Prof. Dr. Wolfram Wette | Freiburg Albert-Ludwig Üniversitesi
Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yazında dünya nasıl bir yerdi? Ve Alman İmparatorluğu o zamanlar nasıl bir ülkeydi? Militarizmle birlikte, 1870’li yıllardan itibaren, salt Prusya Almanyası’nda değil, tüm Avrupa’da yeni bir siyasal ve toplumsal olgu ortaya çıkmıştır. Bu olgu milliyetçilikle sıkı bir bağ kurmuştur. O, ulusal devletleri, onların toplumlarını ve insanlarının taşıdığı anlayışları etkilemiştir. Prus- Alman militarizmi dünya genelinde savaşçı bir kültürün prototipi olarak kabul ediliyordu .
Böyle bir dünyada savaş politikanın doğal ve meşru bir aracı olarak görülüyordu. 1899-1907 Den Haag Barış Konferansları’nda savaşı engelleyici kurallar belirlenmesi için boş yere çaba harcanmıştır. Yalnızca savaşta geçerli, bir diğer ifadeyle savaş hali için kurallar saptanabilmiştir. Alman İmparatorluğu uluslararası anlaşmaların kendi hareket alanlarını sınırlandırmasına daima karşı olmuştur. Almanya “eylemini belirleme özgürlüğü” istemiştir, bunun da anlamı: Savaş ya da barış kararı verme özgürlüğüdür.
1914 dünyası aynı zamanda çıkış noktası Avrupalı devletler olan ve dünyanın tüm bölgelerine yayılan emperyalizmin etkisi altındaydı. Sömürgeci gayeler ekonomik çıkarlar tarafından olduğu kadar, askeri-egemenlik politikalarının çıkarları tarafından da belirleniyordu. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in tahta geçtiği 1890’dan itibaren, Alman toplumunun ulusal görüşü benimseyen kesimleri arasında, artık Almanya’nın – ekonomik ve demografik açıdan gelişen bir ulus olarak – “Güneşin Altında bir Yer” fethetmek zorunda olduğu düşüncesi tartışılıyordu. O süper güçler arasına katılmak ve kendisi de “dünya liderliği” adına siyaset yapmak için seçilmiş bir ülkeydi. Alman İmparatorluğu’nun böylesi bir hegemonyal güç olma talebi ve küresel hareketliliği – Orta Doğu’da, Uzak Doğu, Afrika ve Orta Avrupa’da – zorunlu olarak yerleşik diğer süper güçlerle anlaşmazlıklar yaşanması perspektifini de içeriyordu. Bu durum her ne kadar Büyük Britanya, Fransa, Rusya, Japonya ve ABD ile doğrudan sasavaşmayı zorunlu kılmasa da, böyle bir savaş eğilimini dışlamıyordu.
O dönemin Alman yönetici katmanları anlaşmazlıkların savaş yoluyla çözülmesine daima hazırdılar. II. Wilhelm ve admirali Tirpitz’in donanma politikalarında bunu görmek olanaklı. Donanmadan beklenen Alman ekonomisinin küresel yayılmasını askeri yöntemlerle garanti altına almaktı, bu da özellikle İngiltere tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. İmparatorluk donanması Almanların dünya lideri olma istemlerinin sembolüydü . İmparatorluk hükümeti, yürüttüğü iç politikalarda “Donanma Derneği” ve 1912’de kurulan “Ordu Derneği” ile toplumu askeri ve emperyalist hırsları için kazanmaya çalışıyordu.
Barışı Düşünmek ve
Egemenliğin Çekiciliği
Ancak milliyetçilik, militarizm, emperyalizm, dünya liderliği, silahlanma yarışı ve donanma politikası gibi yalnızca savaş içeren görüngüleri öne çıkararak 1914 Avrupası’nı ve 1914 Almanyası’nı yeterince anlamak olanaksız. O dünya çok daha karmaşıktı ve çok farklı seçenekler de sunuyordu. Barışı sürekli kılma umutlarını destekleyen uygun gelişmeler vardı. 1914’te Almanya’da gerek “barışı hayal etmek” gerekse de “egemenliğin çekiciliği” varlığını gösteriyordu (Fritz Stern) . “Büyük çelişkiler taşıyan bir ülkeydi, çekici ve endişe verici. Barış hayalleri egemenliğin cazibesiyle çakışıyordu” .
Almanya’nın egemenliği elinde bulunduran elit kesimlerinde, ama aynı zamanda o dönemin tüm yayımcılığı 1914 öncesinde gayet doğalmış gibi “geleceğin savaşı”ndan söz ediyordu. Alman İmparatorluk yönetimindeki siyasilerin ve askeri aktörlerin sorunun hangi boyutlara sahip olduğu hakkında bir tasarımları var mıydı? Şu kesin: Gelecekte 1870/71’de olduğu gibi sınırlı bir Kabinettskrieg değil (devlet başkanı tarafından halk temsilcilerinin onayı olmadan başlatılan savaş), aksine milyonlarca insanın ölümüne neden olacak sanayileştirilmiş bir Volkskrieg (halk savaşı) olacağını bilecek durumdaydılar. Ancak bu olası bilgi, zafer vadeden kısa süreli bir savaşın o anda da mümkün olduğunu kabul eden hayali bir varsayımın lehine dışlanmıştır.
Sis Perdesi: 1914 Temmuz Krizi’nde
Alman Savaş İstekliliğinin Gizlenmesi
Avusturya Veliahtı Franz Ferdinand’ın (1863-1914) 28 Temmuz 1914’te Saraybosna’da öldürülmesinin ardından, Alman Yönetimi, “1914 Temmuz Krizi” olarak tarihe geçen ve haftalarca süren bir diplomatik yanıltma oyunu sahnelemek için arzu ettiği bahaneyi bulmuştu. Tarihçi Fritz Fischer’in 1960’lı yıllarda yaptığı araştırmalardan bu yana, Almanya’nın, Avrupa’daki egemenliğini genişletmek ve dünyaya gücünü kabul ettirmek için savaşı istediğini biliyoruz. Ama manevi nedenlerle ve savaş kışkırtıcısı barbarlar durumuna düşmekten koktukları için, Alman yönetimi, kamuoyunda savaşı başlatan taraf şüphesi uyanmaması amacıyla elinden gelen herşeyi yapmıştır. Bunun yerine savaşa girmek için acilen bir gerekçe arayışına girmiştir, herhangi bir zaman diliminde değil, aksine 1914’te, silahlanma düzeyinin Almanya lehine olduğu koşullarda savaşın başlamasını istemiştir.
Alman Şansölyesi bu nedenle Sırbistan’a saldırması için Avusturya- Macaristan Hükümeti’ne baskı uygulamıştır. Bu durum Sırbistan’ın koruyucu gücü Rusya’yı devreye sokmuştur. Alman tarafı Rusların seferberlik ilanını imparatorluğa karşı gerçekleşmek üzere olan bir saldırı şeklinde göstererek, ordu yönetimi Alman savaş planını (Schlieffen-Plan) uygulamaya koymuştur. Alman silahlı kuvvetlerinin Rusya’ya yönelmeden önce batıdaki düşmanın, Fransa’nın, uluslararası hukuku ve Belçika’nın tarafsızlığını ihlal eden bir yıldırım savaşıyla (Blitzkrieg) yenilgiye uğratılması düşünülüyordu. Bu sırada, hesaplara göre Avusturyalıların görevi Rus ordularını oyalamak, bir diğer ifadeyle durdurmaktı.
Alman Şansölyesi Theobald von Bethmann Hollweg 1914 Temmuz Krizi sırasında, başarılı bir yönetimle, gerçekten de Almanya’nın Rusların genel seferberlik ilanı nedeniyle harekete geçmek ve kendini savunmaktan başka çaresi kalmadığı izlenimi yaratmayı baAlman Şansölyesi Theobald von Bethmann Hollweg 1914 Temmuz Krizi sırasında, başarılı bir yönetimle, gerçekten de Almanya’nın Rusların genel seferberlik ilanı nedeniyle harekete geçmek ve kendini savunmaktan başka çaresi kalmadığı izlenimi yaratmayı başarmıştır. Bu manipülasyonla bir süre önce büyük bir barış protestosu düzenleyen ve tereddütlü davranan sosyal demokrasiyi, anavatana sırt çevirmek istemediği bir savunma konumuna geçmeye zorlamıştır. İmparator II. Wilhelm 4 Temmuz 1914’te von Bethmann Hollweg’in önceden formüle ettiklerini parlamentoda (Reichstag) açıkladı: “Artık hiçbir partiyi tanımıyorum, kabul ettiğim tek şey Almanlardır”. Donanma Kabinesi Başkanı Amiral Georg von Müller Şansölye’nin başarıyla sonuçlanan mizansenine sevinmiş ve şu notu düşmüştür: “Keyifler yerinde. Bizi saldırıya uğrayan taraf olarak sunmakta hükümetin şansı yaver gitti” .
Bir Sis Perdesi Daha:
Uyurgezer gibi Savaşa Girme ve
Savaşa Sürüklenme Üzerine
1914’ün Alman siyaseti için ulusal ve uluslararası düzeyde 1960’lı yıllardan beri şu güvenilir bilgi geçerliydi: “Biz savaşa sürüklenmedik (Fritz Fischer)” . Şimdi 2014 anma yılında revizyonist bir eğilim olduğu görülüyor, bu eski, çoktan aşılmış olduğu düşünülen gerekçelendirmelere geri dönüşü ifade ediyor. Avustralya kökenli, Büyük Britanya’da yaşayan Tarihçi Christopher Clark’ın kitabı bu bağlamda belirleyici bir rol oynuyor. Yıllar önce Prusya tarihi ile ilgili yayınlar da yapmış olan Clark’ın bu yapıtlarında militarizmden hiç söz edilmemiştir . Yeni ve en çok satan kitabının adı şöyle “Uyurgezerler – Avrupa 1914’te Savaşa Nasıl Girdi” (Londra 2012, Almanca Münih 2013). Clark bize yeni bir sis perdesi sunuyor: “Uyurgezer gibi muharebeye girmek. Almanlar birinci dünya savaşının suçlusu – ama diğerlerinden daha suçlu değiller” . Karşı karşıya olduğumuz şey, 1920’li yılların aşıldığı düşünülen “savaşa sürüklenme” savının akılları yeniden bulandırabilecek bir tehlike haberidir. Bununla birlikte kaynakların araştırmasıyla elde edilen temel bilgi bir kenara bırakılamaz: Alman yönetiminin 1914 Temmuz Krizi’nde savaşı engelleme ve krizi tırmandırmama iradesi hiç mevcut değildi. Ama savaşma arzusu daima varolmuştur.