Prof. Dr. Armin Bernhard | Duisburg-Essen Üniversitesi
“CHE, başarım düzeyi yüksek ve adil bir yüksekokul sistemi için çalışıyor. Yükseköğrenimin alışıldık bir durum olma yönünde engellenemez bir eğilim göstermesi karşısında, CHE’nin çabaları, özellikle yüksekokulların, öğrencilerinin salt artan sayısıyla değil, onların çeşitliliğiyle de başarıyla ilgilenmelerini hedeflemektedir. CHE yüksekokul ve bilim sistemi için uygulama odaklı çözümler üretmeye çalışıyor. O, yüksekokulları özerkliklerini kullanmak ve şekillendirmek, çok çeşitli profillerini geliştirmek ve uygulamak ve de toplumsal sorumluluğunu üstlenmek konusunda destekliyor. Fahri çalışan bir kuruluş olarak CHE çok sayıda ücretsiz bilgi ve servis sunuyor”.
Bertelsmann’ın alt kuruluşu olan Yüksekokul Gelişim Merkezi’nin (CHE) kendi hakkında kullandığı bu ifadeleri, kendi internet sitesinden alıntılamak mümkün. Burada çıkar gözetmeksizin yüksekokul sistemi hakkında veri ve bilgi sunan ve profil geliştirmeleri için yüksekokulları elinden tutan bir organizasyon aktif olduğu telkin edilmektedir. Yüksekokulların özerkliklerini daha iyi şekillendirmelerine ve toplumsal sorumluluklarını daha etkili biçimde yerine getirmelerine kim karşı olabilir ki? CHE, 1990’ların ortalarında kurulduğu günden bu yana farkına varılmadan eğitim-öğretim politikasının genel ölçekte kabul gören bir aktörüne dönüşmüş olduğundan ve bilim coğrafyasının büyük kısmı onun bilirkişiliğini dayanak olarak kullandığından, bu organizasyonun temelinde yatan çıkarlara ve gerçek nedenlere yakından bakmak gerekiyor.
CHE’nin bünyesinde hareket ettiği Bertelsmann Şirketi, okulların ve yüksekokulların yapı ve içeriklerine demokratik meşruiyete dayanmadan nüfuz edilmesine örnek gösterilebilir. Faaliyet odaklı çalışan vakfı ile (Bertelsmann Vakfı) bu medya devi, kendi girişimci mantığına uygun olarak, toplumsal gelişmenin şekillendirilmesine şimdi artık ‘başarıyla’ katılıyor. Eğitim-öğretim ve yüksekokul sistemi vakfın çalışmalarında ağırlık noktasını oluşturuyor. Kendisini “mülk sorumluluk yükler” ilkesine adayan, “yayınlanmış görüşlerin en büyük oligopolü” (Wolfgang Lieb), sermayesinin dörtte üçünü 1977’de kurulan Bertelsmann Vakfı’na aktararak veraset ve intikal vergilerinin etrafından dolandı. Öte yandan vakfa yapılan temettü ödemeleri vergi ayrıcalıklarına tabi, öyle ki, Wolfgang Lieb’in ardından, vakıf bütçesinin büyük bir bölümünün kamuya ait paralarla finanse edildiğinden şüphelenmek mümkün. Bununla birlikte “özel çıkar gözetmeyen” vakıf, kamu yararına çalışan örgütleri destekliyor da değil, aksine tüm faaliyetlerini yalnızca kendi çalışanları üzerinden hallediyor. Şirketin asıl hedefi ise, orta vadede vakıf çalışmaları aracılığıyla (farklı alanlarda siyasi danışmanlık yapmak), elbette kendi ekonomik çıkarlarını izlemenin ideal hale getirilmesi için toplumun gelecekteki gelişimine nüfuz etmektir.
“Bağımsız düşünce kurulusu” CHE (kendi tanımı) yüksekokul ve bilim politikasında Bertelsmann Şirketi’nin düşüncelerini savunuyor. En büyük dördüncü medya şirketi olarak, kendi vakfının, yan şirketi olan Arvato’nun, uzun bir süre boyunca da Uygulamalı Siyaset Araştırmaları Merkezi’nin (CAP)[1] yanı sıra, CHE ve (ticari amaçlı) CHE-Consult[2] üzerinden, 1990’lardan bu yana genel anlamda siyasi çerçeve koşulların şekillendirilmesine ve özel anlamda eğitim-öğretim politikasına/planlamasına yoğun etkide bulunuyor. Bu medya şirketinin örneğin Kuzey Ren Vestfalya’da siyasi tasarıların geliştirilmesi ve kabul ettirilmesinde ürkütücü boyuttaki nüfuzunu, 2016’da “Korsanlar Partisi’nin” SPD-Yeşiller eyalet hükümetine verdiği soru önergesine aldığı yanıttan çıkarmak mümkün. Şirketin stratejisi, şirketin kurucusu Reinhard Mohn’un düşüncesi olan bir devletin özel kapitalist bir şirket gibi yönetilmesi düşüncesini izliyor. Eğitim-öğretim ve yüksekokul sisteminin tamamının işleyiş biçimine de, özel sektörün mekanizmalarına ve rekabet ilkelerine göre ayar verilmesi isteniyor. CHE bu düşüncenin temsilcisidir[3].
“Merkez” ilk yöneticisinin verdiği bilgilere göre 1990’a kadar Bertelsmann A.Ş.’nin yönetim kurulu başkanı olan Reinhard Mohn’un inisiyatifine dayanan bir Joint-venture (ortak teşebbüs) yapısıdır (bkz. Müller-Böling 200, S. 9). Bertelsmann Vakfı ve Yüksekokul Rektörleri Konferansı arasında gerçekleştirilen kamu-özel ortaklığı kapsamında, CHE, eğitim-öğretim politikasının “reform atölyesi” olarak ortaya çıktı, ama o Bertelsmann Vakfı tarafından elemanlarla donatıldı[4]. Yüksekokul Rektörleri Konferansı ile oluşturulan ortak teşebbüste sözünü dinleten taraf olma konusunda CHE baskın rolü üstlendiği çok açık (bkz. Bultmann 2014). Büyük bir bölümü Bertelsmann Vakfı tarafından finanse ediliyor, veriler yüzde 33 (kendi verileri) ila yüzde 75’e varan oranda değişiyor (bkz. Holland-Letz 2006, S. 21). CHE, Bertelsmann Vakfı ve aynı adı taşıyan şirket arasında içerik, organizasyon ve çalışanlar açısından sıkı bir bağ olduğu şüphe götürmez. 1990’larda Danışmanlık Şirketi Roland Berger’de çalışan ve 2001-2008 arasında Hamburg’un partisiz bilim senatörlüğünü yapan “merkez’in” şimdiki yöneticisi Jörg Dräger, tipik sayılabilecek bir biçimde aynı zamanda Bertelsmann Vakfı’nın yönetim kurulu üyesidir. Ortak memorandumlar ve manifestolar stratejik ilişkinin altını çiziyor. Örneğin CHE, Yüksekokul Rektörleri Konferansı ve Alman Bilim Çalışmaları için Vakıflar Birliği ile birlikte, Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı tarafından desteklenen “Yüksekokul Dijitalleşme Forumu” projesinin hâlâ bir parçası olmaya devam ediyor. Degussa, Daimler, Siemens, Deutsche Bank, Allianz v.s. gibi büyük şirketlerin sermaye çıkarlarının temsil edildiği, “kamu yararına çalışan” bu Vakıflar Birliği de yüksekokulların serbestleştirilmesi “idealini” savunuyor. Vakıflar Birliği’nin genel sekreteri Andreas Schlüter uzun yıllar Bertelsmann’ın hizmetinde, Bertelsmann Vakfı müdürü olarak da çalışmıştır.
CHE kendini genel olarak devlet kurumları üzerinde ekonomik nüfuzun attırılmasına adamıştır, özellikle de yüksekokul yönetim ve finansmanının, geliştirilen tasarı ve uygulama planları aracılığıyla özel girişimcilik ilkelerine uygun hale getirilmesi amacı yönünü belirlemektedir. Öğrenci harcı getirilmesi meselesi de “Merkez’in” kalpten desteklediği bir konudur. Yüksekokulların rekabet ilkesine göre düzenlenmesi farklı konferanslarda hazırlandı ve programa bağlı olarak iki belgede sabitlendi: 1998’de kurulan Bertelsmann Vakfı bünyesindeki Eğitim İnisiyatif Grubu’nun memorandumu ve CHE’nin girişimiyle öğrencilerden oluşan bir çalışma grubunun elde ettiği sonuçları içeren, Bommerholzer Manifest olarak adlandırılan 1998 tarihli manifesto. “Merkez”, Kuzey-Ren Vestfalya’da liberal ekonomiden esinlenen yüksekokul bağımsızlık yasa tasarısının hazırlanmasına (2006’da kabul edilmiştir) öncülük etmiştir (bkz. Lieb 2010, S. 215-228). Ve programa bağlı, CHE için hâlâ geçerli ve bu merkezin eski yöneticisinin kaleme aldığı bu metinde, utanmadan sözüm ona “zincirlerinden kurtulmuş” yüksekokul ideali için mücadele ediliyor (Müller-Böling 2000; 2005). Onun ana fikri şu: Yüksekokullar, ulusal ve uluslararası “eğitim-öğretim piyasalarında” birbiriyle rekabete giren, hizmet sunan otonom birer işletme gibi hareket etmeli. Bunun ötesinde bu tasarıda devlet dışı örgütlerin yüksekokul yönetimini “kayyum” olarak üstlenmesi planlanmıştır. “Zincirlerinden kurtulmuş” yüksekokul tasarısı, demokratik kontrol ile bağdaşmayan açıkça antidemokratik öğeler içermektedir – Demokratik Biliminsanları Birliği’nin bu eleştiride bulunmuştur (bkz. Bultmann 2014).
Bertelsmann Avrupa Birliği’nde lobiciler arasında artık üçüncü sırada olmasına rağmen, hâlâ tarafsız bir düşünce kuruluşu olarak muamele görüyor. Bertelsmann Vakfı’nın toplumsal-siyasi sorulara ilişkin yaptığı araştırmalar, kültür endüstrisi çıkışlı kitlesel medya tarafından yıllardır bilimsel açıdan nesnel, güvenilir veriler olarak sunuluyor ve böylece toplumsal-siyasi kararların temeli halin getiriliyor. Vakıf düşünsel ölçekli desteği, “bilirkişilikleri” sayesinde bilimsel tarafsızlığa dair ek bir prestiji kazandıran “saygın” biliminsanlarından alıyor. CHE için benzer şeyler geçerli. O, küresel bir aktörün, eğitim-öğretim ve yüksekokul sisteminin yönetimine ve içeriksel şekillenişine artan oranda nüfuz etmesine olanak tanıdığı halde, çıkar gözetmeyen, kamu yararı karşısında yükümlülük taşıyan bir örgüt olarak takdim edilmektedir (ne de olsa ona “kamu yararına” statüsü verilmiştir). Öyle ki, Jörg Dräger – daha önce de belirtildiği gibi, kendisi devletten sübvansiyon alan Bertelsmann Vakfı’nın yönetim kurulu üyesidir – öğrenimin dijitalleştirilmesini ve yüksekokulların dijital araç gereçlerle donatılmasını hararetle savunuyor (Dräger 2015), yayınları ise Bertelsmann Şirketi’nin tüm kitapevlerinin çatısını oluşturan Random-House GmbH’da çıkıyor. Bertelsmann Vakfı’nın parlak varaklı dergisi change, şirketin çıkarları doğrultusunda, sözüm ona “dijital eğitim” konusunda reklam tam tamları çalması için CHE’nin şefine gereken platformu sunuyor[5]. Medya devinin bu bağlamdaki çıkarlarını inkâr etmek (yüksekokul sektöründe ne yazık ki çok yaygın bir durumdur), bu olgular karşısında olağanüstü bir duygularını bastırma becerisine eşittir.
CHE’nin yüksekokul sisteminin neo-liberal tarzda farklı şekillendirilmesi için kullandığı araçlardan birini farklı derecelendirme projeleri oluşturuyor[6]. Bu derecelendirmelerle sayesinde, özellikle de yüksekokul derecelendirmeleriyle, “zincirlerinden kurtulmuş yüksekokulların” sahip oldukları profiller, sundukları mezuniyet dereceleri ve araştırma başarımlarıyla öğrenci çekmek için birbirleriyle rekabete girmeye hazır duruma getirilmek isteniyor. Bu derecelendirmeler için anabilim dallarının ve enstitülerin öğretim ve araştırma başarımları, ağırlıklı çalışma alanları ve altyapısal donanımları, (dijital) araçların hazır bulundurulması v.s. hakkında veri toplanmaktadır. Bu veriler Bertelsmann’ın yan şirketi için her bir yüksekokulun karşılaştırması ve derecelendirmesine temel oluşturuyor ve söz konusu karşılaştırma ve derecelendirme ile öğrenci çekmek ve araştırmalar için kaynak bulmak üzere yüksekokulların aralarında giriştikleri rekabet kızıştırılmak isteniyor. Bu derecelendirmeler üzerinden “devlet tahakkümü altında tutulan” yüksekokullara şimdi “rekabet odaklı eyleme girmeleri için güdüleme araçları” (Bertelsmann Vakfı Eğitim İnisiyatif Grubu’nun ifadesi böyle) hazır bulundurulabilir.
CHE derecelendirmelerine katılmakla yüksekokullar bir bakıma gönüllü olarak kendi kendilerini küresel bir aktörün yönetim ve şekil verme uygulamalarına tabi kılmışlardır. “Merkez” meşruiyetini kanıtlamak zorunda bırakacak herhangi bir yükümlülükle karşılaşmadan, derecelendirmelere safça geçiş süreci tamamlanmıştır – bu kamu yüksekokullarında varolan olağanüstü demokrasi eksikliğinin bir belirtisidir. Bu yüksekokulların yeni yönetim yapılarında (yüksekokul konseyleri), bilimsel kuruluşlar arasında kârlı stratejik rekabet şeklindeki neo-liberal inanç öğreti memnuniyetle kabul edildi. Zira rekabet ticareti canlandırır! Aslında birkaç fakülte ve enstitünün artık “projeden” çıkmış olması ve bazı branş topluluklarının çıkmayı önermeleri sevindirici; ancak gerekçelerde çoğu kez sorunun özüne – bilinçli ya da bilinçsiz olsun – dokunulmamış olması ilginçtir. Yüksekokul coğrafyasının derecelendirme biçiminde yöntemsel sunumuna yöneltilen eleştiri yaşanan asıl skandaldan kaçıyor: Bu skandal, demokratik meşruiyeti bulunmayan, büyük bir şirkete ait bir organizasyonun, söz konusu şirketin ‘toplum felsefesinin’ reklamını yapma ve kamusal, toplumsal yüksekokulların saldırgan bir şekilde ele geçirilmesi, bir başka ifadeyle işgal edilmesi işini yürütebilmesi olgusudur – yanı sıra belirtmek gerekir ki, bu yönetim aracına karşı koyan direnişin zaafı, özgürlükçü Federal Cumhuriyet’te varolan bilimsel akıl olarak adlandırılan aklın eleştiri ve muhalefet gücünün ne denli az gelişmiş olduğuna ilişkin ipucu veriyor.
“Stern” ya da “Zeit” gibi dergilerle yapılan “medya partnerliklerinde” CHE’nin bu derecelendirme uygulaması, ebeveynlerin ve öğrencilerin branş seçiminde artan oranda yön belirlemekte kullandıkları bir platforma dönüşmüştür. Onun devreye girmesiyle birlikte somut koşullar yaratılmıştır ve bu koşullar yüksekokul yönetimleri tarafından söz konusu derecelendirmelere katılımın kaçınılmazlığını iddia etmek, alt birimlere böylece bu uygulamaya katılmaları yönünde baskı yapmak için kullanılmıştır. Siyaset bu nüfuzun önkoşullarını kendisi yarattığı için Bertelsmann Şirketi’ne yüksekokul gelişimini keyfine göre şekillendirmesi ve bu gelişimi demokratik kontrolün dışına çıkarmasına olanak sağladı (bkz. Bultmann 2014). Bununla birlikte hedef, içerik ve profillerini tanıtmak kamu yüksekokullarının kendi sorumluluğu kapsamına girmektedir. Yönlerini belirlemeleri amacıyla genç insanlara her bir yüksekokul hakkında işe yarar bilginin hazır bulundurulmasının arkasında yatan niyeti hiç kimse ciddi bir sorgudan geçirmez. İçeriksel yönelimleri, tasarı ve ağırlık noktaları konusunda fakülte ve enstitüler güvenilir bir branş seçimini en azından kolaylaştırmak için şeffaf bir şekilde tanıtılmak zorunda. Ancak nesnellik nedeniyle yüksekokulları bir sıralandırmaya tabi tutma zorunluluğu hiç de anlaşılabilir birşey değil. Bu anlayış daha çok neo-liberal ilkelerle yönetilen bir toplumda nesnelliğe kayıtsız bir “zincirlerinden kurtulmuş” yüksekokul ideolojisini izler. Çünkü derecelendirme ile örgütsel ve içeriksel açıdan yüksekokul sistemine güçlü şirketlerin çıkarı doğrultusunda şekil vermek, onu kendi hizmetine koşmak olanaklıdır.
Sonuç: CHE, yüksekokulların yapılandırılmasında neo-liberal ilkeleri savunan ve bunun ötesinde belirli toplumsal grupların işletmeci çıkarlarını genel toplumsal çıkarlarmış gibi yansıtan yarı özel bir organizasyon söz konusudur. O sözde “reform atölyesi”, yüksekokul sisteminin yapılandırılması üzerindeki etkisini Yüksekokul Rektörleri Konferansı ile girdiği ilişki sayesinde hileyle elde etti. O, demokratik meşruiyeti bulunmayan, salt yüksekokul politikası kapsamında derecelendirmelere katılmayı reddederek değil, ayrıca genel politik açıdan da sermaye çıkarlarının ve ekonomi lobicilerinin yüksekokul sistemi üzerindeki etkisinin yoğun olarak engellenmesi yoluyla çalışmalarına karşı koyulması gereken bir kuruluştur. Demokratik bir bilim kültürü, Federal Almanya’da mantar gibi türeyen yarı özel, ekonomiye yakın, kamu yararı maskesi altında gizlenen organizasyonların varlığıyla bağdaşmamakla kalmaz, öte yandan onlar savunulması için riyakârca tutkulu çalışmalar yürütüyor gözüktükleri demokratik bir toplumun temellerini ciddi boyutlarda tehdit eder.
Kaynak:
Bultmann, Torsten (2014): Das Centrum für Hochschulentwicklung (CHE) – ein neues Politikmodell, in: Bruder, Klaus Jürgen et. al. (Hrsg.): Machtwirkung und Glücksversprechen – Gewalt und Rationalität in Sozialisation und Bildungsprozessen, Gießen S.143-156.Dräger, Jörg (2015): Die digitale Bildungsrevolution: Der radikale Wandel des Lernens und wie wir ihn gestalten können, München.
Holland-Letz, Matthias (2006): Vom Durchmarsch der Stiftungen und Konzerne, Frankfurt/Main.
Lieb, Wolfgang (2010): Die „neue Freiheit“ der NRW-Hochschulen: Freiheit für wen und wozu?, in: Wernicke, Jens/Torsten Bultmann: Netzwerk der Macht – Bertelsmann. Der medial-politische Komplex aus Gütersloh, Marburg, S. 215-228
Müller-Böling, Detlef (2000): Die entfesselte Hochschule, Gütersloh.
Müller-Böling, Deflef (2005): Hochschulen weiter entfesseln, Gütersloh.
[1] CAP’ın müdürü Prof. Werner Weidenfeld birkaç yıl boyunca Bertelsmann Vakfı’nın yönetim kurulu üyeliğini yapmıştır.
[2] 2001’de CHE’nin bünyesinden çıkarılarak kurulmuştur.
[3] CHE’nin kendini nasıl tanımladığını görmek için: http://www.che.de/cms/?getObject=248&getLang=de (Zugriff: 6. 3. 2017)
[4] Ayrıntılı bilgi: Müller-Böling 2000; eleştirel bakış: Bultmann 2014.
[5] Zuletzt in change, H. 1, 2017, S. 52.
[6] CHE 2014’te “IREG Approved’ı”, yani kâr gözetmeyen örgüt olarak kurulan ve kendisinin de üye olduğu International Ranking Expert Group ödülünü, hazırladığı en kapsamlı ve ayrıntılı derecelendirme listesi için almıştır. Bu ödüle Merkez’in internet sayfasında yer verilmesiyle görünüşe göre uzun süredir veri toplama yöntemlerine yöneltilen eleştirinin bertaraf edilmesi amaçlanıyor. Öte yandan CHE çevresinden tanıdık eski bir isim yukarıda adı geçen kâr gözetmeyen örgütün onursal üyesidir: İşletmeci Müller-Böhling!