JOANA D’ARC SILVA
Uluslararası İlişkiler Öğrencisi | Paraiba Devlet Üniversitesi (UEPB) BREZİLYA | Joanadarcsilva12357@gmail.com
LARA SOUZA VIDAL DE NEGREIROS
Uluslararası İlişkiler Öğrencisi | Paraiba Devlet Üniversitesi (UEPB) BREZİLYA | laraSvidall@gmail.com
Birleşmiş Milletler Antlaşması, egemen devletlerin tabi olduğu temel ilkeleri korumayı taahhüt eden, uluslararası düzenden sorumlu bir forum olarak hizmet vermeyi amaçlamaktadır. Hukuki normların ötesine geçerek barış, güvenlik ve küresel işbirliğine yönelik bir umut ve bağlılık manifestosunu temsil etmeyi amaçlamaktadır. Bununla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri‘nin yakın tarihine ve küresel sahnedeki eylemlerine baktığımızda, üzerinde düşünülmesi ve eleştirel analiz yapılması gereken rahatsız edici bir ironi ile karşı karşıyayız.
Jeopolitik gerçeklik endişe verici bir çelişkiyi ortaya koymaktadır. Dünyanın önde gelen güçlerinden ve BM‘nin kurucu üyelerinden biri olan Amerika Birleşik Devletleri‘nin tarihi askeri müdahaleler, savaşlar ve Birleşmiş Milletler Antlaşması‘nda yer alan amaçlarla sık sık çelişen jeopolitik faaliyetlerle dolu. ABD‘nin kendisini barışın ve küresel istikrarın savunucusu olarak takdim etmesine rağmen, dünyanın dört bir yanındaki çatışmaların baş aktörü olması ironik bir durumdur. Orta Doğudaki müdahalelerden Latin Amerika ve Afrika kıtasındaki anlaşmazlıklara kadar, ABD‘nin askeri varlığı sıklıkla evrensel barış ve adalet değerleriyle büyük ölçüde uyumsuz bir güç ve nüfuz yansıması olarak görülmektedir.
Amerikan hükümetinin bölgeyi ve kaynaklarını kontrol etmek amacıyla 2001 yılından bu yana Orta Doğu‘da Teröre Karşı Savaşı desteklediği doğrudur. Bu doğrultuda Amerikalılar bölgede çok sayıda müdahaleye öncülük etmiştir. Bu müdahaleler terörizmi doğuran sebepleri göz ardı ederek önemli insan kayıplarına ve toplum için büyük maliyetlere yol açmıştır. Dahası, Soğuk Savaş döneminde Taliban terör örgütünü eğiten ve donatanın ABD olduğunu unutmamak gerekir; zira yerel halkın bir dönem Afganistan‘ı işgal eden Sovyetlere karşı savaşmasını sağlamak Amerikan çıkarlarına uygundu. Bu bağlamda, ABD‘nin zaman içinde çeşitli uluslararası çatışmalara müdahil olmasının sorgulanması ve eylemleri ile BM‘nin amaçları arasında bir tutarlılık olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu denli fazla çatışma üreten bir devlet, dünyanın en büyük barış ve işbirliği örgütünün merkezi olma onuruna sahip olabilir mi?
BM‘nin uluslararası ilişkilerde oynadığı rol, çok yönlü doğası ve kendisinden beklenenler bakımından her zaman vurgulanmıştır. Kurulduğu günden bu yana, organizasyon uzun süreli bir istikrar dönemi yaşamamıştır. Savaş zamanında kurulan ve amacı uluslararası barışı korumak olan BM, Batılı değer ve normların dayatılması konusunda eleştirilere maruz kalmaktadır. Siyasi girişimleri genellikle liberal demokrasi ve serbest piyasa gibi Batılı değerleri destekleme hedefi nden etkilenmekte, çeşitli bölgelerin kültürel çeşitliliğini ve farklı realitelerini dikkate almamaktadır.
Buna ek olarak, ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa ve Çin‘den oluşan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, BM adına kuralları belirlemekte ve uluslararası sistemdeki en güçlü organ olarak kabul edilmektedir. Soğuk Savaş sonrası senaryolara hizmet etmek amacıyla oluşturulduğundan, mevcut küresel duruma artık uyum sağlayamamaktadır. BMGK; diğer ülkelere yerel görelilikleri dikkate almadan demokrasi modelleri dayatmak ve daimi üye statüsündeki devletlerin küresel ekonomik ve siyasi mekanizmalara hakim olduğu küresel sistemi sürdürmek amacıyla gerçekleştirilen güç oyunları doğrultusunda BM organlarının nasıl yanlış bir kurumsallaşma yaşadığının bir örneğidir.
Son olarak, BM‘nin yeniden konumlandırılmasına yönelik çalışmaya tam desteğimizi bir kez daha teyit ediyor ve bu projenin daha büyük bir önemle ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca, BM‘nin marjinalleştirilmiş bölgelerin birinde yeniden konumlandırılması konusunun da önemini vurguluyoruz. BM Genel Merkezi‘nin Afrika kıtasındaki ülkelerde, Güney Amerika‘da ve hatta Asya‘da konumlandırılması, örgütün uluslararası arenada önemli bir aktör olarak barış, güvenlik ve küresel işbirliği hedefl erini yerine getirmesinde derin bir etki yaratacaktır ve örgütün tarihinde önemli bir dönüm noktasını teşkil edecektir. Bunlara ek olarak, BM‘nin bu bölgelerdeki fi ziksel varlığı, farklı küresel gerçekliklerin algılanmasını ve tartışmalara yönelik potansiyel çözümlerin görünürlüğünü arttırarak toplumları önemli ölçüde etkileyecektir.