Prof. Dr. Michael Klundt | Magdeburg-Stendal Yüksekokulu
Kaleme alınan bu makalede, çeşitli yönlerden önemsizmiş gibi gösterilmeye çalışılan Almanya’da çocuk yoksulluğu konusunun boyutları ve yansıma biçimleri incelenecek. Makale ayrıca yoksulluğun sonuçlarına ilişkin kısıtlı tanımlamaları da irdeleyecek. Öte yandan etkili alternatifleri şu ana kadarki karşı stratejilerden ayırt etmek için, birbiriyle karıştırılan nedenler ve olaylar eleştirel tarzda değerlendirilecektir.
Boşanma, tek başına çocuk yetiştirmek statüsü, göç kökenli olmak ya da işsizlik gibi yoksulluk durumları çoğunlukla mevcut ekonomik ve sosyal sistemin temelini oluşturduğu nedenlerle karıştırılmaktadır. Zira sosyal eşitlikçi bir aile politikası ve sosyal siyaset ve iyi bir eğitim, bakım ve iş piyasası politikası, işsiz çocukları, tek başına çocuk yetiştirenler ya da göçmen ebeveyneler için de yoksulluktan uzak bir yaşamı olanaklı kılabilir.
Almanya’da çocuk yoksulluğu günümüzde dünyanın en varlıklı ülkelerden birindeki yoksulluğu ifade eder. Aslında şu anda kaç yüz bin insanın artık tekrar sokaklarda yaşamaya başladığını (aralarında binlerce genç de var), kaç insanın depozitolu şişe toplayarak, dilenerek ya da aşevlerine giderek hayatlarını sürdürmek zorunda oldukları unutulmamalıdır.
Aralarında birçok genç ve çocuklu ailelerin de yer aldığı, mutlak bir yoksulluğun – başını sokacak bir yer ya da evde ışık ve ısıtma olmaması, açlık, giyimde ve tıbbi bakımda yetersizlik – gerçekten de onlar için günlük varoluş kavgasına dönüştüğü, kısmi yaptırıma tabi tutulmuş ve ALG II’den (İşsizlik Parası II) yararlanan yüz binlerce ve Hartz IV’ten geçinen, tam yaptırıma tabi on binlerce insan çoğu kez görmezden gelinmektedir.
Bunun dışında Almanya’da genelde söz konusu olan şey mutlak sefalet ve açlıktan ölmek değil, genel toplumsal yaşam standardına kıyasla daha çok yokluk, dışlanma ve mağdur edilmektir. Örneğin neredeyse herkesin buzdolabı, çeşit çeşit oyuncağı, boya kalemleri ya da okul çantası varken, bazılarının bunlardan dışlanması haksızlıktır. Karalamak ve damgalamak ise maddi olanaksızlıklardan daha acı bir etkiye neden olabilir. Dolayısıyla (yoksul) çocuklar ve aileleri hakkında konuşmak da bunun artık inkâr edilmesi pek mümkün olmayan toplumsal kutuplaştırma sorunsalının bir parçasını oluşturuyor. Bu durum herşeyden önce (çocuk) yoksulluğuna bakışın bilgisizlik, timsah gözyaşları ve alın yazısına inanmak arasındaki etkileşim tarafından karakterize edildiği yerlerde geçerlidir. Özellikle ilgili çocukların ve ailelerinin retorik olarak ‘suç kendilerinde’ ya da ‘asosyal’ şeklinde damgalandıkları belli başlı tartışmalar sorunlu tartışmalardır, çünkü bu durumda yoksullukla mücadele değil, daha çok yoksulların aşağılanması ve sonuçta onlara karşı konulması ön plana geçmektedir.
Kapsamın sözel azaltımı
Federal Aile Bakanı Dr. Franziska Griffey’in 14 Şubat 2019’da federal meclis genel kurul toplantısında Güçlü- Aile-Yasası adı verilen yasa kapsamında yaptığı ilk sunumda, Almanya’da yaşayan 13 milyon çocuktan dört milyonunun yoksul ya da yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtti (konuşmanın aslı: https://www.bmfsfj.de/bmfsfj/mediathek/dr-franziskagiffey-spricht-zum-starke-familiengesetz/133770). Tam olarak şu sözleri kullanmıştır: “Almanya’da 13 milyon çocuğumuz var. Dokuz milyon çocuğun durumu iyi; devlet yardımlarına ihtiyaçları yok; ağır parasal koşullarda yaşamıyorlar. Bu iyi bir haber. Ancak dört milyon çocuk az parası olan ailelerde yaşamanın zorluklarıyla karşılaşıyor, bunun nedeni de ebeveynlerin sosyal yardım alması ya da bir satıcı, zanaatkâr, kuaför – ve her neyse – olarak düşük gelir elde etmesi, her gün kalkıp işe gitmelerine rağmen ayın sonunu getirememeleridir. Evdeki parasal durum iyi ya da kötü olsun, biz nitekim bu çocukların aynı fırsatlara sahip olması için daha fazla çaba göstermek istiyoruz (agy.)”. Sunumun akabinde hazırlanan federal meclis tutanağında dört milyon çocuktan geriye yalnızca iki milyon yoksul ya da yoksullaşmayla karşı karşıya olan çocuk kalmıştır (Plenarprotokoll 19/80, S. 9281). Şayet federal hükümet bakanın konuşması ile yazılı metnin teslim edildiği birkaç gün zarfında çocuk yoksulluğunu dört milyondan iki milyona yarı yarıya indirmeyi başarmışsa, bu en azından kayda değer bir haber olurdu.
Bu arada federal hükümetin en güncel, Nisan 2017 tarihli (BMAS 2017) 5. Yoksulluk ve Zenginlik Raporu verilerine göre Almanya’da çocuk yoksulluğunun boyutu, değişik veri kaynaklarına dayanarak, Almanya’da 18 yaş altı yaklaşık 12,9 milyon çocuk arasında yoksullaşma riskiyle (yaşayan) 1,9 ila 2,7 milyon çocuğun bulunduğu şeklinde belirginleşiyor, çünkü onların yaşadığı haneler, eşdeğer hanehalkı kullanılabilir gelir ortalamasının yüzde 60’ından azına sahiptir. Çocuklar için yoksulluk riski oranı da son on yıllık dönemin ortalarına kadar yükseldi ve akabinde aşağı yukarı o düzeyde kaldı” (BMAS 2017, S. 252). Ancak federal hükümetin Aralık 2016 tarihli ikinci taslağı, önemsizleştirerek ve çarpıtarak karşısında şunu başa koydu: “Almanya’da yalnızca çok az sayıda çocuk maddi yoksunluktan muzdarip. Belli bir düzeydeki yaşam standardına ve buna bağlı ürünlere sınırlı erişimi sahip hanelerin payına bakıldığında, Almanya’da 18 yaş altı çocukların yüzde beşinin bu durumdan etkilendiği görülür. (EU28: yüzde dokuz)” (BMAS-SE 2016, S. 242).
Nisan 2017 tarihli nihai raporda önemsizleştirme olduğu gibi devam etti, ancak istatistiksel çarpıtma şu şekilde düzeltildi: “Belirtilmesi gereken olumlu şey, Almanya’da sadece az sayıda çocuğun ciddi (vurgulama M.K.) maddi yoksunluklardan muzdarip ve dolayısıyla belli bir yaşam standardına ve buna bağlı ürünlere sınırlı erişimi olduğudur. Bunlar arasında Almanya’da 18 yaş altı çocukların yaklaşık yüzde 5’i etkilenmektedir (EU28: yüzde 9,5). Bu oran, toplam nüfustaki oranın (yaklaşık yüzde 4) biraz üzerindedir” (BMAS 2017, S. 252). Hükümet kanadından sürekli olarak mevcut yoksulluğun o kadar da kötü olmadığı, geçen on yıllık dönemin ortasından başlayarak yükselmediğini ve birçok Avrupa ülkesinde daha büyük olduğu vurgulanıyor (bkz.: BMAS-DE 2016, S. 254).
En yeni eğilim, yoksulluk (tehlikesinin) şimdiye kadarki göreli saptamasını mutlak bir yoksulluk saptamasına dönüştürme ve dolayısıyla onu küçültme, bir diğer ifadeyle önemsizleştirme eğilimidir. Almanya’da çocuk yoksulluğunun küçük hesaplamalarla medyatik kamuoyunda nasıl etkilere yol açtığını göstermek için, konu ile ilgili birkaç medya ürününde ele alınan bir çift tepki burada tanıtılmış olsun: Sözde “çocukların yüzde 95’i (…) maddi darlık” çekmediğinden, 24 Ekim 2016 tarihli Saarbrücker gazetesi, federal hükümetin en güncel Yoksulluk ve Zenginlik Raporu’nun Almanya’daki “çocuk yoksulluğuna çok elverişli bir ışık” tuttuğu haberini yapmıştır (bkz.: 24.10.2016 tarihli Saarbrücker Zeitung). Spiegel Online’da hükümetin versiyonu eleştirel bir yorum yapılmadan şu şekilde tekrarlanmıştır:
Rapora göre “‘Almanya’da yalnızca az sayıda çocuk maddi darlıktan etkileniyor’. ‘Belli bir yaşam standardına ve buna bağlı ürünlere sınırlı
erişimi bulunan hanelere’ bakıldığında, buna göre çocukların yalnızca yüzde beşi olumsuz etkileniyor (13.12.2016 tarihli Spiegel.de). Frankfurter Allgemeine gazetesi de aynı sevinç gösterisiyle şunlara yer vermiştir: “Henüz federal hükümetin oylama sürecinde bulunan yeni Yoksulluk ve Zenginlik Raporu bir dizi sevindirici haber içeriyor” (14.12.2016 tarihli FAZ). Ve DIE WELT sakinleştiriyor: “(…) gerçek yoksulluk çocuklarda da geriliyor” (9.1.2017 tarihli WELT.de).
Böylece, henüz nihai rapor yayınlanmamışken, “çocuk yoksulluğu” konusuyla ilgili tam anlamıyla bir önemsizleştirme tartışması başlamıştı, nitekim bu rapor, öncelleri gibi Federal Başbakanlık tarafından yoksulluğun ve zenginliğin sonuçlarıyla ilgili kritik bilgilerden arındırılmıştır (bkz.: Klundt 2019, S. 134 ve akabindekiler).
Yine de: Çocuk yoksulluğu hükümet tarafından artık 2018’den beri, 2013 ve 2017 koalisyon sözleşmelerinde yer aldığının aksine, kesin olarak aşılması gereken bir zorluk, eyleme geçmek için bir görev olarak algılanıyor. CDU/CSU ve SPD’nin 2018’de kabul ettiği koalisyon sözleşmesinde kuşkuya yer vermeden şunu saptıyor: “Çocuk yoksulluğuyla mücadele için bir önlem paketi hazırlayacağız (CDU/CSU/SPD: Koalisyon sözleşmesi 2018, S. 19). Böylece koalisyon sözleşmelerinde ve hükümet raporlarında yoksulluğa karşı tasarıların uzun yıllar reddedilmesi ve çocuk yoksulluğunun dikkate alınmaması en azından dil kullanımında bir son bulmuştur.
Yoksulluğun etkileri
İş Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü’nden (IAB) Silke Tophoven ve diğerleri, Bertelsmann Vakfı tarafından hazırlattırılan “Yoksulluk Koşullarında Yetişmek” (2018) adlı araştırmasında, çocuk yoksulluğunun sosyal katılım üzerinde etki yapan temel etmenler ve yarattığı sonuçlar hakkında en yeni bulguları ortaya koymuştur. Yazar(lar)a göre çocuklukta edinilen yoksulluk deneyimlerinin yol açtığı şey, “ilgililerin topluma ait olma duygusunu daha az hissetmeleridir: Bir hanenin gelir düzeyi ne kadar düşükse, gençlerin aidiyet duygusu ve kendilerini hangi toplumsal konumda gördüklerine ilişkin tahminleri o kadar düşük oluyor” (Tophoven ve diğerleri 2018, S. 19). Araştırmacılar, yoksulluk deneyimlerinin mutluluk üzerindeki sonuçları açısından, devamlı güvenli gelir ortamlarında yetişen insanlara kıyasla, yoksulluğu kesintisiz deneyimleyen genç ve genç yetişkinlerin kendi yaşamları ve yaşam standartlarıyla ortalama olarak daha az memnun olduklarını saptamıştır. “Özellikle hanelerin teşekkülü ve de ebeveynlerin gelir durumu, bir çocuğun yoksulluğu deneyimleyip deneyimlemeyeceği, bir diğer ifadeyle bu deneyimin ne kadar süreceği üzerinde büyük bir etkiye sahip. Nitekim kesintisiz yoksulluk deneyimleri çocukların büyümesi ve katılım fırsatları üzerinde kapsamlı sonuçlar doğuruyor. Onlar maddi yetersizliği yaşıyor ve gelir güvenliği bulunan ailelerden gelen gençlere kıyasla boş zamanlardaki etkinliklere ve organize gruplara daha az katılıyorlar. Tüm bunlar daha az mutluluğa ve yaşam memnuniyetine yol açıyor. Kendilerini hangi toplumsal konumda gördüklerine ilişkin tahminleri de bunun altında yara alıyor (Tophoven ve diğerleri 2018, S. 20).
Sosyal araştırmacılar Claudia Laubstein, Gerda Holz ve Nadine Sedding henüz 2016’da Bertelsmann Vakfı’nın yoksulluğun çocuk ve gençler üzerinde yarattığı sonuçlar üzerine araştırmasında benzer bulgulara varmışlardır, ki bu araştırmaya göre yoksulluk içinde büyümek yaşam kalitesini ve gelecek için fırsatları yoğun olarak etkiliyor. Onlar orantısız bir sıklıkla genelde dar konutlarda kalıyor ve dolayısıyla çoğu kez ev ödevlerini çözmek için sakin bir yere sahip olamıyor (Laubstein, Holz & Seddig 2016, S. 13 ve akabindeki sayfalar). Buna göre kısıtlamalar her ne kadar ebeveynlerin tasarruf yapması nedeniyle ilk sırada yer almasa da, buna rağmen yine de yoksul genç insanların dörtte biri yemeğin azaltılmasıyla yüz yüzedir (agy., S. 46), bir başka deyişle onlar kısmen ve hatta sıkça yetersiz ya da az oranda sağlıklı gıdayla besleniyor. Araştırmaya göre aralıksız süren darboğaz aile iklimini kötüleştirirken, bir de çocuklar boş zamanlardaki etkinliklere katılamadığından – ister müzik okulları ya da futbol kulüpleri olsun – sosyal ağlar da küçüktür. Bilhassa sosyal açıdan takdir edilmedikleri için birçok yoksul çocuk daha zayıf bir özdeğer duygusu geliştiriyor ve elverişsiz koşullarda okula başlıyor, ki eşit başarımlara rağmen genelde varlıklı katmanlardan gelen çocuklara kıyasla onlar okulda daha kötü derecelendiriliyor (bkz.: agy., S. 56).
Böylece sürekli yokluk ve feragat etme deneyimleri yapmanın, çocukluk dönemlerinde yoksulluğu deneyimlemek zorunda kalmış genç insanların kendilerini o kadar da iyi ve topluma pek de ait hissetmemelerine katkı sunduğunu saptamak mümkün. Kalıcı yoksulluk koşullarında yaşayan ve SGB-II ödeneklerinden yararlanan genç insanların, durumları daha iyi olan yaşıtlarına kıyasla derneklerde daha az aktif olması ya da planlı boş zaman etkinliklerine daha nadir katılmasından hareketle, Bertelsmann Vakfı’ndan Annette Stein ve Jörg Dräger, bu genç insanların perspektifsizlik nedeniyle yetişkin olduklarında da toplumdan kopmaları tehlikesini görüyorlar – ve bunun kapsamlı sonuçları olacak. “Öyle ki siyasi katılım da sosyal statüyle bağlantılı: Sosyoekonomik artalan ne kadar düşükse, seçimlere katılım da o denli düşük oluyor. Özellikle toplumun artan bir kutuplaşmadan geçtiği bir zamanda bu gelişme bir uyarı sinyali olmalıdır (Tophovenve diğerleri 2018, S. 7). Sözü edilen ve yakınılan “artan kutuplaşma” tüm toplumsal alanların ve özellikle de eğitim-öğretimin ve sosyal devletin özelleştirilmesi, esnekleştirme, serbestleştirme ve neoliberalleştirilmesi amacıyla büyük nüfuza sahip tasarılarla on yıllar boyunca Bertelsmann Vakfı tarafından belirleyici ölçüde ilerletildiği burada anımsatılmış olsun (bkz.: Klundt 2019, S.154 f.).
Nedenler ve bağlantılar
Şu ana kadar federal hükümet(ler)e sorulduğunda ve onların son yıllarda yayınladığı raporlara bakıldığında, çocuk yoksulluğuyla mücadelede aslında herşey doğru ve başarılı bir şekilde yapıldı. Bunun akabinde sözü edilen çocuk yoksulluğu oranı düşmüyorsa, aslında bu üzerinde düşünmeyi gerektiren bir durumdur. Şaşılacak bir şekilde aileleri baz alan yardımların eleştirel değerlendirmesi bile (örneğin Avrupa Bilim Araştırmaları Merkezi/ZEW’nin ve Heinrich Böll Vakfı’nın raporu) başarı raporları gibi sunuluyor (bkz.: BMAS 2017,S. 267 ve akabindekiler). Hatalı gelişmeler, sorunlar ya da yanlışlar neredeyse hiç yok. Holger Stichnoth ve Avrupa Bilim Araştırmaları Merkezi’nin (ZEW)’nin Heinrich Böll Vakfı için hazırladıkları kısa bilirkişi raporu çok daha kritik sonuçlara varıyor. Buna göre ailelere sağlanan her bir yardıma bakıldığında, “aslında yoksulluğun azaldığını, ancak toplamda yaygınlaştığını belgeleniyor. Hatta harcamaların ortalamanın hafif üstünde seyreden bir kısmı, bir diğer ifadeyle düşük gelirler yüksek gelir alanlarına dağılıyor. Harcamaların yüzde 13’ü hanelerin en zengin yüzde 10’una yapılırken, en yoksul yüzde 10’a bu harcamaların yalnızca yüzde 7’si yapılıyor” (Stichnoth & ZEW 2016, S. 3).
Aynı biçimde, örneğin 2005’ten bu yana Çocuk Ek Ödeneği’nin de aynı yoğunlukta Hartz IV’ün bir parçası olması, toplumsal-siyasi bağlamlar açısından hiç de önemsiz değildir, tıpkı Federal Anayasa Mahkemesi’nin 2010’da eğitim ve katılım paketi ile ilgi verdiği, bu paketin anayasaya aykırı olması (anayasanın 1. ve 20. maddesine göre insan onuru ve sosyal devlet kuralıyla çeliştiği) ve özellikle Hartz IV koşullarında yaşayan çocukların standart yardımlarını ihtiyaca uygun ölçülmemesi ve bunun sonuçlarının önemsiz olmaması gibi. Sonuç olarak Federal Çocuk Parası Yasası’nın 6a kanun maddesi uyarınca, İş Piyasası için Modern Hizmetler Dördüncü Yasası ile (“Hartz IV) Çocuk Ek Ödeneği 1 Ocak 2005 itibariyle yürürlüğe girdi. Burada düşük gelirli ve çocuk sahibi ailelerin planlı biçimde desteklenmesi gündemdedir. Hedef onları İşsizlik Parası II (ALG II) almaktan “kurtarmak” ve de aynı zamanda ebeveynler için çalışmayı özendirmek. Çocuk Ek Ödeneği “Hartz IV” Yasası kapsamında tamamlayıcı nitelikte bir önlemdir ve 2010 Gündemi’nin bir parçasıdır.
Hartz IV’ün ve 2010 Gündemi’nin hedefleri bir sır değil. Çünkü dönemin Başbakanı Gerhard Schröder henüz 1999’da açıkça şunu talep etmiştir: “Bizim bir düşük gelir sektörü kurmamız gerekiyor” (25.7.2013 tarihli Frankfurter Rundschau’dan alıntı). Ve Hans- Ulrich Jörges Hartz IV’ün hedef ve içeriklerini övmüştür: “Gelecekte hiçbir işsiz öğrendiği meslekte yeniden çalışma talebinde artık bulunamaz, o, tanınan belirli bir sürenin ardından işini değiştirmeye itilmelidir – ve daha az kazanmaya”. İşsizlik parasının kısılması ve İşsizlik yardımının sosyal yardım düzeyine çekilmesi tam da bu amaca hizmet ediyor. Ve: Sosyal yardımdan geçinenler sefalete düşmekle tehdit edilerek çalışmaya zorlanmalı” (Hans-Ulrich Jörges: 11.9.2003 tarihli Stern).
Bu haklardan mahrum bırakma ve ücreti düşürme dinamiği böylece bilinçli olarak devreye sokulan toplumsalsiyasi bir tasarıdır ve olmaya da devam etmektedir. Öyleyse her kim aşırı çocuk yoksulluğuna öfkeleniyorsa bilmelidir ki, bu durum siyaset tarafından teşvik edildi. Ebeveynler kendileri ve çocukları için SBG II’ye göre belirlenmiş oldukça düşük standart oranlarla, bir diğer ifadeyle standart yardımlarla ve de ağırlaştırılmış yaptırımlarla her işi, aldıkları ücret ile kendi kendilerinin ve ailelerinin beslenmesini dahi karşılayamayacak olsalar da, kabul etmeye zorlanmak isteniyor. Bunun üzerine başbakanın “2010 Gündemi’nin” sonuçlarını 2005’te Davos Ekonomi Forumu’nda gururla duyurması şaşırtıcı değildi: “Biz iş piyasamızı liberalleştirdik. Avrupa’nın en iyi düşük gelir sektörlerinden birini kurduk” (8.2.2010 tarihli Frankfurter Rundschau’dan alıntı; Eğitim ve Katılım Paketi’nin Oluşumunda Kuşku Duyma Mantığına Dair bkz. Prantl 2010). Dolayısıyla Çocuk Ek Ödeneği ebeveynleri düşük gelir sektörünün ağına sürüklediği ve bir de Eğitim ve Katılım Paketi de kolektif istismar şüphesi ve devasa bürokrasi yardımıyla yoksul, konumu dezavantajlı ve de gelirsiz aileleri karaladığı oranda, her iki yasa da, biri 14 diğeri 8 yıldan bu yana amacını başarıyla yerine getirmiş oluyor.
Asgari geçimleri Çocuk Ek Ödeneği ve Eğitim ve Katılım Paketi’nden (BuT) etkilenen ve bu yardımları almaya hakkı olan çocukların çoğunluğu için, her iki yardımın geniş ölçüde işlevsiz kaldığının yıllardır maskelenmesine ve inkârına Güçlü-Aileler-Yasası (StaFamG) için hazırlanan yasa tasarısı bir son veriyor. Çocuk Ek Ödeneği için şu çok açık ifade ediliyor: “Şu andaki biçimiyle Çocuk Ek Ödeneği’nin (…) etkisi yetersiz kalıyor” (19/7540, S. 1). Ve pek net olmamakla birlikte, BuT için, yasa tasarısı, tatlı dil kullanarak, açıkça şunu söylüyor: “Eğitim Paketi’nin değerlendirmesi, bu yardımlardan yararlanmanın, destek koşullarının kolaylaştırılmasıyla kolaylaştırılabileceğini göstermiştir (19/7540, S 20). Her iki yardım da yüzde 70 oranında hak sahibi çocuk ve ailelerden esirgenmiştir – hangi nedenle olursa olsun.
Güncel yasa tasarısıyla da SGB II’den geçinen hanelerdeki aile ve çocuklar için az ya da neredeyse hiç elverişli bir gelişme olmayacak gibi görünüyor. Öte yandan Çocuk Ek Ödeneği’ndeki gecikmiş değişiklikler göründüğü kadarıyla gerçekten de bu ödenekten yararlananlar için çok az bir iyileşme ifade edecek. Hâlâ gizli yoksulluk koşullarında yaşayan birçok aile ve çocuk yeni modelde de resmi hakları olanlar grubundan elenirken (bkz. Steffen 2019), yasa tasarısının kendisi, gerçekten de yardım alacakların oranının hak sahiplerinin ancak üçte birine (yüzde 35) denk düşeceğinden hareket ediyor (19/7504, S. 26). Tek ebeveynli ailelerde (özellikle yaşı ilerlemiş çocukları olanlarda) geçim sorunsalının ve sistematik mağduriyetin ne derece çözüme bağlandığını yasa tasarısında görmek mümkün değil. Göründüğü kadarıyla Çocuk Ek Ödeneği kapsamında aynı zamanda yaş ve gelişim bazlı tüketim ve ihtiyaç ayrımını belirmemeye devam ediliyor. Öte yandan Eğitim ve Katılım Paketi’nde görünüşte okul dışı eğitim ve katılım alanı için etkili olacak mükelleştirmeleri görmek olanaklı değil. Buna göre birer “kilometre taşı” olarak deklare edilen önlemlerin çoğu durumda sosyal açıdan mağdur etmenin kaynaklarından biri olduğu ortaya çıkıyor.
Karşı önlemler
Çocuk yoksulluğuna karşı genel bir tasarıya ya da gerçek bir önlemler paketine bu nedenle hâlâ ihtiyaç var.
Yürütülen tüm fikirler açısından önemli olan şey – çocuklar için temel güvence de buna dahil – çocukların ve onların ailelerinin hedeflenen önlemlerin ardından gerçekten de yoksulluk ve yardıma muhtaçlıktan kurtarılmasıdır. Ulusal yoksulluk konferansının da uyardığı gibi, çocuk ve aile yoksulluğu en iyi biçimde üç önlemle engellenebilir. Yoksulluğu engelleyen bir asgari ücret, harcama değil görev odaklı gerçek bir çocuk ve gençlik hizmetleri ve küçük çocukların eğitimi için tam ücretsiz olma koşulu ve ücretsiz, sağlıklı bir öğle yemeğinin yanı sıra, güncel hesaplama ihtiyaca uygun yapılmadığı için, ilk olarak asgari yaşam koşullarının gerekleri yeniden belirlenmelidir (bkz.: Parität 2018). İkincisi, en zenginler en büyük payı aldığı için, aile desteğindeki adaletsizliğin azaltılması talep ediliyor bkz.: Stichnoth ve ZEW 2016). Üçüncüsü, sosyal desteğe erişim, bürokratik uygulamaları, damgalama, aşağılama ve bilgisizliği engellemek için bir elde yoğunlaşmalıdır (bkz.: Klundt 2019, S. 166 ve akabindeki sayfa). Bu noktada çocukların görünüşe göre “otonom” olarak aile bağlamından kurgusal olarak ayrılması ve “kendine özgü bir çocuk temel güvencesi” veya buna benzer bir uygulamayla, ailenin geri kalanı yardım beklerken, muhtaçlıktan sözde kurtarılması gibi bir yanılsamaya düşülmemelidir. Yoksul çocuklar ilkece yoksul ebeveynlerin çocuklarıdır ve onlara karşı kullanılmamalıdır. Bundan başka, herkese toptan ve bu nedenle de ihtiyacı olmayan, geniş parasal kaynaklara sahip birçok ebeveyne ve onların çocuklarına destek sağlamaya çalışan her tasarım, çocuk yoksulluğunu engellemek ve azaltmak için hangi etkili sonuçları olduğuna ilişkin, eleştirel bir yaklaşımla mercek altına alınmalıdır. Bunun anlamı, hedef-araç ilişkisi kesin bir inceleme gerektirir. Öte yandan sosyal kutuplaştırma üzerinden siyasi söylemlere müdahale etmek için de ve özellikle bu amaçla, çocuk yoksulluğuna karşı alınacak önlemlere dair tüm anlamlı taleplerde artmış olan toplumsal zenginliğin birincil dağılımını gözden kaçırmamak önemlidir. Sonuç itibariyle kendi kendini yoksullaştıran bir devlet yoksullukla pek iyi mücadele edemez (bkz.: Klundt 2019, S. 173 ve akabindeki sayfa).
Kaynak
BMAS-DE Bundesministerium für Arbeit und Soziales (2016): Lebenslagen in Deutschland. Der fünfte Armuts- und Reichtumsbericht der Bundesregierung – Entwurf November. Berlin.
BMAS Bundesministerium für Arbeit und Soziales (2017):
Lebenslagen in Deutschland. Der fünfte Armuts- und Reichtumsbericht der Bundesregierung. Berlin.
Klundt, M. (2019): Gestohlenes Leben. Kinderarmut in Deutschland. Köln. Laubstein, C., Holz, G., Seddig, N. (2016): Armutsfolgen für Kinder und Jugendliche. Erkenntnisse aus empirischen Studien in Deutschland. Gütersloh.
Paritätischer Wohlfahrtsverband Gesamtverband (2018): Wer die Armen sind. Der Paritätische Armutsbericht 2018. Berlin. Prantl, H.: Hartz IV: Gutscheine. Die Sache hat einen Pferdefuß, in: Süddeutsche Zeitung vom 10.8.2010
Steffen, J. (2019): Auswirkungen auf Hartz-IV-Abhängigkeit und Haushalts-Einkommen. Die Reform des Kinderzuschlags im Rahmen des StaFamG, in: http://portal-sozialpolitik.de/uploads/sopo/pdf/2019/2019-01-29_Hintergrund_Kinderzuschlag_PS.pdf
Stichnoth, H., Zentrum für Europäische Wirtschaftsforschung (ZEW) (2016): Verteilungswirkungen ehe- und familienbezogener Leistungen und Maßnahmen. Kurzexpertise im Auftrag der Familienpolitischen Kommission der Heinrich-Böll-Stiftung. In: E-Paper der Heinrich-Böll-Stiftung vom 17.6.2016 (Berlin); S. 1-43.
Tophoven, S., Lietzmann, T., Reiter, S., Wenzig, C. (2018):
Aufwachsen in Armutslagen. Zentrale Einflussfaktoren und Folgen für die soziale Teilhabe. Studie vom Institut für Arbeitsmarkt- und Berufsforschung (IAB) im Auftrag der Bertelsmann Stiftung. Gütersloh.