeinde am White Creek, Indiana. In: Paul Heinz Pauseback /Thomas Steensen (Hrsg.): AMERIFRISICA – Übersee-Auswanderung aus den drei Frieslanden und benachbarten Ländern. Bräist/Bredstedt 1996, S. 165-183, hier S. 174. – „Constitution“, Kirchen- und Protokoll-Bücher der White Creek-Gemeinde befinden sich auf Mikrofilm in der Forschungsstelle DAUSA. – Zum Sprachenproblem vgl. die sehr gründliche Auswertung der Kirchenbücher einiger Kirchengemeinden und der Schriften der Missouri-Synode in der Dissertation von Harro Eichhorn: Stellenwert und Funktion von Gemeinde, Pastor und Lehrer in Kirchengemeinden der Missouri-Synode des 19. und 20. Jahrhunderts. Auf den Alltagsspuren deutscher Auswanderer in Kirchenbüchern, Protokollbüchern und religiösen Periodika. Oldenburg 2006, S. 333-342. (Verfügbar auf der Website www.dausa.de unter “Veröffentlichungen”)
(http//docserver.bis.uni-oldenburg.de/publikationen/dissertation/2006/eicste06/eicste06.html)
[21] St. John, White Creek: History of the St. John Evangelical Lutheran Church. Columbus, Indiana 1990.