Michele Borrelli | Ordinaryüs Profesör, Calabria Üniversitesi
İtalyan Başbakan Yardımcısı ve Lig Partisi lideri Matteo Salvini, “Avrupalı egemenler, birleşin” sloganı ile 26 Mayıs’ta düzenlenecek olan Avrupa parlamento seçimleri kampanyasını bugün (9 Mayıs) Milano’da başlattı. Milano’daki Gallia Otelinde gerçekleştirilen toplantıya, “Almanya için Alternatif Partisi (AfD)”, “Danimarkalı Halk Partisi” ve “Gerçek Finliler” partisi temsilcileri katılacak. Geçen Cuma günü Salvini, Marine Le Pen ile bir araya gelmişti. “Sağduyunun Avrupası’na doğru” başlığını taşıyan bu ilk manifestoya, Alternative für Deutschland’dan Jörg Meuthen, Finns Party’den Olli Kotro ve Dansk Folkeparti’den Anders Vistisen taraf oldu. Salvini grubunu Marine Le Pen ve Viktor Orbàn ile genişletmeyi düşünüyor. Salvini’nin hedefi, aralarında Macar, İspanyol, Polonyalı ve Bulgar grupların da bulunduğu “Avrupalı egemenleri” bir araya getirerek ortak bir cephe kurmak ve “yeni Avrupa’yı hazırlamak”. Bu egemenler izlendiğinde kendinizi adeta “Avrupa’nın sağduyusu” adına yürütülmesi gereken bir “medeniyetler savaşının” ortasında buluyorsunuz. Nitekim Verona’da düzenlenen “Dünya Aileler Kongresi’nde” (Family Day) bir araya gelen İtalyan, Amerikan, Rus ve genelde Avrupalı egemen sağın temsilcilerinden oluşan gericiler kortejinin sloganı da Tanrı Vatan Aile olmuştur.
Bu radikalleşmiş, egemen, kısmen yıkıcı, liberal karşıtı, sistem karşıtı ve popülist sağcı akım, özellikle de yıllardan bu yana artan durağanlık sergileyen ekonominin yorgun düşürdüğü İtalya’da uygun bir ortam bulmaktadır. Boğazına kadar borca batmış olan, harcamalardan kısarak hayatını idame ettirebilen, eğitim ve sağlık gibi sosyal açıdan en önemli hizmetlerin azaltılması riskinin daim olduğu bir ülkede uygun gelişim koşullarını bulmaktadır. Bu ortamda egemenler-popülistler, parmakla gösterilecek ve savaşılacak düşmanlar aramakta ve bulmaktadır. Giderek artan sosyal kine ve hatta nefrete fon oluşturan iki düşman: bir tarafta kaynaklarımızı çalarak bizleri köleleştirmek isteyen “kötü” Avrupa, diğer tarafta İtalyan kimliğini ve kültürünü ve “cüzdanımızı” tehdit eden “göçmenler istilası”. Yani egemenler-popülistler için Avrupa’ya ve kölelik yaratan Euro’ya hayır ve özellikle de ve birincil olarak, İtalya’yı, Milleti, “vatanı” ön planda tutmak: Fratelli d’Italia Partisi’nden Meloni’nin de dediği “ilk önce İtalyanlar”. Bunun neticesinde Torre Maura’da olduğu gibi, Casa Pound ve Forza Nuova temsilcilerinin önderliğinde bir grup vatandaş, 20 Romanı misafir eden bir kooperatife saldırıp bunların gitmesine neden olmaktadır. Roma Belediye Başkanı Virginia Raggi, kentin neo-faşistlerin şantajına boyun eğmeyeceği “sözünü” veriyor, ama bundan emin olabilir miyiz?
Giderek artan egemen-milliyetçi-popülist akımı küçümsememek gerekir. “Millete”, “ilk önce İtalyanlar”, “ilk önce Almanlar” söylemlerine dönüş, özellikle İtalya açısında endişe verici bir sinyaldir. Endişe verici oluşu, İtalya’nın kendi faşist geçmişi ile hesaplaşmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Savaş sonrası İtalya’sında herhangi bir “Nürnberg Mahkemesi” kurulmamıştır. İtalya, ulusal “barışma” amacı ile herkesi sosyal açıdan ve vakit geçirmeden entegre etmiş olan, dönemin Adalet Bakanı Palmiro Togliatti tarafından 1946 yılında çıkarılan ve savaş suçlarını kapsayan af ile faşist liderleri “affetmekle” kalmamıştır. İtalya’da ayrıca, savaş sonrası Almanya’sında gerçekleşen geniş kapsamlı tekrar eğitim süreci de yaşanmamıştır. İtalya’da uygulanan resmi politika, faşist geçmişi tamamen unutmaktan ibaret olmuştur. Savaş sonrasında İtalya, eğitim müfredatını kendi tarihini ve kendi faşizmini tarihsel sorumlulukları hakkında değerlendirme yönünden ele almamıştır. Savaş sonrası İtalya, okulların görevinin siyaset yapmama olduğuna kanaat getirmiştir ve bu kanaati devam etmektedir, sanki demokrasi bir “siyasi rejim” değilmiş gibi. Bu da yetmiyormuş gibi, demokratik bir sistemi garanti etmek için, bilgide ve kavramlarda “nötr” olmaya dayalı bir eğitim geliştirmiştir. İtalya, okulun asıl görevinin (demokratik olmasını ümit ettiğimiz) eğitim olduğunu, sadece bilgi vermeye dayalı bir öğretim olmadığını unutmuştur. Demokrat olarak doğmadığımızdan, demokrasi adına eğitilmemiz gerekir. Demokrasi konusunda eğitilmek için, kendi faşist geçmişini irdelemekten daha iyi bir örnek var mıdır? İtalya’nın faşist devlet tarafından hayata geçirilen diktatörlüğü, korku, saldırılar ve ırkçılık dönemini yaşamış olduğunu irdelemek? Yirmi yıllık faşist dikta rejiminin ardından kamu okulları sırtında yük olan faşist dönem hakkında sessiz kalırsa demokrasiyi nasıl öğretebiliriz?
Kendimize basit bir soru sormamız gerekir: eğer okullarımız işlev görmüş olsaydı, demokrasiyi, sosyal adaleti, ortak refahı ve özellikle de herkesin refahını öğretmiş olsaydı bugün gördüğümüz egemen ve popülist akımlara, hükümet temsilcilerinin “ilk önce İtalyanlar” ya da (göçmen, roman ya da diğerleri) “yabancılar evlerine” naralarına şahit olur muyduk?
Adaletin ve dayanışmanın müşterek ilkelerin olduğu ortak kültürel bir zeminin olmadığı yerde, kurt var diye bağırmak kolaydır. Buradaki kurt ise Ötekilerdir. Kendine mal edilmesini istemediğimiz kabahatleri ötekilere yüklemek. İlk önce Ben var: ilk önce kendimi ve kendim gibi olanları düşünmeliyim. Biz yerine ben, bireyselleşmiş, mutlaklaştırılmış, kindar, tehditkâr, “kendini savunmaya” hazır bir Ben. Kendi toplumunda yardım aranır, farklı olandan çekinilir, korku büyür, kuşkular artar, şüpheler güçlenir ve gerektiğinde nefrete hazır olunur. Bu bağlamda Başbakan Yardımcısı ve Lig Partisi lideri Salvini “limanları kapatın” diye bağırmakta ve emir vermektedir. “Gemileri durdurun” diye ekliyor Fratelli d’Italia’dan Meloni. Limanları kapatın ve buna bonkörlük süsü veriliyor: limanları göçmenleri olası batışlarından “kurtarmak” için de ve özellikle de kapatın. Denizde meydana gelen ölümlerin “nedeni”, siyasi solun “bu istilaya” “açık” tutulmalarını istediği “limanlardır”. Sanki boğulma riskini göze alarak tekneye doluşan garibanlar (savaşlardan, kölelikten, her türlü şiddetten değil de) uzun ve eğlenceli bir tatil döneminden çıkmış da tatillerini “Güzel Ülkede”, masrafları bu tür tatillere çıkmaları hayal olan İtalyanlara, İtalya’nın zavallı halkına ait olmak üzere devam etmek istiyormuş gibi. Bu bağlamda İtalya’nın kadim ve konsolide niteliği olan unutkanlığı devreye girmekte, birçok göçmenin uzun yıllar boyunca köleliğe yakın şartlarda geçirmiş oldukları kesintisiz ve stres dolu emekleri yok sayılmaktadır.
Sosyal dengesizlikler arttıkça, “öteki”ye duyulan kin ve nefret artmaktadır. Özellikle de genç İtalyanlar arasındaki işsizlik oranının çok yüksek olduğu ülkemizde, radikalleştirici popülist ve egemen akımlar verimli ortamlara sahiptir. Güney İtalya’da gençler arasındaki işsizlik oranı %40’lara ulaşmaktadır. Popülizm, gerilimlerin hüküm sürdüğü, fakirliği artış sergilediği, ufukta kimsenin seçemediği gelecek korkusunun yer aldığı, özellikle de gençler arasında saygın ve başarılı bir hayat kurma fırsatından çok bir tehdit olarak algılandığı bir toplumda kolaylıkla oy bulabilmektedir.
Ancak halkların sosyal sorunları, kurt var diye bağırarak, özgürlük, kardeşlik, eşitlik, adalet gibi Batılı aydınlanmacılığın genel ilkelerini yok sayarak çözmek mümkün değildir. Bu ilkeler çerçevesinde eğitim verilmeli, kamu okulları sistemi bunlara dayandırılmalıdır, nitekim demokrasi kendine yeterli bir olgu değildir, ona bakılması ve savunulması gerekir. Ortak yaşamın günlük seyrinde ne kadar çok yaşanırsa demokrasi o kadar kendini bulabilir. Otarşik milliyetçiliklerin içine kapanarak, daha fakir ve çaresiz insanlar ile savaşarak sosyal çelişkileri ve sefaleti yenmek mümkün değildir. “Avrupa’nın” ve Avrupai politikaların “Sağduyusu”, egemenlerin ve popülistlerin düşündüğü gibi daha az Avrupa demek değildir; daha iyi işleyen bir Avrupa’dan ibarettir. Dayanışmanın daha fazla olduğu bir Avrupa’dan. Kültürel “kimliklerden” çalmayan, kapılarını ve “limanlarını” kültürlerin çokluğuna, halklar arası adalete, tüm halkların refahına açan, gençlere uluslararası anlaşmaların hükme bağladığı ve kâğıt üzerinde kalmaması gerektiği hak ve görevler ile insana saygı çerçevesinde saygın bir gelecek için somut umut vermesi gereken bir Avrupa’dan.