(Bir kamu hizmeti olarak eğitimin insan hakkı olduğu söylenir. Burada bir soru beliriyor olmalı: Bu kendini ifade etme hakkı mı yoksa bir kamu hizmeti olarak özgürce ve bağımsız bir şekilde örgütleme hakkı mı? Aralarındaki fark ne? Aslında, hizmetler, hatta kamu hizmetleri bile özelleştirilerek satılabilir ama insan hakları satılamaz.)
AbdulHafeez Tayel | MISIR
Eşitlik tüm insanların üretim, tüketim, siyasi aktivizm ve sosyal etkileşimin tüm alanlarında katılım göstermesi anlamına gelirken, dışlama insanların bu türden katılımını engellemektir. Eğitim, insanları güçlendirmede ve yaşamsal faaliyetlere katılıma giden yolu hazırlamada temel bir rol oynar.
Eğitimi iktisadi, sosyal ve kültürel bir hak olarak ele almanın yanı sıra, bir yurttaşlık hakkı ve siyasi bir hak olarak değerlendirmenin önemi; onun toplumları demokratikleştirmede temel ihtiyaç olduğuna ve yalnızca üretim becerilerini geliştiren bir araç değil, insani haklar için yürütülen mücadeleyi kazanmada temel bir kapı olduğuna inandığınızda daha net hale gelir.
Devletler, ücretsiz sunulması gereken kamu hizmetleri olarak iktisadi, sosyal ve kültürel hakları değerlendirirken, kalkınma oranlarının düşüklüğünü ve insanların paralarını tüketen diğer öncelikleri tartışıyorlar. Devletler, özellikle de yeni liberaller eğitimi bir yatırım alanı olarak görerek hızlı kâr elde etmeye çalışıyorlar ve sürekli kendi söylemlerinin propagandasını yaparak insanlara ücretsiz eğitimin nitelikli olamayacağını, çünkü devletlerin karşılayamayacağı düzeyde maliyetli olduğunu anlatıyorlar. Öyle ki ücretsiz eğitim devletlerin bahşettiği ve olduğu gibi kabul edilmesi gereken bir hediye. Ücretsiz eğitimi ayrıca öğrencilerin zihinlerinde hakimiyet kurmanın, yoksulluğu ve kendileri finanse ettikleri için kendi politik düzenlerini yeniden üretmenin bir aracı olarak kullanıyorlar. Bu durum otoriter rejimlerde son derece aşikâr. Örneğin, Mısır’da bir devlet okuluna girdiğinizde rejim sembolünün (devlet başkanının) fotoğrafıyla her yerde karşılaşırsınız.
Çoğu durumda, devlet okulları öğrencilerin zihinlerini ve fikirlerini, politika yapıcıların zihinlerindeki geleceğe ilişkin konsept doğrultusunda şekillendirme ve sistematik baskı uygulama mekânıdır.
Yoksullar yalnızca seçim zamanı oy verme merkezleri önünde kuyruğa girmesi için ihtiyaç duyulan geniş kalabalıklardır ve okullar, özellikle de devlet okulları böyle bir süreci sürdürmenin aracıdır.
Buna ek olarak, devletler eğitimi finanse ettikleri bir kamu hizmeti olarak ele aldıklarında, eğitim planlamasını kendi çıkarları adına tekelleştirirler. Düşünürler, pedagoglar, aileler hesaba katılmaz ya da en iyi durumda hükümet planlarını en düşük maliyetle hayata geçirmenin en iyi yolu hakkında fikrine başvurulan taraf olarak görülürler.
Öte yandan varlıklı insanlar ücretli eğitime erişim hakkına sahipler.
Çocuklarını nitelikli eğitim sunduğunu düşündükleri okullara gönderebiliyorlar. Onların devletler tarafından sunulan zayıf eğitim sistemlerine ihtiyaçları yok. Çocukları için, hükümet planlarının dışında, daha iyi bir geleceği garanti etme hakkından yararlanıyorlar.
Erkek ve kız çocuklarını dünyada en iyi eğitim veren yerlere gönderebiliyorlar. Çocuklarını hükümet yardımı olmaksızın parlamento adayı ve üyesi, yargıç, iş adamı olmaya ya da farklı kariyer rotaları çizmeye hazırlayabiliyorlar. Dolayısıyla, tüm anlamlarıyla, bir sosyal dışlamayla karşı karşıyayız. Yoksullar, eğitimlerini finanse edememeleri neticesinde ve yoksulluğun yeniden üretildiği devlet okullarında hükümetler tarafından domine edilmenin bir sonucu olarak insan haklarından dışlanıyorlar, zenginler kendilerini bundan muaf tutabiliyor ve devlet kararları ve planlarının uzağında kalıyorlar.
Bu sırada, üçüncü dünya ülkelerinde politik ve sivil haklar için yürütülen mücadelelerin çoğu zayıflığını koruyarak son derece kötü çıktılarla sonuçlanıyor, bunun arkasında ise otoriter eğitim sistemleri duruyor. Fikirleri şekillendiren ve gençlerin ruhlarında baskı yaratan cezalandırma korkusu; öz güven eksikliğine ve daha iyi bir geleceğe dair umut kaybına yol açıyor. Dolayısıyla, iki ana meselemiz bulunuyor; birbirini besleyen ve sosyal dışlamaya yol açan özelleştirme ve otoritarizm. Bu koşullar altında eğitim, özgürlük, entegrasyon, çeşitlilik ve umudun aracı olmak yerine; yoksulluğu yeniden üretmenin bir aracına dönüşüyor, insanlara baskıyı kabul etmeyi ve boyun eğmeyi aşılıyor.
Eğitim ekonomik ve sosyal bir hak olmanın yanında sivil ve politik bir hak olarak ele alınsaydı, bireyler, siyasi partiler, sendikalar bunu garantileyecek en iyi politikaların pazarlığı için mücadele ederdi ve insanlar için eğitim haklarından yararlanmanın çok çeşitli yolları olurdu. Ayrıca, eğitim yalnızca metaya dönüştürülebilecek bir hizmet olarak görülmezdi.