Prof. Dr. Manfried Rauchensteiner | Viyana Üniversitesi
Savaşın patlak vermesi bir yerde beklenen bir gelişmeydi. Bir yanda Fransa, İngiltere ve Rusya’nın kurduğu Üçlü İtilaf, diğer yanda Almanya, Avusturya- Macaristan ve İtalya’dan oluşan Üçlü İttifak, olası savaş durumları için kurulmuşlardı. Bu güçler arasındaki denge varolmaya devam ederken, istikrarın bozulması, kurulan ittifakların dışında, Balkanlar’da gerçekleşti. Sırbistan’a 23 Temmuz 1914’te ültimatom veren ve 28 Temmuz’da savaş ilan eden Avusturya- Macaristan’ın, savaşın patlak vermesine başlıca katkıyı sağlamış imparatorluk olarak gösterilmesi her ne kadar doğru olsa da, bu gerçek, ne İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan birliğin, ne de Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın tepkilerini açıklayamaz. Ancak savaşın çıkmasından kimin sorumlu olduğu, savaşın nedenleri ve neden sürecin belli bir noktasında anlaşmaya vararak, savaşın daha önce sonlandırılmadığı gibi konular araştırıldığında, kendimizi çok çabuk karşı-olgusal (kontrafaktisch) bir tarih yaklaşımı içerisinde buluruz (kontrafaktisch: “Belli olaylar farklı gelişseydi ne olurdu?” sorusu ve varsayımlar üzerinden değişik tarihi senaryolar geliştiren bir tarih anlayışı).
Savaşa katılan her devlet belli amaçlar gütmüştür. Avusturya-Macaristan, Sırbistan’ı yenerek, Sırbistan’ın hala ulaşmak istediği Yugoslavya hedefi ile Habsburg Hanedanlığı’nı tehlikeye sokmasını engellemek istiyordu. Ancak Sırbistan ile savaşmak, Rusya’nın da savaşa katılacağını göze almak anlamına geliyordu. Öyle ki Rusya, 1914 yazı öncesi, doğusunda bulunan askeri bölgelerdeki birlikleri savaşa hazır konuma getirmişti. Savaşın henüz bu başlangıç aşamasında bazı devletlerin tümüyle tasfiyesi dahi planlanıyordu: Avusturya-Macaristan, Sırbistan’ın başka Balkan ülkeleri arasında (Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan) bölünmesini tasarlıyordu. Rusya ise Habsburg Hanedanlığı’nın tasfiyesini savaş hedefi olarak belirlemişti.
Bu amaçlar doğrultusunda savaşın tüm tarafları varolan ittifaklara güveniyordu. İtilaf Devletleri birliği tümüyle savaşa çekmeyi başarırken, İttifak Devletleri (Almanya ve Avusturya-Macaristan, Kasım 1914’ten itibaren Osmanlı İmparatorluğu ve Eylül 1915’den itibaren Bulgaristan) başta Üçlü İttifak’ın bir parçası olan İtalya’yı ve İttifak Devletleri’ne yarı bağlı olan Romanya’yı savaşa katılmaya ikna edememişlerdir.
Savaş açılmasında İmparator Franz Joseph belirleyici bir rol oynamış ve anayasayı aşan özel yetkilerini kullanmıştır. İmparator savaşı istiyordu ve ölene dek ateşkesin ya da özel bir barışın herhangi bir şekilde sözünün dahi edilmesinden kaçınmıştır. Ne Habsburg Hanedanlığı’nın Sırbistan ve Rusya karşısında yaşadığı ağır askeri yenilgiler, ne de Galiçya’nın büyük bir bölümünün 1914’te işgal edilmiş olması, onu, savaşı sürdürme kararından vazgeçirmiyordu. 1914/15 kışından sonra bu ancak Almanya’nın yardımıyla mümkün olmuştur. Avusturya ve Almanya arasındaki ilişki, savaşın seyrini belirlemiş olan en önemli etkenlerden biridir. Almanya’nın yoğun askeri yardımı sayesinde 1915 Mayıs ayında Galiçya’nın önemli bir bölümü geri alınmış ve Rusya’nın saldırı gücü bir yıllığına kırılmıştır. Yine Alman yardımı ile 1915’te Sırbistan da yenilebilmiştir. Sonuçta Alman birliklerinin Polonya’daki varlığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluk Ordusu’nun, İtalya’nın 23 Mayıs 1915’te savaş ilan etmesiyle güneybatıda açılan cephede çarpışabilmesini ve bu cephede nihai muharebenin 1917/18’e dek ertelenebilmesini sağlamıştır. Avusturya- Macaristan ordusunun ve aynı şekilde İtalyan ordusunun, Kuzey İtalya ve özellikle Isonzo’da verdikleri yüksek kayıplar, Alman ve Fransızların Verdun bölgesindeki kayıplarına yakındı.
Avusturya-Macaristan Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan askeri desteğe de katkıda bulunmuş ve 1916’dan itibaren topçu bataryaları, öncü ve teknik birlikler göndermeye başlamıştır. Bu birlikler, sonunda Süveyş Kanalı ve Mezopotamya’ya kadar ilerlemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu ise, Rusya’ya karşı Avusturya-Macaristan cephesinde yer almak üzere üç piyade tümeni göndermiştir.
Eylül 1916’da İttifak Devletleri arasındaki dengelerin, yeterince dikkate alınmayan kesin değişimi gerçekleşmiştir. Rusların beklenmedik bir başarı ile gerçekleştirdikleri bir taarruzun ardından, Avusturya-Macaristan yeniden savaşamayacak duruma gelmiştir. Ancak Almanlar tarafından tekrar yoğun bir yardım alması üzerine, Avusturya- Macaristan cephesi doğuda yıkılmamıştır. Ancak Almanya bunun sonucunda Habsburg Hanedanlığı’na egemenliğinden büyük ölçüde vazgeçmesini istemiştir. Bunun üzerine, “Ortak Genel Kurmay”ın aldığı kararlarla, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu askerlerinin savaştığı tüm cephelere nihai emri verme yetkisi tümüyle ve yalnızca Alman İmparatoru’na devrediliyordu. Bundan sonra savaşın sürdürülmesi veya bitirilmesine de ancak Alman İmparatoru karar verebilecekti. İmparator Franz Joseph bunu kabul etti.
Franz Joseph’in ölümünden sonra İmparator Karl, Alman hakimiyetini sonlandırmak istemiş olsa da, bu çabaları bir sonuç vermemiştir. Avusturya- Macaristan’ın askeri boyutta olduğu kadar, politik ve ekonomik alanlarda ve de özellikle gıda sektöründe tekrar tekrar Alman yardımlarına bağlı olduğundan, Alman hakimiyetinin bitirilmesi ancak ittifakın bozulmasını göze alarak mümkün olabilirdi. İmparator Karl bu yönde bir karar verememekteydi. Bunun yanı sıra elde edilen büyük askeri zaferler ve Rusya’nın savaştan çekilmesi, 1917’de bir Alman ve bununla birlikte Avusturya-Macaristan zaferinin elle tutulur yakınlıkta olduğu duygusunu yaratmıştı.
Habsburg Hanedanlığı’na ait halkların bu savaş karşısında verdikleri tepkiler çok farklıydı. Savaşın yarattığı coşku yer yer farklılık göstermiş ve en fazla Habsburg Hanedanlığı’nın Alman bölgelerinde ve Macaristan’da belirgin olmuş olsa da, 1914’te belirgin bir birlik ve beraberlik gözlenebilmekteydi. Ancak bu daha 1914 sonbaharında hanedanlığın Çek ve Rutenya (Ukrayna) bölgelerinde kaybolmaya başlamaktaydı. Buna karşı yürütülen uygulamalar baskı, yurttaşlık haklarının kaldırılması, yerleşim yerlerinin boşaltılması ve tutuklamalardan oluşmaktaydı. Cepheye yakın bölgelerdeki idamlar binleri bulmaktaydı. Ancak hanedanlığın ordu başkomutanlığı tarafından talep edilen, Bohemya’ya savaş hukuku uygulanması isteği gerçekleşmemiştir. Bunlara rağmen yer yer baş gösteren savaş karşıtlığı, gittikçe yoğunlaşan özdeşlik yitimi ve özellikle 1915 yılı kış ve ilkbaharında sayıları çoğalan asker kaçakları şeklinde belirmekteydi. Kitlesel olarak gerçekleşen ordudan kaçışlar ilk etapta bir Avusturya-Macaristan fenomeni olmakla beraber, yalnızca Rus, zaman zaman da Sırp cephelerinde yaşanmaktaydı. Özellikle Rusya’da tutulan Avusturya- Macaristanlı savaş esirlerinin sayısı 1917 yılının sonuna kadar yaklaşık iki milyon kişiyi bulmuştu. İmparatorluğun tüm bölgelerinden gelen askerlerin tutumu sadece İtalya’ya karşı aynıydı. Bu durum ise ancak 1918’de değişecekti. O zamana kadar, hanedanlık, sekiz milyon erkeği ordusuna almıştı. Ayrıca 30.000 kadın da Avusturya-Macaristan silahlı kuvvetlerinin toplamına dahildi.
İmparator Karl’ın isteği üzerine, İmparatorluk Meclisi’nin 1917 Mayıs sonunda Avusturya’da tekrar toplanmasıyla, savaşın reddedilmesi ve Almanya ile devam eden yakın ittifaka karşı varolan direniş meclise yansımıştır. Henüz 1917’de göçmen gruplar tarafından teşvik edilen ve körüklenen dağılma belirtileri baş göstermiştir. Ancak Avusturya-Macaristan için bir nevi sırtından hançerlenme efsanesi uydurmak yanlış olur. Cephe ve arka cephe kendilerine özgü gelişmeler yaşamış, kendi algıları oluşmuş ve çözülme süreçlerini eş zamanlı yaşamışlardır. 1917 yılı sonunda Avusturya-Macaristan ve Alman ordularının İtalya’da elde ettikleri zafere rağmen (12. Isonzo Muharebesi), savaşın üstün bir zaferle sonlandırılmasından hala çok uzaktılar. 1918’de hala dört milyondan fazla askeri bulunan hanedanlık ordusunun yaklaşık olarak yarısına imparatorluğun içinde ihtiyaç vardı. Askerler işgücü olarak kullanılıyor, ayrıca asker kaçaklarını bulmak ve herşeyden önce başkaldırıları önlemekle görevlendiriliyordu. 1916 sonbaharında başlayan kıtlık, Ukrayna ve Romanya’dan gelen gıda sevkiyatlarına rağmen artık önlenememekteydi. Amerika Birleşik Devletleri’nin de 7 Aralık 1917’de Avusturya-Macaristan’a savaş ilan ettikten sonra aralarına katıldığı müttefik güçler, önemli bir savaş hedefi olarak, Avusturya-Macaristan’ın parçalanmasını amaçladıklarını daha sık tekrarlamaktaydılar. Askeri yönden buna karşı koymak olanaksızdı. Avusturya-Macaristan’ın Haziran 1918’de İtalyan cephesindeki son taarruzu, daha iki gün sonra başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu noktadan itibaren imparatorluğun dağılması başlamıştır. Avusturya-Macaristan askeri gücünü yitirmişti. Ortak bir perspektif kalmamıştı. İmparatorluğun ortak özdeşliği parçalanmaktaydı. İmparator Karl bu parçalanmayı hesaba katarak, 16 Ekim 1918 tarihli “Halkların Manifestosu” ile, imparatorluğundaki halkların yollarını ayırmalarına izin vermiştir.
Müttefik güçlerin 24 Ekim 1918’de İtalya’da gerçekleştirdikleri saldırı karşısında artık işleyen bir askeri yapı yoktu ve Padua yakınlarında, Villa Giusti’de, 3 Kasım’da imzalanan ateşkes anlaşması da bunun çok açık bir ifadesiydi, çünkü hanedanlık ordusu, henüz ateşkes geçerli olmadan silahları bırakmıştı. Bu sırada Habsburg Hanedanlığı’nın yerine geçen devletler, yenenler ve yenilenler, çoktan bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi.