Dünden Bugüne Demokrasi (1)
Dünden Bugüne Demokrasi (2)
Demokrasiyi bir bütünsellik içerisinde ele almak gerekir. Nedir bu bütünsellik? İnsanı ilgilendiren her şey mi? Evet! Peki ama fragmanlara ayırsak? Yani her konuyu/sorunu ayrı ayrı ele alıp demokratik dönüşümü bunların içerisinde ayrı ayrı gerçekleştirmeyi düşünsek? Evet/Hayır!? Evet; eğer tek tek fragmanları bir bütünün içerisinde, kopmaz/ayrılmaz parçalar olarak görüyorsanız, evet. Ne demektir bu? İnsanı ilgilendiren hem fiziki, hem fiziki olmayan, gelir eşitliğinden tutun da eşit söz hakkına kadar, tek tek, ama bir bütün olarak yaşamın içerisinde; o zaman, evet! Biri, diğerini tamamlamak üzere.
Hayır; eğer bu fragmanlar diğerlerinden kopartılıp birer bağımsız hak olarak ele alınacaksa, hayır. O zaman siz mevcut durumdan, yani bütünden -fragmanların içerikleriyle, biçimleriyle, bu mevcut halleriyle bir arada olmasından- şikayetçi değilsiniz, bir iki „modifikasyon“la durumu düzeltir, „devrim“e gerek duymadan yaşayıp gideriz diyorsunuz demektir. Ve bu, işte tam da bu yüzden yalnızca sizi ve kafa dengi çıkar çevrenizi ilgilendiren bir soruna dönüşmüş olur. Öyleyse kendi başınıza ve tek tek alanlar üzerinden, yani önce şunu, sonra bunu düzelterek demokrasiye varamazsınız anlamına gelir; ya da, yalnızca kendi demokrasinizi arıyorsunuz demektir.
Peki insanlık tarihi bunu ne ölçüde doğruluyor acaba?
Sınıfların ortaya çıkış ve kendi varoluşlarına ciddi bir şekilde, kıyasıya mücadele ederek ölümü göze alarak ve öldürerek sarılmalarını bundan daha güzel başka ne doğrulayabilir ki? Konu: „Demokrasiyi Savunmak!“ olunca… Bir toplumsal sınıfın toplum üzerindeki hegemonyasını ya da, „demokrasisi“ni bir başka sınıfın zor kullanarak, yani „devrim yaparak“, yani, „bütün“de köklü bir değişikliğe giderek ancak kırabileceğini buradan çıkartıyoruz. Daha doğrusu tarihin bize gösterdiği tam da bu!
Demokrasi, insan için olan, insani taleplerin, gereksinimlerin seslendirilmesi, yükseltilmesi olarak ve sınıflar mücadelesi içerisinde anlamını buldu. Mülkiyette özelleşmenin, sermayenin, paranın egemen olduğu toplumsal düzenlerde insanın geriye itileceği açıktı. Öte yanda milyonlarca yıl doğanın her türlü tehlikesine, onu kusma çabasına karşın soyunu sürdürmeyi beceren, koskoca dünyayı yaşamına yönelik türlü çeşitli tehdide direnerek değiştirip varlığını sürdürebilen insanlık paraya mı, sermayeye mi teslim olacaktı? Olmadı! Aslında buna, olmamayı becerdi demek daha doğru olacak. Çünkü doğayı kontrol altına alırken bir yandan da -en sonunda- onunla uyumlu bir biçimde var olması gerektiğini insani özelliğini, düşünmeyi, öğrenmeyi, felsefeyi, sanatı, bilgi üretmeyi, ürettiği bilimi hayata geçirmeyi, bunun için teknolojiler tasarlayarak kullanmayı… sonuçta da sosyalleşmenin bir „idame“ olmazsa olmazı olduğunu ve bu soyunu sürdürme becerisinin de ancak ortaklaşmacı bir birlikte yaşam formunu kurmasıyla başarabileceğini anladı. İnsanlık tarihi için belki oylumlu bir adım, dünya için ya da doğa için milimetrik bir „an“ nitekim!
Ama, belirleyici bir andır bu. Şifreleri çözülen sermaye artık bir daha insanlığın bir avucunu burjuva ideolojisi altında peşine takıp insanlığın başına bela olmayı sürdüremeyeceğini görmüştür. Yalnızca o mu görmüştür bunu? Onun kapitalizmin ötesinde yeni bir toplumsal ekonomik yapılanmanın devrimini yaratamaz duruma geldiğini tüm insanlık da görmüştür. Boyaları dökülmüştür, çırılçıplak kalmıştır. Kimileri 19. yüzyılı, bir uzun yüzyıl olarak niteliyor. Belki de, sermaye karşıtı düşüncenin önce siyasi bir hedefe dönüşmesi, sonra da bir programa, manifestoya bürünerek -ve bir „hayalet“ gibi Avrupa’da her köşede aynı anda kendisini gösterip- devleti değiştirme ve sönümlendirme yolunda siyasi hareketine yön vererek kendi partisini kurması hep bu yüzyılın içerisine sığdığından. Bir sonraki yüzyılda „en demokrasi“ diye kapitalizmin can çekişmesini uzatacak farklı, tuhaf formlar ürettirip dayatmadı değil. Hatta yirmi birinci yüzyıla girildiğinde kendi diktatörlüğünün, yani demokrasisinin, proletaryanın diktatörlüğüne, yani sosyalist demokrasiye üstün geldiğine neredeyse kendi bile inanmıştı. Ama olmadı.
Dünya Ticaret Merkezi’nin vurulmasından bugüne neredeyse yirmi yıldır en sık duyduğumuz, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” kerametinin bir liberal vahiye dönüşmesi, onun aslında ta 1600’lerden bu yana bir sınıfın, hayatı yaratan, yürüten sınıfın yükselişini, siyasi iktidara yürüyüşünü tarif etmiş olduğunu örtemiyor. Proletarya, siyasi programını ortaya koyarak -ve 1848 devrimlerini, Paris Komünü’nü, Ekim Devrimi’ni, kapitalist/emperyalist hegemonyanın “çift kutuplu dünya“nın sonuna rağmen uyanışına ara vermeyen üçüncü dünyadan yediği sürekli dayakla gerilemesini de arkasına alarak- geleceğin tartışılmaz iktidarı olacağını gösterdiğinden bu yana artık tüm gelmiş geçmiş elitin iktidarları, paranın egemenliği ve mülkiyet, Dante’nin Infernosunun yolunu tutmuş durumdadır. Ki, kapitalizmin bu sözü edilen süreçte kendini tekrar tekrar yeni baştan kurma, yerleştirme çabası, proletaryanın birliğine karşı insafsızca yürüttüğü hem fiziksel hem ideolojik terörü, ürettiği türlü çeşitli karabasanları dünyanın en ücra köşelerine varıncaya kadar tüm halklara, insanlığa tattırması bu durumu, yani sermayenin makus(!) talihini düzeltemedi.
Üretimi her alanda, tüm boyutlarıyla toplumsallaştırma ufku -maddi üretimin yanısıra „manevi“ üretimi de ekonomik yapının üst kurumları çerçevesinde buna katmalı- demokrasinin „emek“ ekseninde sorgulanması sonucundan başka bir şey doğuramazdı zaten. Ve ardından da en kabul görür anlamını alması üretimi fiilen, kol gücüyle, kafa gücüyle yapan, örgütleyen, devamlılaştıran sınıfın mutlak ve doğrudan bir biçimde yaşam tarzına müdahale etmesini, topyekün toplumsal ekonomik yapıyı yenilemesini tanımlayacaktı. Gerçi bunun kaçınılmaz bir gidişat olarak kabul edilmesi de, evet, insanlığın bir, „iki yüz“ yılını daha çalacaktı; her ne denli bugün artık yalnızca bir „an“ -ve artık tek çare kaldı- olarak kabul edilecek olsa da.
Sermaye devrimini sınıfların varlığına borçludur; demokrasisini de öyle. Kendi sınıf zoruna dayandırdığı devletini de bu demokratik temel üzerinde kurmaya, yaşatmaya çalışmıştır. Bir devlet yönetim biçimi yaratmıştır. Ama onun ellerinde yalnızca biçimsel eşitlik temeline dayanmak gibi bir anlam taşıyan demokrasi, -burjuvazi onu kendi elleriyle büyütmüş de olsa- hiçbir şekilde sınıf ayırımı koşullarına sığmaz. Öyleyse onu gerçek anlamıyla yönetim biçimine yansıtacak bir, „karşı zor“a gereksinimi vardır. „Karşı devrim „ de diyebilirsiniz,
demokrasi kavramının yakasını bir türlü bırakmayan burjuvaziye nispet, „diktatörlük“ de. Sonuçta her ikisi de burjuvazinin demokrasiyi içine sokmaya çalıştığı kalıpları kıran, ona açık karşı tavır alan, boyalarını döken tanımlamalardır. Hoş, burjuvazinin ya da sermayenin yalnızca kendine demokrasisi, onun diktatörlüğü, onun karşı devrimi olarak zaten sabittir. Karşısına aldığı insanlığın gerisi, tek bir sınıf bütünü içerisinde onun yerini alacak olandır. Biçimsel eşitlikten gerçek eşitliğe, yani demokrasiye geçiş de ancak böyle mümkün olabilir. „Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre!“
Artık can çekişen kapitalizmde, sınıf ekzeni dışında politika üretmenin sisteme suni teneffüs bile olamayacağı anlaşılmalıdır. Kapitalizmde artık sınıf ekzeni dendiğinde de proletaryanın dışında bir başka sınıfın bırakın yeni baştan politika üretmesini, ömrünün kalan yıllarını saymak dışında yapabileceği pek bir şey kalmamıştır. Evet işte, eskisi gibi hiç olmayacak; elbette öyle! İktidar zaten emekteydi, şimdi onu biçimlendiren de, siyasal programını yapıp uygulayan da emek olacak.
Demokrasi işte budur. Üretenin yönetme hakkını kullanması. Hak mı? Doğada bulunmayan bir şeydir hak. Onu yaratırsınız. İnşa edersiniz. Örersiniz. Genişletirsiniz. Ait olduğu yere dağıtırsınız. İnsanlığın tam eşitliğe ve özgürlüğe ulaşması sürecinde de bu görevi elbette hayatı üreten, yaratan sınıf üstlenecektir ve tabii ki bunu, kendi bünyesinde büyüttüğü, geliştirdiği, koruduğu siyasi örgütü, partisi eliyle yürütecektir; ta ki insanlık, demokrasiyi soluduğu hava, içtiği su gibi olağanlaştırana ve artık demokrasi kavramına gereksinim duymayana kadar.
DÜNDEN BUGÜNE DEMOKRASİ, YAZI DİZİSİNİN BİRİKİM KAYNAKLARI :
Ağaoğulları, Mehmet Ali, “Fransız Devrimi’nde Birey-Devlet İlişkisi (189-1794)”, AÜ-SBF Dergisi, cilt 44, sayı:3, Mart 1989, sf.195-228.
Bax, Ernest Belfort, Marat: The People’s Friend, https://www.marxist.org/archive/bax.
Brizon, Pierre; Emeğin ve Emekçilerin Tarihi, çeviren: Cemal Süreya, Onur yayınevi, Ankara 1977.
Diderot, Denis; Felsefe Konuşmaları, çeviren: Adnan Cemgil, İş Bankası yayınları, 4. basım, İstanbul 2019.
Durmaz, Orkun Saip, “Niçin hâlâ Robespierreciyiz?”, Bilim ve Gelecek dergisi, sayı: 145, Mart 2016, İstanbul.
Diakov, V. – S. Kovalev, İlkçağ Tarihi cilt 1: Ortadoğu Uzakdoğu Eski Yunan, çeviren: Özdemir İnce, Yordam kitap, 4. basım, İstanbul Ağustos 2017.
Engels, Friedrich, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, çeviren: Mustafa Tüzel, İş Bankası yayınları, 2. basım, İstanbul Mart 2019.
Engels, Friedrich, Tarihte Zorun Rolü, çeviren: Seyhan Erdoğdu, Sol yayınları, 2. basım, Ankara Haziran 1979.
Erhat, Azra, “Hesiodos’un Eseri ve Kaynakları”,
Heisodos, Theogonia-İşler ve Günler, sf.81-197,
İş Bankası yayınları,
5. basım, İstanbul Nisan 2019.
Foster, William Z., Üç Enternasyonalin Tarihi: 1848’den 1955’e dünya sosyalist ve komünist hareketleri, çevirmen: Can Saday, Yazılama yayınevi, İstanbul 2011.
Furr, Grover, Stalin ve Demokrasi Trotskiy ve Naziler, çeviri: Funda Hülagü, Yazılama yayınları, İstanbul 2012.
Guthrie, W.K.C., Yunan Felsefe Tarihi 1: Sokrates öncesi ilk filozoflar ve Pythagorasçılar, çevirmen: Ergün Akça, Kabalcı yayınevi, İstanbul 2011.
Hançerlioğlu, Orhan, Düşünce Tarihi, Remzi kitabevi, İstanbul 1970.
Hamuroğlu, Alp, “Büyük Fransız Devrimi”, Bilim ve Gelecek dergisi, sayı: 89, Haziran 2011, İstanbul.
Harman, Chris, Halkların Dünya Tarihi, çeviren: Uygur Kocabaşoğlu, Yordam kitap, 2. basım, İstanbul Ekim 2011.
Heine, Heinrich, Almanya’da Din ve Felsefenin Tarihi Üzerine, çeviren: Semih Uçar, Ayrıntı yayınları, İstanbul 2017.
Hesiodos, Theogonia – İşler ve Günler, çevirenler: Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası yayınları, 5. basım, İstanbul Nisan 2019.
Hill, Christopher, İngiliz Devrimler Çağı: Demokratik devrimdem sanayi devrimine 1530-1780, çeviren: Lale Akalın, Kaynak yayınları, İstanbul 2015.
Homeros, İlyada, çevirenler: Azra Erhat ve A. Kadir, Sander yayınları, 4. basım, İstanbul Mayıs 1981.
Homeros, Odysseia, çevirenler: Azra Erhat ve A. Kadir, Sander yayınları, 2. basım, İstanbul Eylül 1978.
Huizinga, Johan, Ortaçağın Günbatımı, çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge kitabevi, Ankara 1977.
Köker, Levent, Demokrasi Üzerine Yazılar, İmge yayınevi, Ankara 1992.
Lenin, V.I., Marx Engels Marksizm, çeviren: Vahap Erdoğdu, Sol Yayınları, Ankara 1976.
Lissagaray, Prosper-Olivier, 1871 Paris Komünü Tarihi, çeviri: Şule Ünsaldı, NotaBene yayınları, Ankara 2015.
Machiavelli, Niccolò, Prens, çeviren: Simge Delikanlı, Karbon Kitaplar, İstanbul 2019.
Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi, ed.: Taner Yelkenci, NotaBene yayınları, İstanbul 2017.
Marx, Karl, Hayalet: Seçme Yazılar, ed.: David McLellan, Türkçe ed.: Güçlü Ateşoğlu (kolektif çeviri), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2017.
McNeill, William, Dünya Tarihi, çeviren: Alâeddin Şenel, İmge kitabevi, 6. baskı, Ankara 2002.
McPhee, Peter, Robespierre: Devrimci bir yaşam, çeviren: Süha Sertabiboğlu, İş Bankası yayınları, 2. basım, İstanbul 2018.
Montaigne, Denemeler, çeviren Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası yayınları, 35. basım, İstanbul 2018.
Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, çeviren: Berna Günen, İş Bankası yayınları, 3. basım, İstanbul 2019.
Okuyan, Kemal, Stalin’i Anlamak, Yazılama yayınları, 6. baskı, İstanbul 2016.
Robespierre, Maximilien, Ayaklar Baş Olunca: Jakoben söylevler, çeviren: İlhan Erman, İlkeriş yayımcılık, Ankara 2008.
Rousseau, Jean-Jacques, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, çeviren: Rasih Nuri İleri, Say yayınları, 16. baskı, Ankara 2019.
Rousseau, Jean-Jacques, Toplum Sözleşmesi, çeviren: Vedat Günyol, İş Bankası yayınları, 24. basım, İstanbul 2019.
Spirkin, Aleksandr, Felsefenin Temelleri, çeviren: Erki Kıroğlu, Yazılama yayınevi, İstanbul 2016.
Şenel, Alâeddin, Eski Yunanda Eşitlik ve Eşitsizlik Üstüne, AÜ-SBF yayınları, Ankara 1970.
Timur, Taner, “Sivil Toplum, Jakobenler ve Devrim”, Mülkiye Dergisi, XXIII. Cilt, sayı: 219, Kasım-Aralık 1999, Ankara, AÜ-SBF 1999.
Uslu, Ateş, “Demokrasi”, derleyen: Gökhan Atılgan ve E. Attila Aytekin, Siyaset Bilimi: Kavramlar, ideolojiler disiplinler arası ilişkiler, sf.123-137, Yordam kitap, 2. basım, İstanbul Ekim 2012.
Usta, Sadık, Dünyayı Değiştiren Düşünürler .I.: Felsefenin şafağı Hint Çin Yunan Roma ve Rönesans Avrupa’sı, Kafka Epsilon yayınevi, İstanbul 2018.
Usta, Sadık, Dünyayı Değiştiren Düşünürler .II.: Rönesans’tan Aydınlanma’ya Yeni Bir Çağın Doğuşu, Kafka Epsilon yayınevi, İstanbul 2018.
Usta, Sadık, Dünyayı Değiştiren Düşünürler .III.: Aydınlanma, Fransız Materyalizmi, Amerikan ve Fransız Devrimleri, Kafka Epsilon yayınevi, İstanbul 2018.
Usta, Sadık, “Ortaçağ kavramı nasıl bulundu”, Odatv.com, 15/12/2019.