Yazıma başlarken öncelikle şunu vurgulamayı gerekli görüyorum: Sağcı milliyetçi politik görüşlerin revaçta olması yalnız Avrupa düzeyinde görülen bir fenomen değil, dünya çapında gözlenen ve açıklaması zor bir gelişmedir. Geriye dönük tutucu ve milliyetçi politik görüşlü partiler bugün yalnızca Avusturya, İtalya, Polonya ve Macaristan gibi Avrupa Birliği ülkelerinde değil, ABD, Brezilya, Hindistan gibi Avrupa dışındaki birçok ülkede de iktidarı ele geçirmişlerdir.
Bu genel saptamadan sonra Almanya özelindeki durumla ilgili görüşlerimi dile getirmek istiyorum: Daha önce de var olan ırkçı ve milliyetçi siyasi akımlar Ortadoğu‘daki askeri çatışmalar sonucunda ortaya çıkan kitlesel göçlere paralel olarak daha da popüler hale gelmiş ve bir azınlık görüşü veya bir protesto akımı olmaktan çıkmış ve Almanya’daki tüm toplum katmanlarında kabul görür duruma gelmiştir. Friedrich-Ebert-Stiftung vakfının bu konuyla ilgili son araştırması bu savı doğrulamaktadır.
Söz konusu vakfın 2002’den bu yana her iki yılda tekrarladığı son Orta Kesim Araştırması’nda (Die „Mitte-Studie“) milliyetçi şovenist görüşlerin toplumun hiç azımsanmaması gereken %13’ünce kabul gördüğü belirtilmektedir. Aynı araştırmanın sonuçlarına göre araştırmaya katılanların %17’si „Alman siyasetinin ilk hedefi Almanya’nın layık olduğu güç ve itibara erişmesini sağlamaktır“ söylemini, yine yaklaşık %8’i ise „Aslında Almanlar doğal olarak diğer ırklardan üstündür“ görüşünü onaylamaktadır. Bu tür ırkçı görüşlerin yaklaşık her on kişiden biri tarafından benimsenmesi Almanya’nın geleceği açısından oldukça kaygı vericidir. Araştırmayı yapan bilim insanlarının görüşüne göre bu tür azınlıkları ve göçmenleri dışlayıcı görüşler orta kesimce gittikçe artan bir oranda kabul görmektedir. Bu nedenle araştırmacılar so n araştırmayı ”yitirilmiş orta kesim“ olarak adlandırmışlardır.
Yine bu bağlamda „Almanya için Alternatif“ partisi AfD’nin tüm eyalet meclislerine girmesi ve son parlemonto seçimlerinde üçüncü büyük parti olması bu kaygıları haklı çıkarmaktadır.
Almanya özelindeki bu kısa durum değerlendirmesinden sonra geleceğe yönelik görüş ve önerilerimi dile getirmek istiyorum. Öncelikle belirtmek istediğim görüş özellikle Avrupa Birliği ülkelerindeki popüler milliyetçi siyasi partilerin göçmenlere karşı olan düşmanca tavırlarını Avrupa Birliği’ne karşı da sürdürmekte olduklarıdır. İngiltere’nin topluluğu terketme sürecinde olması, AB’nin Macaristan ve Polonya hükümetlerinin ülkelerindeki demokrasi karşıtı uygulamar nedeniyle tavır almasına rağmen, Avrupa Birliği’nin bu gelişmeler nedeniyle paraçalanacağını veya dağılacağını düşünmüyorum. Zaten Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan ve Polonya gibi ekonomisi Almanya, Fransa veya İngiltere’ye göre zayıf olan ülkeler AB yardımlarıyla bugünkü refah düzeyine ulaşmışlardır. Son yıllarda bu ülkelerdeki yeni otoyol veya metro inşaatlarının AB desteğiyle gerçekleştirildiği bilinmektedir. Aynı şekilde bu ülkerdeki birçok işsiz de adı geçen batı Avrupa ülkelerinde iş bulmuşlardır. Ekonomik gücü yerinde olan İngiltere’nin AB’ni terketme cesareti ekonomisi zayıf olan ve AB desteğiyle ayakta duran ülkelerden beklenemez. Bu görüşten yola çıkarak günümüzde politik zaferler kazanan popüler milliyetçi parti AfD’nin zamanla oy kaybedeceği ve Almanya’nın yönetiminde komşu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi daha fazla söz sahibi olamayacağı kanısındayım. Ayrıca Almanya’daki demokratik yapılanmanın Türkiye, Macaristan veya Polonya’daki yapılanmadan daha köklü olduğu ve bu tür gelişmelerin demokratik yapıyı tehdit etmediğini düşünüyorum. Kaldı ki bu popüler milliyetçi akımın sloganlarla dile getirdikleri en önemli siyasi söylemleri ekonomik refah düzeyini savunmakla ilgilidir. Almanya’daki ırkçı ve milliyetçi hareketin Avrupa Birliği’ne yönelik eleştirilerinin kökeninde de ekonomisi zayıf diğer üye ülkelere yapılan maddi yardımın ülkenin refah düzeyini düşürmesi düşüncesi yatmaktadır. Bu refah düzeyini korumakla, diğerlerine bu pastadan pay kaptırmamakla ilgili düşünceleri açığa vuran sloganlardan birkaç tanesini örnek olarak vermek istiyorum: „Das Boot ist voll (tekne dolu)“, „Flüchtlingsheime mindern den Wert unserer Häuser (sığınmacı yurtları nedeniyle evlerimizin değeri düşüyor)“, „Alles nur Wirtschaftsflüchtlinge (hepsi ekonomik sığınmacı)“, „keine Einwanderung in das Sozialsystem (sosyal güvence sistemine göçmenlik istemiyoruz)“.
Yazımı Almanya’da yaşayan göçmenler açısından değerlendirmeden bitirmek istemiyorum. Benim görüşüme göre bu durum tespitinden sonra yanıtlanması gereken soru şu: Göçmenlerin tavrı ne olmalıdır?
Göçmen kökenli vatandaşlar artık kurbanlık rolünü terketmeli, demokrasiyi ve insan haklarıyla ilgili değerleri koruma çabasına taraf olmalıdırlar, diye düşünüyorum. Mağduriyetimizi, dışlanıyor olmamızı yeterince şikayet ettik. Şimdi artık saldırıya uğramakta olan demokrasiyi savunma mücadelesine, demokratik yapılanmayı güçlendirme çabasına nasıl katkıda bulunabiliriz sorularının çözüm şekillerine odaklanmalıyız. Aynı şekilde Avrupa Birliği düşüncesinin sürdürülmesi, fiilen ortadan kalkmış olan sınırların tekrar kapatılmaması için çaba göstermemiz gerektiği kanısındayım.
Unutmayalım ki demokratik haklar hayıflanarak veya uzaktan şikayetle korunmaz, mücadele ile kazanılmış haklar dayanışmayla korunur, katılım olmadan demokrasi olmaz!