Federal Almanya, 23 Şubat 2025’te seçimden çıktı ve daha seçim akşamı gelen ilk bilgilerle sağın rakipsiz egemenlik alanına girdiğini ilan etmiş oldu. Almanya, kendisini sol diye etiketleyen partileri dahil ve galiba BSW (Bündnis Sahra Wagenknecht) hariç, sağın muhtelif renkleriyle hiç bu kadar yoğun haşır neşir olmamıştı. Yeni durumun buram buram savaş koktuğunu söylemek, komplo teorileri yaymak demek değildir. Yoksulları ve göçmenleri çok zor zamanların beklediğini ileri sürmek de öyle…
Hıristiyan demokratlar, CDU ve CSU, sandıktan önde çıktılar ve Friedrich Merz hükümet kurma hakkı elde etti. Ama beklediklerinden birkaç puan geride bir sonuç oldu bu. Yüzde 30’ların üzerindeydi beklentileri, resmi olmayan nihai sonuçlara göre CDU/CSU sandıktan yüzde 28,5 ile çıktı. Birinci partidir.
Ülkenin ikinci büyük partisi, özellikle de doğu eyaletlerinde her üç seçmenden birini aşacak oranda bir başarıyla çıkan AfD (Almanya için Alternatif) oldu. Sadece antifaşist çevreler değil, ana akım medya da bu aşırı sağcı partinin “geleceğinin parlak” olduğu konusunda hemfikir. Oylarını iki kat artırmayı başaran AfD, yüzde 20,8’i buldu. Israrla ve sürekli reddedilmesine rağmen, en büyük sağ gruba, CDU/CSU’ya hükümet için el uzatma kararlılığını yineledi. AfD’nin zaman içinde hükümete gireceği, hatta sonraki yıllarda belki seçim kazanıp başbakanlığı bile alacağı yorumları var. Bunun için hem kendisi hem de şimdilik uzak duran Friedrich Merz CDU’su zaman içinde safra atmak zorunda kalacaklar. Belki “Merz zihniyeti” de o çerçevede tasfiye edilecektir.
Sosyal demokrasinin beşiğinde, dünyanın en eski sosyal demokrat partisi SPD, tarihsel bir hezimet yaşadı. Yüzde 16,4 ile parti içinde de büyük bir altüst yaşayacağı anlaşılıyor. Ukrayna’yı silahlandırma konusunda “gizli frenci” olarak tarihe geçen Başbakan Olaf Scholz’un yerini parti içinde yeni ve “şahin bir lider” olarak Boris Pistorius alacak gibi görünüyor: 24 Şubat’ta görünen bu.
Yeşiller Partisi yüzde 11,6 ile pek şaşırtmayan bir gerileme yaşarken, Sol Parti yüzde 3’lere kadar düştüğü anketlerde bir anda, özellikle Yeşiller ve SPD’den akan oylarla, yüzde 8,8 oranına ulaştı. Sol Parti’den ayrılan grup BSW ise sadece 13 bin civarında bir oy farkla yüzde 5 barajını geçememiş oldu.
BSW’nin parlamentoya girememesi, Hıristiyan demokratlar ile sosyal de BSW’nin parlamentoya girememesi, Hıristiyan demokratlar ile sosyal demokratlar arasında bir koalisyon hükümetini mümkün kılıyor. BSW barajı aşabilseydi, birçok şey sağ ve sol renkleriyle Alman sağı için parlamentoda gerçekten zor olacaktı. Görünen o. Dolayısıyla bu 13 bin civarındaki oy farkının nereden kaynaklandığını bilmek isteyenler olacaktır. BSW’den yapılan ilk açıklamalarda bu noktaya dikkat çekildi. Bir sonuç verir mi? Bilinmiyor.
Asıl önemlisi şu: Avrupa’yı barış beklemiyor artık. Tersine, ucuz Rus enerjisinin kesilmesiyle resmen sanayisizleşme travması yaşan ülkeler, başta da Almanya, işsizlik rakamlarını frenleyebilmek ve toplumda sınıfsal cepheleşmeler doğmasını engellemek için ekonomilerini militarist üretime yönelerek takviye etmeye çalışabilirler. Buna mecburlar. Eğer ucuz Rus enerjisi gelmiyorsa, daha pahalı üretimin bir ihracat şampiyonu olarak Almanya ve “uydularında” huzursuzluk çıkarmaması mümkün değil. Dünya piyasalarındaki tüm şansını yitiren bir ekonominin patronları ellerini askeri üretim alanlarına atacaktır. Toplumu da bu yönde şartlandıracaklardır.
Toplumlar militarist arayışlara artık kuşkuyla bakmıyor. Bir barış projesi olarak doğan Yeşiller Partisi’nin bile Ukrayna bahanesiyle bir savaş partisine dönüştüğü Almanya’da, ki buna Sol Parti’yi de ilave edebiliriz, barış isteyen parti kalacak mı? “Acil barış” çağrısını seçim propagandasının ilk maddesi olarak seslendiren BSW hariç, ortada böyle bir parti yok. Ama BSW de parlamento dışı ve ciddi biçimde örgütlenip örgülenmeyeceği bilinmiyor.
AfD’nin de Rusya ile barış yanlısı olduğu ileri sürülebilir. Ama bu partinin diğer tüm alanlarda açık ara zenginlerden yana, büyük sermayeyi kollayan ve başa göçmenler olmak üzere tüm çalışanların aleyhine bir sosyal politika izlediğini herkes biliyor. Rusya ile savaştan vazgeçilmesini, güçlerin içerideki çalışanlara karşı cepheye yönlendirilmesini isteyen bir yeni yetme partidir AfD. Bu partinin iktidar şansı her geçen gün daha da büyüyecektir.
Almanya resmen “soldan temizlenmiş” görünüyor.
İki yıl üst üste resesyonda bulunun Alman ekonomisini bu yıl da pek parlak bir ekonomik durum beklemiyor. Hıristiyan demokratlarla sosyal demokratlar arasındaki (artık geçerliliği kalmayan bir etiketle) “Büyük Koalisyon”, Almanya’nın da Avrupa’nın da herhangi bir sorununu çözebilecek durumda değil. AfD yönetimi de zaten bu aradaki zamana oynuyor. Bu yılki resesyonun toplumu AfD’ye iteceğini iddia edenler sadece AfD’liler değil, bu acı gerçeği herkes görüyor.
Böyle bir Almanya’da özellikle 6 milyon civarındaki Müslüman toplum üzerindeki basıncın artması normaldir. Türkiye kökenli nüfusun, resmi istatistiklerin ötesinde bir rakamla, 4 milyonu aştığı söyleniyor. Bu nüfusun da özel bir sıkıntı yaşayacağı anlaşılıyor.
“Almanya, 23 Şubat seçimleriyle savaş sath-ı mailine girdi,” dersek çok mu abartmış oluruz?
Pek değil. Ama emperyal dünyanın lider ülkesinde ipleri ele alan parti, daha doğrusu Donald Trump hükümeti, bir tür AfD aslında. Trump yönetiminin ABD’de başa geçmesiyle birlikte Almanya ile ABD arasında birçok yeni sorun çıkması kimseyi şaşırtmayacak. O zaman ciddi tıkanmalar yaşanabilir. Bu tıkanmaların faturası da yaşanan yoksullaşmayla birlikte Almanya’nın göçmenler başta olmak üzere, emekçilerine ve emeklilerine patlayacaktır.
Geçmişte alışılmış tüm kurumların yerle bir edildiği bir Almanya artık gündemde. Avrupa’nın “jeoekonomik gücü” Almanya, acaba kendi içinde başverecek sorunları rahatça çözebilir mi? Pazar daralmalarını ve pahalı üretimi nasıl ve nerede realize edecek? Bunu bilen bir kadro var mı?
AfD işte bu noktada devreye girebilir. ABD’nin Ukrayna politikalarında köklü bir dönüşümden yana çıkması birçok hesabın gözden geçirilmesine yol açacaktır.
Şu da var: AfD’ye yönelik “yangın duvarı” politikası, yani Hıristiyan demokratların kesinlikle bu partiyle hükümet kurmama kararı, zaman içinde kemirilebilir. Eriyebilir…
Benzerlikler var, ama bundan 100 yıl önceyle arada bir fark var. Büyük sermayenin toplumdaki tedirginliği kullanarak yine aşırı sağ bir yola girmesi, bu farkı ortadan kaldırmıyor: O yıllarda dünyada sosyalist bir dış denge unsuru (Sovyetler Birliği) vardı, içeride de güçlü bir işçi sınıfı hareketi ve sosyalist alternatif mevcuttu. Nazizm bu ikisine karşı Alman sermayesinin bir refleksiydi.
Bugün bu ikisi de yok. Ama kriz var
ve derinleşiyor.
Almanya’da her türlü maceraya açık bir sahne açılmış bulunuyor. Avrupa’yı yönlendiren bu ülke ve hükümetleri, büyük maceralara yelken açabilir. Nükleer silahların da gücü yeni savaşları önleyemez hale gelebilir. Çok tehlikeli bir zamana girmiş durumdayız.
Türkiye kökenli toplumun sorunlarını, SPD, Yeşiller, CSU ve Sol Parti’deki yeni 19 milletvekilinin dile getirebileceğini ve çözebileceğini sanmak ise gerçek bir safdillik olur. Herhalde sadece maaşlarını hak edecekler.
24 Şubat’ta Alman siyaset sahnesinde ilk durum böyle.