Avrupa’nın farklı ülkelerinde Türkler, “göçmenler”, sığınmacılar ve Müslümanlar hakkında düzenli aralıklarla haber çıkıyor, bir olay diğerini izliyor, gelen aşırılıkçı görüşler gidenleri hafif gösteriyor, resimlerin çokluğu özünde siyah ve beyazı geçmiyor, her gölge diğerinin üzerine biraz daha zifiri düşüyor.
“Neden bu konular, neden bu sıklıkta?” diye sormamak elde değil. Zira ülkeler arası ilişkilerde, Ortadoğu ve Arap ülkeleriyle, özellikle de ticarette, herhangi bir aksama yok. Toplumların yakıcı sorunu olmayan meselelerin gündemden inmesine kaç yıldır izin verilmiyor. Kamuoyunda etnik, dinsel, kültürel vb. yapay tartışmalar açık ara 1. sırada yer alıyor, hatta Avrupa Birliği adeta sığınmacı krizi nedeniyle dağılacakmış gibi bir atmosfer yaratılıyor. İngiltere’de Polonyalılara, İsviçre’de AB ülkelerinden gelen göçmenlere, Romanlara ve “Oryantalist” anlayış dışında kalan diğer gruplara karşı duyulan öfke ise, kurgulanan yabancı imgesinde bir bozulma yaratmaması için medyada çok sık irdelenmiyor.
Avrupa ülkelerinde milliyetçiler, milliyetçi operasyonlarını sahneledi. Ülke içinde safları sıklaştırmak, toplumsal desteği sağlamlaştırmak için çabalıyorlar. İtalya’da, Hollanda, Macaristan ve Danimarka’da, Avrupa’nın dört bir yanında hükümetler ele geçiriliyor ya da abluka altına alınıyor, yabancılar söylemi de en etkin araç olarak devreye sokuluyor. Milliyetçilik kendisi için hayati önem taşıyan yayılmacılığın da hesaplarını yapmaktan geri kalmıyor.
Ne var ki sıkı dokunmuş bu yabancılar söylemi kısmen de olsa açık veriyor. İster milliyetçi çıkar çatışmalarının daha da belirginleşmesi (“America first”, Brexit, Nord Stream 2, Polonya’nın Almanya’dan tazminat istemesi ve daha neler neler), ister toplumların günlük yaşamda katlanılamaz hale gelen açmazlarını dışa vurmaları (Fransa’da Sarı Yelekliler hareketi, Almanya’da konut pahalılığına, yüksek kira fiyatlarına karşı protestolar, öğrencilerin iklim için her cuma günü okula ara vermeleri vb.) nedeniyle yeni kırılma noktaları beliriyor, ve bunlar gelecekte yabancılar söyleminin hızla arka plana kaymasına neden olabilir.
Türkiye kökenli göçmenler, her ne kadar Avrupa’da yükselen milliyetçiliğin dönem dönem ele aldığı bir konu olsa da, onlar asıl hedefi teşkil etmiyor. Buna rağmen bütünleşme sürecinde oldukları toplumlarla demokratik haklar çerçevesinde ortak söylem geliştirebilmek için her halükârda kendi bilincine varmalı, siyasi konumunu ve siyasetin kendisine biçtiği rolü analiz edebilmeli. Bu nedenle yoğun olarak yaşadıkları ülkelerdeki duruma, Yükselen Milliyetçilik Çağında Avrupa’da Türk ve Diğer “Göçmenlere” Yönelik Siyasi Yaklaşımlar ve Geleceğe İlişkin Öngörüler başlığı altında ve o ülkelerde yaşayan yazarlarımızın da katkısıyla, bir göz atmak son derece yararlı olacaktır.
Bu sayımızda Danimarka, Hollanda, İngiltere, İsviçre ve de İsveç’i ele alma fırsatı bulduk. Gelecek sayılarımızda diğer ülkeleri de irdelemek mümkün olacak.