BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde Eğitim
Haklarının Genişletilmesi Üzerine Düşünceler ve Öneriler
Joaquim Santos
Portekiz Ulusal Eğitim Federasyonu – FNE Ulusal Sekreteri
Portekizce-Almanca Çeviri: Daniel Stosiek
PoliTeknik Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Zeynel Korkmaz’ın daveti üzerine FNE tarafından kaleme alınmıştır.
Dünya 10 Aralık 2018’de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 217 A (III) sayılı kararıyla kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 70. yıldönümünü kutlayacak.
“Eğitim hakkı” ilk kez bu belgede, 26. maddede evrensel düzlemde kabul edilmiştir. İlk olarak ailenin sorumluluğu belirtilmiş, ama asıl sorumluluk, görevi eğitime erişimi, eğitim kalitesini ve eşitliğini hazır bulundurmak olan devletlere verilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan üç yıl sonra 1948 tarihli bu karar, nihayet yıkımdan ve insan onuruna aykırılıktan sıyrılmak için mücadele eden bir uygarlığın yeniden doğması umudunu yaratmıştır.
Onu izleyen yaklaşık 70 yıl içerisinde dünya birçok u-dönüşü yapmış ve yön değiştirmiş, birçok engeli ve duvarı aşmış, ancak aynı zamanda, çok çeşitli biçimlerde ve insanlık için sancılı olan yeni engellerle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Elbette eğitim dün olduğu gibi bugün de herkesin dikkatini çekerek odak noktada duruyor ve ekonomik, siyasi, sosyal ve bireysel gelişimin yerel ve küresel düzeyde bir aracı ve nesnesi olarak bilinçlerde yer ediniyor.
Kaliteyle donatılmış ve ücretsiz kamusal eğitimin aşması gereken zorluklar çokyönlüdür: Bunlar etnik, ırkla gerekçelendirilmiş, cinsel, cinsiyet odaklı çatışmalardır; bunlar milyonlarca sığınmacıyı hiçbir şeye sahip olmadıkları, yurtlarından çok uzaklara gitmeye iten küresel göç sorunsalıdır; bunlar farklı biçimlere bürünen, insanı onurundan mahrum bırakan aşırılığın ve popülizmin artış göstermesidir.
Diğer tarafta eşit, adil ve kaliteyle karakterize olunan kamusal eğitim, farklı adlar altında faaliyet yürüten büyük çokuluslu şirketlerin saldırılarına maruz kalıyor. Ve ayrıca bu saldırılar, salt hızlı kârı gözeten, asimetrileri, eşitsizliği, adaletsizliği körükleyen ve gerek öğrenci ve ailelere, gerekse de öğretmen, okul ve eğitim topluluklarına, onurlu iş ve yaşam koşullarına suikast düzenleyen pazarlaştırmanın ve merkantilistleştirmenin farklı biçimleri üzerinden gerçekleşiyor.
Ulusal Eğitim Federasyonu (FNE) açısından, eğitimin, bir hırdavatçı dükkanının ya da süper marketin salt bir metası ya da ürünü olarak görülmesi en basit anlamıyla tüm hakların ölümü demektir.
Bugün eğitim haklarını düşündüğümüzde, aynı anda Suriye’den, Çeçenistan’dan, Nijerya’nın Chibok Köyü’ndeki kızları anımsatan senaryolar ve öyküler aklımıza geliyor ya da sözümona eğitim endüstrisinin Afrika’nın farklı ülkelerine yaptığı kapsamlı müdahaleler hatırlanıyor, ki onlar bu bölgelerde eğitim veren ve de vermeyen katmanlarda acımasızca eşitsizliği ve saldırıları ekiyor ve yayıyor.
Bununla birlikte FNE, Portekiz’de, kaliteyle, eşitlik ve adaletle karakterize olunan, herkesi kapsayan kamusal okulu öncelikli görevi olarak görüyor. Hatta bunun dünya genelinde eğitim alanında tüm önceliklerin anası olduğu söylenebilir. Ve ben, gezegenin dört bir yanından gelen, sendikalarda çalışan ve eğitim eylemcisi olan meslektaşların çalışmalarının büyük bir bölümünü bu mücadeleye adıyor olmasından çok memnunum – bunlar ister Kenya’dan, Brezil- ya, Tanzanya, Kolombiya ya da Amerika Birleşik Devletleri’ndeki meslektaşlar olsun.
Görevimiz Malala Yousafzai’nin iletisini, özenle vurgulayarak belirtmiş olduğu, bir çocuğun, bir öğretmenin ve bir kitabın dünyayı değiştirebileceği sözlerini daima hatırlamaktır. Biz milyonlarca insanın iş olanağına, eğitime, sağlık hizmetlerine, sosyal güvenliğe, besine, konuta, suya ve diğer temel gereksinim maddelerine yeterince erişemiyor olmanın altında acı çektiğini biliyoruz. Diğer milyonlarca insan marjinalleştirilmiş grup ya da azınlık üyesi olduklarından, ayrımcılık yapılmaması hakkından hayatlarında bir kez bile yararlanmamıştır.
Benim ülkemde hâlâ okuma yazma bilmeyen 500.000 insan var, binlerce çocuk, yetişkin ve aile yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve hükümet engelli, zihinsel hastalıkları olan ve ev içi şiddete maruz kalan insanların hakları noktasında önemli görevlerle karşı karşıyadır.
Kaliteyle karakterize olunan bir eğitim, sağlık hizmetlerine ve beslenmeye onurlu bir erişim hakkını, tüm gerekleri ve gereksinimleriyle kişi olarak insana topyekün saygı gösterilmesini kapsar. O ayrıca öğretmenlere ve öğretmen olmayanlara herkes tarafından saygı gösterilmesini ve değer verilmesini ve kendilerine işte ve meslek hayatlarında onurlu koşullara sahip olmalarını içerir.
Eğitim hakkının nesnesini belirlemek, üç temel soruyu yanıtlamak demektir: Ne için öğrenmek? Ne öğrenmek? Ve nasıl öğrenmek?
Birinci soruya verilecek yanıt, insan kişiliğinin ve onun sahip olduğu onura dair anlayışın özgür, tümden ve ahenk içerisinde gelişimi ile bağlantılıdır. İnsan kişiliğinin bu gelişimi, insan hakları etiğini ve ona saygı gösterilerek üzerinde uzlaşıya varılan moral ve kültürel değerleri ve özerk, sorumluluk içeren bir yaşamı ve özgür bir toplum ve dünyayı benimsemeyi içerir.
İkinci soruya verilecek yanıt, eğitim hakkının neyi güvence altına almak zorunda olduğuna ilişkin temel bir öğrenimi gerekli kılar.
“Nasıl öğrenilmeli?” sorusu bizi günümüz toplumunun iki temel eğitim kurumu olan aile ve okula ve ayrıca uluslararası topluluğun sorumluluklarına götürür.
1948’den günümüze birçok sesin vurgulamış olduğu gibi, eğitim hakkı, yeni bir eğitim için yeni bir haktır, salt ailenin ve devletin bir hakkı değil, aksine, yaşından, kökeninden, inancından ve içinde bulunduğu diğer koşullardan bağımsız olarak her insanın hakkıdır.
Farklı bir ifadeyle, UNESCO Genel Direktörü’nün 2004’te Cenevre’de düzenlenen Uluslararası Eğitim Konferansı’nın 47. oturumunun giriş söyleminde belirttiği gibi, eğitim hakkı yeni bir paradigmadır: Ben, titiz bir paradigma değişikliğinin ilerlemekte olduğunu hissediyorum.
Ancak son yıllarda dünya, bizi eğitim sistemleri için yeni tasarılar bulmakla ve yaşamımızı dördüncü sanayi devriminin beklentilerine göre düzenlemekle görevlendiren büyük değişimlere sahne oldu.
Elbette küreselleşmeden, dijitalleşmeden, robot teknolojisinden, insanı kârın erdemlerine tabi kılan neo-liberal ideolojilerin at koşturmasından, sürdürülebilir gelişme hedeflerini seçme zorunluluğundan, bir diğer ifadeyle bir insan hakkı ve küresel, kamusal bir değer olarak eğitimi yeniden gözden geçirme görevimizden söz ediyoruz.
Portekizli yazar A. Reis Monteiro’nun yeni yapıtı olan Eğitimin bir Teorisi’nde (Uma Teoria da Educação1) belirttiği gibi: Eğitim hakkı, devrimci erimi şu Kopernikçi metaforda özetlenebilen yeni bir paradigmadır: Eğitimin merkezini artık yetişkinlerin dünyası veya çocukların güneşi oluşturmuyor. Bu merkez, daha çok, ne yaşlı ne de gençlerin, ne anne babaların ne de oğul ve kızların, ne öğretmelerin ne de öğrencilerin olduğu, aksine salt onur ve hakları bakımından eşit insanların varolduğu, insan hakları evrenine kaymış bir merkezdir.
Eğer durum böyle ise, diyor yazar, o zaman pedagojik anlayış ne ailenin biyolojik ne de devletin siyasi anlayışı değildir, aksine o, hem ailenin keyfiliğini hem de devletin mutlak gücünü sınırlandıran öznenin kendi etik anlayışıdır.
FNE’nin kendi vizyonuna göre bu üçgen hiçbir zaman aynı anda varolamaz. Öznenin etik anlayışı, aile ve devlet tarafından üretilen eşitsizlik, yetersizlik ve olanaksızlıklar karşısında baskın gelmek zorundadır. Bu da zorunlu olarak BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan eğitim haklarıyla ilgili her düşünme sürecinin ve her önerinin çıkış noktasını oluşturmak durumundadır.