Michael Klundt
Magdeburg-Stendal Yüksekokulu
Yaklaşık iki yılı bulan pandemi ve Korona önlemlerinin ardından ve neredeyse 30 yıl önce federal düzeyde yasalaşan BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme sonrasında, federal hükümetin Korona uzmanlar kurulu 17 Şubat 2022 tarihli yedinci raporunda “Pandemide çocuk esenliğinin büyük bir öncelikle dikkate alınması gerekliliği” talep ediyor (S. 1; orijinal metinde italik; M.K.). Birincisi, uzmanlar kurlunun kabul ettiği şey BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 3. maddesidir. Bu maddede belirtilen, sözleşmeye taraf devletin (yani Almanya) tüm devlet ve ve devlet dışı önlemlerde çocuk esenliğine öncelik vermeyi dikkate alma yükümlülüğünü üstendiğidir. Uzmanlar kurulunun birçok üyesi için söz konusu tanı oldukça geç gelmiştir. Ama bunu bir kenara bırakırsak, çocuk esenliğinin her şeyden önce son iki yılda sıralamanın neresinde olduğunu bir kez daha belirginleştiriyor. Bunu daha çok “önceliksiz” olarak tanımlamak belki de en dostane tabirdir. Sağlık Bakanı Lauterbach’ın aksine, uzmanlar kurulu, (birincil) pandemi-hastalık etkileri ve (ikincil) kısıtlama-önlem-etkileri arasındaki farkı ayırt edebiliyor. “Pandemi çocuk ve gençleri çok çeşitli nedenlerle oldukça sert etkiliyor. Bu bir yandan, her ne kadar diğer yaş gruplarına kıyasla az ölçüde olsa da, SARS-CoV-2- enfeksiyonunun kendisinden kaynaklı birincil hastalık yükünü kapsar. Ancak asıl ağır olan şey, çocuk ve gençlerin psişik ve fi ziki hastalıklar nedeniyle taşıdıkları ikincil hastalık yüküdür, kaynağı ise kısıtlayıcı önlemler, korku, hastalanmak, ölüm ya da varlık koşullarının yitirilmesi gibi aile içindeki yükler, sosyal katılımın kaybedilmesi korkusu ve plan yapmakta zorlanmak”. Sosyal dezavantajlı konumdaki ailelerden gelen çocuklar bu durumdan olabildiğince çok etkileniyor. Enfeksiyona karşı koruma yasası ve sosyal katılımın özenli ve duruma uyarlanmış bileşiminin, psikososyal stabilize önlemleriyle birlikte acilen hayata geçirilmesi gerekiyor. BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme temelinde, pandemide çocuk ve gençlere sorumlulukla eğilmek, uzmanlar kuruluna göre kamuoyu önünde açıkça teyit edilmesi gereken bir durumdur ve de genel toplumsal çabaların çoğaltılmasını zorunlu kılar” (S. 1).
Hükümetin bilgisi dahilindeki çocuk
hakları ihlalleri
Uzmanlar kurulu ayrıca “pandemide doğrudan SARS-CoV-2 enfeksiyonundan değil, ikincil hastalık yükünden kaynaklanan” sorunların olduğuna çok açık bir biçimde şu sözlerle işaret ediyor: “Enfeksiyondan kaynaklı birincil hastalık yükünün yanı sıra, çocuk ve gençlerin ruhsal ve sosyal esenliğinin, eğitim, spor, boş zaman aktiviteleri gibi temel kayıplar da dahil, yığılmış tüm uzun vadeli etkilerle birlikte zedelenmesi oldukça önemli bir boyuttur”. Almanya ve diğer ülkelerde boylamsal kesite bakıldığında, artan psişik zorluk ve depresyon, iştahsızlık ve aşırı besin tüketimi ve de artan şişmanlık haberleri geliyor. Ayrıca aşırı medya kullanımı da artmaya devam etti. Dile getirilen bu etkiler özellikle yoksulluk, eğitime uzak olunması, göç kökenlilik ya da dil bilmeme sonucu sosyal dezavantajlı konumda olan ailelerden gelen çocuk ve gençlerde çok barizdir” (agy., S. 2).
Uzmanlar kurulu, BMGS ve BMFSFJ’- den oluşan bakanlıklar arası çalışma grubunun yeniden göreve getirilmesinin yanı sıra, bir takım tıbbi ve araştırma- pratiksel yaklaşımlar talep etti. Bunun dışında Korona önlemlerinin milyonlarca çocuk ve gencin yaşamlarını ne denli sekteye uğrattığını bir kez daha çok açık biçimde kaydetti. “Pandemide alınan önlemler çocuk ve gençler için olumsuz sonuçlar doğurdu. Sınırlı sosyal temas, planlayabilirliğin kötüleşmesi, boş zaman ve eğitim olanaklarının kapanan okullar, eğitim ve spor tesisleri nedeniyle azalması bunlar arasında yer aldı. Buna bağlı hastalık oranının bu kuşağın yaşam süresi ve kalitesi üzerindeki olası etkileri azaltılmak ve artık baş gösteren dezavantajlı etkiler en iyi şekilde telafi edilmek zorunda”. Bu ayrıca beklentiler değişmezken, çocuk ve gençlerin yapılamayan dersler, yalıtılmışlık ve karantina koşullarında maruz kaldığı verimlilik baskısını da hesaba katmalıdır. Bunun için öğretim plalarının farklı düzenlenmesi ve bir o kadar da gecikmeksizin yerleştirilmesi ve uygulanması gereken kamusal, sürdürülebilir destek programlarına gerek duyuluyor. (…) Çocuk ve gençlerin büyük bölümünü yaşlarına uygun boş zaman etkinliklerinden (gençlik kulüpleri, sinema, konserler vs.) dışlayan erişim kısıtlamaları, pandemi koşulları elverdikçe federal ve eyalet düzeyinde kaldırılmalıdır. Çocuk ve gençleri hedefl eyen güncel düzenlemeler federal eyaletler arasında aşırı ve görünüşe göre keyfi farklar gösteriyor. Uzmanlar kurulu federal eyaletleri azami katılım olanakları ilkesine uygun olarak standart kurallar belirlemeyeçağırıyor” (bkz. S. 3; https://www.bundesregierung.de/resource/blob/974430/2006266/cbaaebf3c847da6c54b5b4e1899ab0d1/2022-02-17-siebte-stellungnahme-expertenratdata.pdf?download=1).
Bu durumda federal hükümetin uzmanlar kurulu, görünüşe göre, hâlâ şu ana kadar yalnızca pandeminin kendisini (ve hiçbir Korona önlemini değil) çocuk ve gençler ve aileleri için doğan bütün sonuçların tek sorumlusu olarak gören Sağlık Bakanı Lauterbach ile çelişiyor (bkz. 10.01.2022 tarihli Hart aber fair programı).
Federal hükümetin bilgi düzeyi isedaha ileri bir noktada. Aile bakanlığı ile sağlık bakanlığının ortak çalışma grubu (IMA) 15 Eylül 2021 tarihinde yayımlanan ve “Koronanın çocuk ve gençlerin sağlığı üzerindeki etkisi” konulu raporunda, o ana kadar Korona ve çocuklar üzerine yapılan araştırmaların durumunu özetledi: “Çocuk ve gençlerin COVID-19 hastalık seyrini ağır geçirme riskleri düşüktür ve buna bağlı olarak hastahaneye gitmeleri sınırlıdır. Ancak pandeminin sosyal kısıtlamaları genç insanlar için ağır bir yük oluşturuyor – özellikle de pandemiden önce zor koşullarda yetişmiş olanlar için” (BMFSFJ/BMG 2021, S. 1). Bakanlar kurulu için bakanlıklar arası hazırlanan hükümet raporu, böylece, hükümetin de Korona’nın sonuçları (hastalığın seyri) ve hükümetin aldığı önlem kararlarının (“pandeminin” sosyal kısıtlamaları) etkileri arasında en azından dolaylı olarak ilkece ayrım yapabilecek durumda olduğunu kanıtlıyor. Pandeminin belki de sosyal kısıtlamaları zorunlu kıldığı burada yadsınmıyor, ancak pandeminin kendisi çocuk ve gençler için sosyal sınırlandırmaları yürütmedi, onun ayırt edilebilir yöntemini karara bağlamadı, aksine bunu yapan hükümetti, Eyalet Başbakanlar Konferansı’ydı – ara sıra da parlamentoydu.
Korona önlemlerinin çocuklar üzerindeki
sonuçlarının inkâr edilmesi
7 Ocak 2022’de Berliner Zeitung gazetesi şu haberi verdi: “Mart ila Mayıs 2021 sonuna kadar yaklaşık 500 çocuk, intihar girişimlerinin ardından federal ölçekte yoğun bakımda tedavi edilmek zorunda kaldı. Bu Essen Üniversite Kliniği’nin bir araştırmasından çıkan sonuçtu. Kliniğin çocuk yoğun bakım ünitesini yöneten Prof. Christian Dohna- Schwake özel olarak Videocast 19 – Chefvisite programında bunu anlattı. Vaka sayısı böylece ikinci kısıtlama sırasında Korona öncesi döneme kıyasla yüzde 400 arttı” (07.01.2022 tarihli Berliner Zeitung). Ayrıca çocuklar arasında kısıtlamalar sırasında intihar girişimlerinin arttığını saptayan bu araştırmaya yanıt olarak, Federal Sağlık Bakanı Karl Lauterbach, Ocak 2022’de, kısıtlama ile psişik sonuçlar arasında doğrudan bir bağlantı olduğuna inanmadığını belirtiyor (bkz. 11.01.2022 tarihli Tagesschau.de). Sağlık bakanı ARD’de 10 Ocak 2022’de yapılan “Hart aber fair” programında, uluslararası karşılaştırmada Almanya’da pek katı olan önlemlerin ülkedeki psişik rahatsızlıklara – her şeyden önce de çocuklarda – Alman Korona siyasetinin neden olduğu suçlamasını reddetti. Lauterbach şunları söyledi: “Bu noktada dikkatli olmak gerekiyor, araştırmalar kanımca buna yanıt vermiyor”. Bakanın görüşüne göre Almanya’dan daha azını yapan devletlerde de psişik rahatsızlıklar arttı. Örnek olarak ABD’ni gösterdi ve vardığı kanı birçok ölümün engellenebilir olduğuydu. Ya da Büyük Britanya, Lauterbach’a göre orada çok tehlikeli adımlar atılıyor. Almanya’daki psikososyal rahatsızlıklar kendi görüşüne göre hükümetin aldığı önlemlerden ziyade genel Korona durumundan kaynaklı. “Ben bu sorunların büyük bir bölümünün bu berbat pandemiden kaynaklandığına, ama o zamanlar uyguladığımız kısıtlamanın hanesine yazılamayacağına inanıyorum (Benedict 2022; bkz. Metzger 2022)”. Nedensellik ve örtüşme karşısında sergilenen bu tutum çocuk bilimleri, bir diğer ifadeyle çocuk politikaları bilimleri açısından da kayda değerdir. Çünkü kuşkusuz pratikte dünyanın bütün ülkelerinde Korona krizinin ve kriz yönetiminin psikososyal sonuçları olmuştur ve olmaya da devam ediyordur – özellikle de çocuk ve gençler için. Buna rağmen bakanın açıklamaları karşısında, onun Almanya’da özgül kısıtlama sonuçlarını galiba yeterince dikkate almak istemediği sorusu formüle edilebilir.
Koronanın ve pandemi siyasetinin
psikososyal sonuçları
Birçok araştırma ve görüş, BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Sosyal Güvenlik Yasası VIII’e göre tam anlamıyla çocuk esenliğini tehdit eden bir durumla karşı karşıya olunduğunu dayanaklandırıyor. Farklı araştırmaların da kanıtladığı gibi bu durum psikososyal sonuçlar doğurdu (bkz. Klundt 2022, S. 175 ve akabindekiler). Bir araştırmaya göre Federal Nüfus Araştırmaları Enstitüsü “pandemi nedeniyle ve bununla bağlantılı okul kapatmaları sonucu 11 ila 17 yaş grubundaki 1,7 milyon kişi için sağlığa dayalı yaşam kalitesinin olabildiğince düştüğünü” ortalama olarak hesapladı (Bujard u.a. 2021, S. 72). Federal enstitü öte yandan “16 ila 19 yaş arası depresiflik semptomları gösteren 477.000 genç” saptadı (agy.). Bu arada Korona krizinin psikososyal sonuçları artık gözden kaçmıyor. “Robert Koch Enstitüsü’nün geçen yılın birkaç araştırmasını özetleyen güncel bir raporu gösteriyor ki: Çocuk ve gençlerde görülen korku semptomlarının sıklığı geçen ilkbaharda yapılan ilk kısıtlamanın ardından yüzde 15’ten yüzde 24’e tırmandı. 11 ila 17 yaş aralığındakilerin yüzde 40’ı yaşam kalitelerinin gerilediği izlenimine sahip. 7 ila 17 yaş arasındakilerde psişik tuhaflıklar yüzde 18’den yaklaşık yüzde 31’e yükseldi” (Vorgrimler 2021, S. 2). Ve, Bertelsmann Vakfı’nın “Almanya’da çocuk yoksulluğu” üzerine 2020’de yayınladığı “Factsheet”in de bir kez daha kanıtladığı gibi, çocuk yoksulluğu alanındaki durum Korona krizi ile bir kez daha derinleştirildi (bkz. Bertelsmann-Stiftung 2020, S. 1). Buna göre Almanya’da her beş çocuktan biri yoksulluk içinde büyüyor, ne de olsa 18 yaş altı 2,8 milyon çocuk ve gence denk düşen bir rakam bu. Çocuk ve gençliğin yoksulluğu yıllardır bu yüksek seviyede seyrediyor. Bu yayına göre uzun ve iyi ekonomik gelişmeye rağmen bu rakamlar neredeyse hiç gerilemedi. Çocuk yoksulluğunun yıllardır Almanya’nın çözülmeyen bir yapısal sorunu olduğu belirtiliyor. “Korona krizi yoksul çocukların ve ailelerinin durumunu daha da kötüleştirecek. Yoksulluk rakamlarının bir hayli artması bekleniyor. Yoksulluk içinde büyümek çocuk ve gençlerin yaşamını sınırlar, utandırır ve belirler – bugün ve geleceğe bakıldığında. bunun toplum için de büyük ve olumsuz sonuçları var” (Bertelsmann-Stiftung 2020, S. 1).
Öte yandan Frankfurt Goethe Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Psikiyatrisi ve Çocuk Psikoterapisi alanında profesör olarak çalışan Christine M. Freitag’a göre, pandemide çocuk ve gençlerdeki anksiyete ve beslenme bozuklukları ve de depresyonlar oldukça arttı. Alman Çocuk ve Gençlik Psikiyatrisi, Psikosomatik ve Psikoterapi Topluluğu yönetim kurulu üyesi de olan bu bilim kadınına göre çocuk ve gençlerin bilgisayar ve mobil telefon kullanırken geçirdikleri zaman oldukça arttı, çoğunluğu ise çok az hareket ediyor. O, kısıtlama politikasının psikolojik sonuçları açısından federal sağlık bakanının ortaya koyduğu teze karşı çıkıyor: “Artık bu noktada Kanada ve Avustralya’da yapılan karşılaştırmalı araştırmalar var ve bunlar Korona pandemisi kapsamında, özellikle de kısıtlama evrelerinde çocuk ve gençlerde gözlemlenen, yukarıda belirtilen semptomlarda bir artış gerçekleştiğini açıkça gösterdi”. Günlük yaşam yapısının, hareketin ve yaşıtlarla sosyal temasın yitirilmesi depresyonlar ve anksiyete bozukluğu için klasik risk faktörleridir; Artan sosyal medya tüketimi muhtemelen yüksek iştahsızlık oranlarıyla bağlantılı (alıntı: Schmidt 2022). Prof. Freitag buna rağmen Lauterbach’a şu anlamda hak verilmesi gerektiğini kabul ediyor ki, o da “gerçek bir nedensellik saptamasının pek de mümkün olmayacağıdır. En basitinden bunu saptayacak deneyler – bir grubu kısıtlamak ve diğerini serbest bırakmak – etik açıdan kabul edilebilir değil” (alıntı: Metzger 2022). Farklı Korona ya da kısıtlama önlemleri ile çocuk ve gençlerde görülen psikososyal sonuçlar arasındaki ampirik temeli sağlam nedensellikler her ne kadar daha derin araştırmalar gerektirse de, Federal Sağlık Bakanı Lauterbach’ın oldukça sıkı savunmasının bıraktığı izlenim, belli ki bu savunma ile son iki yılda genç kuşağın sağlık ve psikososyal durumu için siyasi bir sorumluluk duygusunu reddettiğine dair vurgudur, ki bu duygu Korona ile mücadelenin ötesine geçer.
Unutulan çocuklar (çocuk hakları)
alternatifsiz midir?
O sırada Süddeutsche Zeitung 29 Aralık 2021’de şu başlığı kullanarak: “İnsan hakları. Almanya’nın çocuklarla bir sorunu mu var”? şunu kaygılı bir şekilde saptıyor: “Okul kapatmalarında geçen rekor süre, anayasada çocuk haklarına yer verilmemesi, çocuk psikiyatristi Winterhoff skandalı – bunlara bakıp insan soruyor: Çocukların esenliği Almanya’da nasıl bir rol oynuyor? (…) Okul tatilinde şehir içi kamu taşımacılığında altı yaşındaki çocuklara test zorunluluğu, dün on bir yaşında olan çocukların bugün on iki yaşına girdikleri ve aşılanmamış sayıldıkları için spor alanlarının onlara yasaklanması. Alman pandemi politikalarında şu ana dek önlemlere yönelik tartışmalarda çocukların öylece unutulmasına kesin olarak güvenilebilirdi”. Aslında başka ülkelerde de çocuklar işlevselleştiriliyor ve araçsallaştırılıyordu, örneğin ebeveynlerinin çalışabilirliği konusunda (SZ’in makalesine göre çocukların ve haklarının devlet yönetiminde dahi – en azından sözlü olarak – görünüşe bakılırsa oldukça büyük bir önem taşıdığı ülkeler arasında Japonya en önde geliyor, ardından Fransa ve en düşük olduğu yer Danimarka). Ancak Süddeutsche Zeitung’un gazetecilerine göre çocuklara neredeyse son iki yılda Almanya’da atfedilen rol basit değildi: Çocuklar önce – geniş ölçüde kanıt göstermeksizin – tam anlamıyla “birer” virüssavar olarak gösterildi ve herseyden önce kendilerine böyle davranıldı. Eğitimden, bakımdan ve faal olmaktan bu şekilde dışlamak diğer tarafta birçok ebeveynin çalışabilirliğini tehlikeye attı, daha somut bir ifadeyle: Anneleri. SZ makalesine göre çocuklar yeni rolleri olan “bakım nesnesi” rolünü üstlendi. Ardından öğrenim güçlükleri ve kayıpları daha açıktan görünür oldu, öyle ki çocuklara şimdi de üçüncü bir işlev atfedildi: Verimlilik sağlayanlar olarak adlandırılan işlev. Ancak çocuk esenliğinin önceliği ve yasal çocuk hakları bütün bunlar olurken bariz bir şekilde etkisiz kaldı, kendilerini ifade haklarını kullanmalarından söz etmiyoruz bile. “Kapatılan okullar, engellenen oyun ve spor alanları, arkadaşlarla görüşmenin yasaklanması: Yıkımın bilançoları artıyor. Almanya’da neredeyse her üç çocuktan biri artık duygusal sorunlar ya da hiperaktivite sorunu yaşıyor. Beslenme bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, anksiyete bozukluğu, depresif bozukluklar. Ülkenin çocuk ve gençlik psikiyatrileri pandemi öncesinde de doluydu, şimdi durum daha da ağır” 29.12.2021 tarihli SZ).
Birçok politikacı, gazeteci ve biliminsanı aradan geçen neredeyse son iki yılda çoğu kez öyle bir izlenim bıraktı ki, federal hükümetin aldığı Korona önlemlerine bulunacak bir alternatif sanki birçok Korona kurbanından sorumlu olmaktan başka bir şey ifade etmeyecekti (yani yürütmenin anlatı ve uygulamasını sorgulamak, sözcüğün tam anlamıyla cesetleri çiğnemek olacaktı). Buna göre, yukarıdaki mesleklerden bazı temsilcilerin deyimiyle, hükümetin gittiği rotaya hiç bir (insani) alternatif yok, dolayısıyla da ağırlıklı olarak bu konuyla ilgilenmiyorlar. Kamuoyundaki ifadelere rağmen, hükümet anlatılarının birçok temsilcisinin normalde atıfta bulunduğu tam da o Berlinli virolog Christian Drosten, 2021 kışındaki duruma ilişkin olarak hegemonyal anlatıya ve egemen alternatifsizlik- dogmasına karşıt sözcükler formüle etti: “Şu anda benim tamamen yanlış bulduğum bir anlatı var: Aşısızların pandemisi. Aşısızların pandemsi yok, bir pandemi var”. 11 Kasım 2021’de ZEIT gazetesinden Giovanni di Lorenzo und Andreas Sentker’e verdiği demeçte, Drosten, 2020 ilkbaharındaki ilk kısıtlama ve sorumluları için şunu söylüyor: “Biz, yani konuya dahil olan biliminsanları, okulların kapatılması gerektiğini söylemedik. Başka iddialar yanlış (…) Bunu yapan, biz salonu terkettikten sonra, o Eyalet Başbakanları Konferansı’nın tartışma dinamiği olsa gerek. Bunu kimin ileri taşıdığını bilmiyorum. Ben orada değildim. Ancak şunu açıkça söyleyebilirim: Bu başlı başına siyasal bir karardı, biliminsanları böyle bir tavsiyede bulunmadı” (agy., S. 34).
İkinci kısıtlamada ya da 2020’nin sonunda görülen ikinci dalgaya kaşı gidilen kısıtlamalar için Drosten şunu söylüyor. “Okul kapatmaları ikinci dalgayı kırdı. Okullar terazideki hassas ağırlıktı”. Bunun aksini gösteren Fransız örneği ilginç bir tartışma konusu, çünkü Federal Almanya’ya kıyasla Fransa’da farklı öncelikler belirlenerek 2020/2021 kışında eğitim kurumları (İsviçre’de olduğu gibi) geniş ölçüde açık kaldı ve Almanya’daki enfeksiyon durumundan çok farklı bir gelişme yaşanmadı (bkz. Klundt 2022, S. 105 ve akabindeki sayfa). Ama ZEIT’tan gazetecilerin bir alternatif olup olmadığı sorusuna Drosten ilginç bir biçimde şu yanıtı veriyor: “Okullar açık kalsın da denebilirdi, ama o zaman biz hizmetler sektöründe oldukça sert homeoffice kriterleri kabul ettirmemiz gerekirdi. Biz okullara değil, ekonomiye sorumluluk yüklüyoruz” (agy.). Son olarak “enfeksiyon riski ile çocukların kısıtlamalarda yaşayacağı zarar arasında ölçüp biçmeyi” meşru görüp görmediği sorusuna net bir yanıtla şunu söylüyor: “Elbette” (agy.). Bunun üzerine aslında neden birincisinin çok daha ağır olduğunu belirterek sıralamayı değiştiriyor, ama ölçüp biçmenin meşruiyetini – birçok politikacı, yayıncı ve bilim temsilcilerinden farklı olarak – sorgulamıyor. Buna göre gerekçelendirmesini hatta şu şekilde de anlamak mümkün, federal hükümetin ve eyalet hükümetlerinin izlediği yol dışında, üzerinde düşünülmeye değer alternatifler de vardı ve bunlar hâlâ varolmaya devam ediyor.
Sonuç
Çocuk haklarını güçlendirmek ve (çocuk) yoksulluğuyla mücadele etmek isteyen herkes, toplumumuzda devasa boyutlara ulaşan zenginlik hakkında konuşmak zorundadır. Kentlerimizde sosyal alandaki ayrımı eleştiren biri, yoksul semtlerimizin göründüğü gibi görünme nedeninin, zengin semtlerin güründüğü gibi görünmesinden kaynaklandığını unutmamalıdır. Sosyal devleti güçlendirmek isteyenler, sosyal sigortaların, belediyelere ait dairelerin, hastahanelerin ve bakım yurtlarının özelleştirmesini tersyüz etmelidir ve kâr ilkesinden kurtarmalıdır ve de okullarda, çocuk yuvalarında ve gençlik yardımlaşmalarında, bir diğer ifadeyle gençlik kulüplerinde daha iyi koşullar yaratmalıdır. Bunun için yeterince para olduğunu Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü’nün 2021’de sunduğu bir rapor gösteriyor. Bu rapora göre Almanya’daki özel hanelerin son 20 yıldaki net varlıkları 13,8 trilyon Euro’ya çıkarak iki kattan fazla arttı. Bu rakamın 400 milyar Euro’su her yıl miraz bırakılabilir ya da hibe edilebilir bir tutardır, nitekim bu durum mutlak eşitsizliği derinleştirecek (bkz. Baresel, Kira ayrıca (2021): Mirasın ve hibelerin yarısı devirden yararlanacak bütün kişilerin yüzde onuna gidecek, kaynak: DIW-Wochenbericht Nr. 5: 64 ve akabindeki sayfalar).
Çocuk haklarının etkili bir biçimde yeniden canlandırılması ve çocuk yoksulluğuyla ekin bir mücadele için böylece yeterli kaynağa ihtiyaç var. Ancak 2023’ten itibaren “sıfır borçlanma” ve borç frenine uygun bir bilançoyu tutturmak gerektiğinden, salt çocuk haklarının hayata geçirilmesi ve çocuk yoksulluğuyla mücadele için köprüler, eğitim ve yurttaşlık ödeneğini karşılamak üzere gerekli finansal kaynakların nasıl bulunacağı sorusu gündemde değil. Buna karşın bir sonraki tasarruf ya da kısıtlama dönemi kapıya dayanmış görünüyor. Varlık vergisi alınmadığında, yurttaş sigortası sağlık ve bakım sistemlerindeki iki sınıflı tedariği sonlandırmadığında, yasal emeklilik ile borsada spekülasyona gidildiğinde ve silahlanma bütçesinin de artması öngörülüyorsa, o zaman trafik lambası koalisyonunun cüretkâr ilerlemesi oldukça güçsüz ayaklar üstünde duruyor demektir.