Bülent Kaya | Siyaset Bilimci ve Araştırmacı – İsviçre
COVID-19’un (yeni tip Koronavirüsü) Avrupa ülkelerinde belirmesinden beri yetkili sağlık kurumları virüs, hastalık, bulaşma ve kendini koruma konusunda toplumu bilgilendirmek için hızlı ve yoğun bir enformasyon kampanyası başlattı. Kampanya zamanla karantina ve sosyal izolasyon durumlarında ruh sağlığının korunmasına, evde fiziki hareket yapabilmeye ve sosyal yaşamın devam ettirilmesine yönelik birçok bilgiyi içerecek şekilde genişledi. Bu enformasyon rüzgârına, sivil toplum örgütleri, her türlü yazılı ve görsel basın, radyo, internet ve sosyal medya da kendi çapında katılınca kendimizi tabiri caizse, bir “infodemi” (enformasyon salgını) içerisinde bulduk.
Eşit olmayan koşullarda “bulaşma riski” yönetimi
Halk sağlık kurumları verdikleri mesaj ve bilgilerle ellerimizi nasıl yıkayacağımız gibi hijyen ve sosyal mesafe kuralı gibi de sosyal davranışlarımızı doğrudan etkilemeyi hedefliyor. Bu bilgilendirme kampanyalarının amacı, herkesin kendisi ve başkaları için Koronavirüsü’ne yakalanma riskini en aza indirmeye yönelik ortak bir davranış biçimine sahip olmasını sağlamak. Yeni tip Koronavirüsü’nün, “kadın-erkek, genç-yaşlı, gelir durumu yüksek-gelir durumu düşük, eğitim düzeyi yüksek-eğitim düzeyi düşük, göçmen kökenli-göçmen olmayan vb. ayrımı yapmadan bulaşma riski ve sağlığı tehdit etme noktasında herkese eşit davrandığı” algısı kampanya konseptlerinin ortak ana referansını oluşturdu.
Koronavirüsü’nün eşitlediği “bulaşma riski”, herkesin aynı insani doğaya sahip olması açısından eşit ve bir o kadar da kırılgan olduğunu bir kez daha hatırlatmış oldu. Ama bunun yanında Koronavirüsü, insanlar arasında korunma, izolasyon ve karantina ortamları, bilgiye ve tedaviye erişimdeki sosyal eşitsizlikleri de su yüzüne çıkarmış oldu. Bu durum elbet ki yeni bir şey değil. Dünya Sağlık Örgütü’nün kıdemli uzmanı Michael Marmot ve meslektaşlarının raporları uzun süredir sosyal alandaki eşitsizliklerin sağlık alanındaki eşitsizliğin temel nedeni olduğunun altını çizmekte ve devletleri sosyal eşitsizliklerle mücadeleye odaklanmaları tavsiyesinde bulunmakta. Başka bir deyimle, ait olduğumuz sosyal kategori sağlık durumumuzu belirleyen en önemli etken. Halk sağlığı alanında yapılan tanınmış çalışmalar, en zengin Avrupa ülkelerinde bile, uzun ve sağlıklı yaşam şansına sahip olanların, maddi durumları ve sosyal konumları yüksek bireyler ve aileler olduğunu göstermekte.
Sağlıkla olan ilişkimizi belirleyen ve ağırlıkla sağlık sisteminin dışında kalan sosyal faktörler göçmen toplulukların Koronavirüsü ile ilişkilerini nasıl etkiledi? Şu bilinen bir gerçek ki, Batı Avrupa’da yaşayan göçmen ve göç kökenlilerden sayıları küçümsenemeyecek bir bölümünün eğitim düzeyi yetersiz, aylık geliri düşük, kalifiyesiz, icrası zor iş koşullarında çalışıyorlar, sağlık durumları zayıf ve fiziki koşulları yeterince sağlıklı olmayan ev ve çevrelerde yaşıyorlar. Bu yüzden bu göçmen kesim, toplumun yoksullar, evsizler, sosyal yardımla geçinenler vb. gibi düşük sosyoekonomik duruma sahip diğer gruplarıyla birlikte, Koronavirüsü’nden korunma sürecini dezavantajlı koşullarda geçirdiler ve geçiriyorlar. Gönüllü veya mecburi izolasyon sürecini daracık, balkonsuz ve kalabalık sitelerde kümelenmiş apartmanlarında, bağışıklık sistemlerini güçlü tutacak beslenme olanaklarından mahrum bir şekilde yaşamak zorunda kaldılar. Sosyoekonomik düzeyleri yüksek kesimlerle aynı korkuya (enfekte olma) sahip olmalarına rağmen, korkuyla mücadele etme koşullarında onlarla hiçbir şekilde eşit durumda değillerdi. Korku ve panik durumundan etkilenen göçmen grupların en dezavantajlı durumda olanları ebette ki kamp ortamında toplu yaşamak zorunda kalan sığınmacı göçmenlerdi. Bu yüzden göçmenlerin, gönüllü veya mecburi izolasyon sürecinin olumsuz etkilerinden, özellikle ruh sağlığı açısından en fazla etkilenen kesim olma olasılığı çok yüksek.
Bilgi Yoksullu¤uyla mücadele: halk sağlığı örgütleri için ciddi bir bahis
Göç alan ülke diline veya dillerinden birine yeterince hakim olamayan göçmenler, dijital ortamlarda bilgi ve habere ulaşma yetilerine sahip olmayan veya bu yetileri çok düşük olanlar, deyim yerindeyse, “Bilgi Yoksulları” olarak göç alan ülkelerin kendi ulusal dilinde veya dillerinde çıkarılan bilgilere ve bilgi kaynaklarına erişememe gibi bir durumla karşı karşıya kaldı. Bu kesimler, Koronavirüsü’nün ilk günlerinde bilgi ihtiyaçlarını kendi köken ülkelerinin haber kaynaklarından karşılamaya çalıştı. Bütün Batı Avrupa göç toplumlarının resmi enformasyon kampanyaları, kısa bir süre sonra, bu “Bilgi yoksullarının” var olan bilgiye erişmelerini sağlamak ve bilgi ihtiyaçlarını karşılamak için bazı girişimlerde bulunmaya zorladı. İlk etapta temel bilgi ve mesajlar video spotu gibi sadece görsele dayanan (herhangi bir söz ve yazı kullanılmadan) bilgi materyalleri üzerinden dezavantajlı gruplara ulaştırılma çabasına girildi. İkinci etapta, daha fazla açıklama gerektiren bilgi ve mesajlar göçmen toplulukların dillerine çevrildi. İsviçre gibi bir çok ülke bunu sistematik bir şekilde ve sık sık güncelleyerek yaptı.
Ne var ki, bilgi ve mesajların göçmen dillerine çevrilmesi göçmenlerin bu mesajlara kolaylıkla erişebildiği ve onları anlayabildiği anlamına gelmiyor, özellikle de “Bilgi Yoksulları” diye tanımladığımız göçmen çevreler için. Örneğin Almanya’da geçtiğimiz nisan ayında yapılan bir araştırmada, toplumun, farklı konulara ve bilgi kanallarına göre değişen, yüzde 6-17 gibi bir oranı Covid-19’la ilgili bilgileri anlamakta çok zorlandığını göstermekte. Yüzde 17 gibi bir kesim internet yoluyla eriştikleri bilgilerin doğru olup olmadığından emin olamıyor ve nasıl doğrulayacağını da bilemiyor. Göçmen toplulukların en dezavantajlı gruplarında, bu oranların çok daha fazla olduğunu söylemek bir abartı olmayacaktır.
Bilgi aktarımında yakınlığın önemi ve göçmen medyasının potansiyeli
İsviçre’de yapılan bir araştırmaya göre göçmenler, sağlık bilgilerini en fazla doktorlar ve kendilerine daha yakın hissettikleri ve güvendikleri kanallar üzerinden (aile, tanıdıklar, yakın hissettiği medya vb.) temin etmekte. Bu durum, ana akım medya kanalları ve yazı ağırlıklı broşür ve bilgi fişleri gibi geleneksel formatların sağlık bilgilerinin göçmen toplulukların en dezavantajlı kesimine eriştirilmesinde eksik ve yetersiz kaldığı anlamına gelmektedir. Bu alanda, İsviçre Sağlık Dairesi (BAG/OFSP) göçmen medyası (göçmenler tarafından göç dillerinde kurulan medya organları) ile ilginç bir proje başlatarak, genelde göçmen toplulukların, özelde de “Bilgi Yoksulu” göçmenlerin Koronavürüsü konusundaki bilgi ihtiyacını karşılama çabasına girdi ve bu işbirliğinin koordinasyonunu da bir sivil toplum kuruluşu olan İsviçre Kızıl Haç örgütünün bünyesindeki bir platforma (migesmedia.ch) verdi.
Bildiğimiz kadarıyla, Batı Avrupa toplumlarında bir ilk olan bu projenin ana konsepti şu: göçmen medyasının göçmen topluluklara olan yakınlığını bu toplulukların bilgi ihtiyaçlarının belirlenmesinde değerlendirmek ve göçmen medyasını bu ihtiyaçlara cevap verecek format ve içerikler kullanarak göçmenleri anadilinde bilgilendirmeye teşvik etmek. Göçmen medyası, aktarılan temel mesaj ve bilgiler konusunda İsviçre Sağlık Dairesi’nin bilgilerini kullanmak zorunda. Ama bilgi formatı (video ve radyo spot, röportaj, makale vb.) ve iletişim kanallarının (sosyal medya, WhatsApp, Internet gazeteciliği vb.) seçiminde ve yaratıcılıklarını kullanma konusunda ise özgürler. İsviçre Sağlık Dairesi tarafından maddi olarak desteklenen göçmen medyasının bilgilendirme potansiyelinin seferber edilmesi, ana akım iletişim kanalları üzerinden bilgilendirme stratejisinin yerine geçmiyor, aksine onu tamamlayan bir işlev görmekte. Böylelikle halk sağlığı alanında evrensel bilgilendirme stratejisinden yeterince yararlanamayan dezavantajlı kesimlere İngiliz epidemiyolog ve halk sağlığı profesörü Marmot’un önerdiği “orantılı evrensellik”, yani halk sağılığı alanındaki bilgilendirme stratejileri, herkese hitap etmeli ve herkesi kapsamalı (evrensellik) ama, daha fazla ihtiyacı olanlara daha fazla hitap edilmeli (orantılılık) ilkesinin bir örneği hayata geçirilmiş oldu. Böylece, dezavantajlı göçmen grupların bilgiye erişim konusundaki eşitsiz pozisyonları az da olsa eşitlenmiş oldu.
İleriki süreçte halk sağlığı alanındaki stratejik bilgilendirme kampanyalarının göçmen medyasının bu potansiyelini daha fazla dikkate alması ve özel projelerle değil, başından beri kampanya sürecine bir partner olarak entegre etmesi daha uygun olacaktır.