10 yıl boyunca ardı arkası kesilmeden sürdürülen popülist entegrasyon tartışmaları bir anda durdu. Ne olduğu hala bilinmeyen entegrasyon kavramı, farklı dönemlerde ve skandallar eşliğinde Alman kamuoyunun gündemini belirledi. Karikatür Krizi bitiyor, Idomeneo Krizi başlıyor, Marko Weiß’ın Türkiye’de devam eden esaretini sonlandırmak üzere toplumsal dayanışmaya gidiliyor, çekilen filmi ile Almanya kendi “Midnight Express”ine kavuşuyor, Münih metrosunda iki gencin kriminal eylemi sonucu Almanya’da kamusal alanın açıkça tehdit edildiği kabul görüyor, töre cinayetleri ülkeyi “kasıp kavururken”, Rütli Okulu manşetlere giriyor, Sarrazin “sessiz çoğunluğun” sesi oluyor, Geert Wilders Berlin’de alkışlanıyordu…
Şöyle bir yol izleniyordu: Genelde seçimler öncesinde ya da yeni yasaların topluma kabul ettirilmesi gündemdeyken birden entegrasyon tartışmaları başlıyordu. Göçmenlerin Almanca bilmedikleri ve entegre olmadıkları, eğitimde başarısızlıkları ve okulda kullandıkları şiddet, sosyal sistemleri nasıl sömürdükleri, ne kadar kriminel oldukarı tartışılıyordu. Ardından bu tartışmaları örnekler, istatistikler takip ediyor, neden olarak da etnik köken veya dini inanç gibi etmenler sıralanıyordu. Medya’da bu tartışmalar manşetlere taşınıyor, bol bol kitap yayımlanıyor ve siyasi “talkshowlar”da “expert”lerden geçilmez oluyordu. Göçmenler iyi niyetlerini kanıtlamakla yükümlü kılınıyordu. “Almanca sınavları” ya da “Einbürgerungstest” (vatandaşlığa geçiş sınavları) meşrulaştırılıyordu. Yeni kavramlar (içselleme, asimilasyon) devreye sokuluyor, “Multikulti” ölüme mahkum ediliyor ve “Leitkultur” canlandırılıyordu.
Söz konusu tartışmalar ve skandallar son iki yılda gündemden düştü. Bu durum özellikle Nasyonalsosyalist Yeraltı Örgütü’nün işlediği cinayetlerin kamuoyunu sarstığı ve Almanya için Alternatif Partisi’nin siyasetin aşırı sağ ucuna yerleşmeye başladığı dönemle çakıştı.
Bu kez entegrasyon tartışması, yeniden ve farklı bir amaçla devreye girdi. Artık nitelikli işgücü açığını gidermek, Avrupa ve Almanya’da gelişen aşırı sağcı-popülist partilerin (AfD, Front National, UKIP gibi) önünü kesmek veya radikal İslamcıların etki alanlarını daraltmak vb. konularda “entegrasyon” olumlu bir bakış açısıyla işleme sokuldu.
Koşullar düzeliyordu: “Entegre olmamış göçmenlerin” durumunda birden “iyileşme” görülmeye başlandı. Göçmenlerin Almanlardan daha eğitimli ve daha nitelikli olduğu dahi iddia edildi. Birden kriminal olaylarda azalma gözlemlendi. Sarrazin’in ikinci kitabına değer verilmedi. Romanyalılar ve Bulgarların sosyal hizmetlerden yararlanmak amacıyla göç ettikleri suçlaması bertaraf edildi. Gezi Olayları’na sempatiyle bakıldı, Spiegel Dergisi Türkçe yayın yaptı ve Türkiyeli göçmenlerin demokratik potansiyeli keşfedildi…
Şu an olumlu bir entegrasyon havası estiriliyor. Bu konjonktürün ne zaman son bulacağı ise henüz belirsiz.
Geçmiş ve güncel tartışmalardan ve göçmenlerin salt “etki” koşullarında “tepki” vermesinden bağımsız olarak, onların eğitim, dil, siyasi haklar, toplumsal eşitlik vb. birçok alanda mevcut, karşılanmamış gereksinimleri kesintisiz devam etmektedir. Bu gereksinimler güncelliğini ve ivediliğini daima korumuş, hiçbir zaman konjonktürel konular olmamıştır.