PoliTeknik’in 12. ve 13. sayılarında (2016) “Alman Medyasına Konu Önerileri” başlığı altında yayınlanan yazı dizisi şu paragrafla tanıtılıyordu:
“Almanya’nın on yılı aşkın süredir göçmenler dışında tartışacak başka konuları yok muydu? Ya da medyada, siyasi ‘talkshow’larda bu konular farklı tarzda, yapıcı bir bakış açısıyla ele alınamaz mıydı? Farklı resimler gösterilemez miydi? Tarihsel karşılaştırmalar yapılamaz mıydı? Alışıldık konuşmacılar dışında bu toplumu temsil eden başka kimseler yok muydu? 80 milyon nüfuslu bir ülkenin savaş, küresel kriz, göç, entegrasyon, radikal İslam, mülteciler gibi iç ve dış politika tartışmaları olmasaydı, harkulade bir federal cumhuriyette mi yaşıyor olurduk? Medya aracılığıyla aktarılan gündem hangi konuları gölgede bırakıyor? Bu konular bir toplumun en canalıcı sosyal ve siyasal sorunlarını içinde barındırıyor olabilir mi? Gündem dışındakiler nasıl gündeme taşınabilir?”
+49 haber sitesinde PoliTeknik imzasıyla çıkan “Aydın aranıyor! Almanya’daki Türkiye kökenli ve düşünce üretebilecek insanlar nerede?” başlıklı makalede ise şu tümceler yer aldı:
“Alman kamuoyunda sizi de yakından ilgilendiren ya da ait olduğunuz çevrenin doğrudan nesnesi olduğu bir tartışmada izleyici konumunda mısınız? Bu tartışmaların akabinde tetiklenecek tepkilere ya da çıkacak yasalara, sizin de görüşünüzü yansıtan bir söylemle, bir reaksiyon gösterilemediğini, karşı koyulamadığını mı düşünüyorsunuz? Hatta bu süreçte sizi sözde temsil eden kişilere daima söz hakkı tanınmasından mı yakınıyorsunuz? Yanıtınız evetse, o zaman şu, açık bir gerçektir: Demokrasiden dışlanıyorsunuz!” (22 Ağustos 2020)[1].
Alman medyası, siyasetin belirlediği içerikleri aşarak kendisi gündem olmak isteyen her politik çıkışın üzerinden adeta bir silindir gibi geçiyor, başkalarına sınırlı bir söz hakkı dahi tanımıyor.[2] O kontrol altında, Alman titizliğiyle rayında tutuluyor. İstediği zaman istediği bir kesimi kendi aynasında güzel-çirkin, iyi-kötü, eğri-düz gösterebiliyor.
Alman medyasında siyasi tartışma programlarının temsil gücünü
irdeleyen yeni bir araştırma ve yükselen öfke
Medyanın taraflı ve siyasetin güdümünde olduğu yaygın bir görüş, aşağıdaki araştırmadan çıkan bulgular da bu görüşü destekliyor.
Progressive Zentrum için Paulina Fröhlich ve Johannes Hillje’nin hazırladığı söz konusu araştırma (“DIE TALKSHOW-GESELLSCHAFT”), kamu yayın organlarındaki siyasi tartışma programlarında toplumun hangi kesimlerinin ne derece temsil edildiğine ışık tutuyor. Buna göre programlara davet edilenlerin %42,6’sı siyasi parti temsilcisi ve %22,9’u da ağırlıklı olarak siyasete yakın başkent gazetecilerinden oluşuyor. Bu üçte ikilik paydan geriye kalan manzara ise şöyle: Bilim alanından temsilciler %8.8, bireysel katılım %7,5, ekonomi temsilcileri %6,4, kültür %2,8, sivil toplum %2,7, kamu idaresi %2,1, sosyal alandan temsilciler %1,5; ekonomi konularında davetlilerin %80’i ise işveren temsilcilerinden oluşuyor. Araştırmacılar bu durumların demokratik bir sorun olduğunu vurguluyor.
Alman solunun konformist dediği bu mecra, son yıllarda özellikle Pegida hareketinin “yalancı basın” suçlamasıyla aşırı sağ cenahın darbelerine maruz kaldı.
Alman toplumunun Hartz IV ile olağanüstü yol kateden kitlesel yoksullaşması ve demokratik meşruiyeti olmayan kuruluşların, danışmanlık büroları ve düşünce kuruluşlarının siyasi sisteme dışarıdan müdahaleleri karşısında giderek artan tepkiler basında yankısını bulamadı, aksine söz konusu tepkilerin dinmesi, mantıksal boşluğa düşürülmesi ya da itibarsızlaştırılması, hedefi şaşırması için o kendi üstüne düşen görevi layığıyla yerine getirdi. Şimdi modern dönemin ağırlığı altında ezilen, içine düştükleri acizliği anlamak isteyen insanlar komplo teorisyenleri (Covid19 protestolarında sıkça bu tabir kullanıldı), aşırıcılar, hayalperestler vb. nitelemelerle öfkelerinden dahi mahrum bırakılmak isteniyor, ancak öfkeler katlanarak bir süre sonra tekrar ortaya çıkıyor, siyasileşerek sola ya da sağa kayıyor.
Kamu yayın organlarının finansmanı için her haneden zorunlu olarak toplanan primler (GEZ) bu koşullarda bir angaryaya dönüşüyor. “No taxation without representation”, 13 Amerikan kolonisi bu parolayla İngiliz kralına başkaldırıyordu: “Temsil yoksa vergi de yok”. Yukarıdaki araştırma temsil olmadığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Alman medyasına bu koşullarda ne önerilebilir? Koşullandırılmamış yayınlar yapması, tarafsız, çoğulcu ve bağımsız olması mı örneğin? O zaten “tarihin gördüğü en iyi Almanya’nın”[3] doruğa erişmiş demokrasisini taçlandıran güzide bir değerdir, haliyle sıralanan önerileri ihtiva ediyor. Aslında buna inanmayanlar kaideyi bozmaz. Ancak sayıları çok arttı ve siyasal söylem egemenliğini bu kesim üzerinde artık tahkim edemiyor.
[1] Bkz.: https://www.arti49.com/aydin-araniyor-almanyadaki-turkiye-kokenli-ve-dusunce-uretebilecek-insanlar-nerede-2346063h.htm
[2] Çinli sanatçı Ai Weiwei iltica ettiği Almanya’yı terk ederken kamuoyunun durumunu şöyle tarif ediyor: “O, açık olmak isteyen, ama her şeyden önce kendini koruyan bir toplumdur. Alman kültürü o denli güçlü ki, gerçekte başka düşünce ve argümanları kabul etmiyor. Açık tartışmalar için neredeyse hiçbir zemin yok, aykırı görüşler için de saygı”
[3] Eski Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck bu makamdaki son konuşmasında şu sözleri söylemiştir: „Bu Almanya şimdiye dek sahip olduğumuz en iyi, en demokratik Almanya’dır.”