Prof. Luca Tateo
Norveç Oslo Üniversitesi
Bilimsel özgürlük bir politik mücadele alanıdır. Yeni popülist ve ırkçı hareketlerin yükselişiyle birlikte bu durum daha da belirgin hale gelmiştir. Alternatif sağ ve popülist hareketlerin temel stratejilerinden biri, bilimsel bilginin sistematik olarak küçümsenmesi olmuştur (Sidky, 2023). “İfade özgürlüğü”, ‚farklılık’, ‚entelektüel özgürlük’, ‚dini özgürlük’ gibi klasik özgürlükçü değerler, bilim karşıtlığını destekleyen araçlar haline getirilmiştir.
Bunun yanı sıra, neoliberal toplumlar bu özgürlüğü garanti edememiş ve akademisyenler arasında endişe yaratmıştır (Basilio, 2025; Witze, 2025), çünkü piyasa ve rekabet kendi başlarına bilimde kalite ve bilgi özgürlüğünün garantisi olamamıştır (Ferreira, 2022). Aksine, akademik kurumlar siyasi veya ekonomik güce yakın durma eğilimindedir (Ball, 2025; Hegeman, 2024).
Piyasacı yaklaşımın bilim insanları tarafından geniş çapta desteklenmesi ve kabul görmesi; bilim kavramının teknolojik gelişmeyle kesişmesine, kontrol aracı olarak neopozitivist bilim fikrinin oluşmasına ve rekabetin bilgi üretiminin itici gücü olduğu düşüncesinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bilgi kolektif bir girişimdir. Bilim, birçok insanın katkısının – elbette bazen narsisizmden kaynaklanacak şekilde – ve farklı bakış açıları arasında hiç bitmeyen bir diyaloğun sonucudur (Silva-Filho, 2024).
Bilimin demokratik olmadığı, dolayısıyla dünyanın anlaşılması için ortak bir temel teşkil etmediği sıklıkla ifade edilir. Bu argüman, hem bilim karşıtı hem de sömürgecilik karşıtı hareket tarafından, tamamen karşıt nedenlerle olsa da, hedef alınmıştır. Bilim karşıtları demokratikleşmeyi insanların istedikleri ya da kendi değer sistemlerine uyan şeylere inanma özgürlüğü (alternatif gerçekler) olarak tanımlar, sömürge karşıtı eleştirinin temelindeyse, bilginin üretilmesi, paylaşılması ve onaylanması süreçlerinden bazı sosyal grupların dışlanması bulunur (Dutta ve arkadaşları, 2021).
Yükseköğretim kurumları, hem bilimsel hem de eğitimsel aktörleri barındırdıkları için özellikle önemlidir. Üniversiteler, iki önemli hakkın – akademik özgürlük ve entelektüel özgürlük haklarının – buluştuğu ve birbirini beslemesi gereken alanlardan biridir. Bilgi üretme ve kısıtlama olmaksızın bilgi arama hakkı aynı madalyonun iki yüzüdür (Magi & Garnar, 2021). Ayrıca, üniversiteler sosyal değişimin aracılarıdır ve toplum yararına bilgi sağlama misyonuna sahiptirler.
Bu nedenle akademisyenler – hem araştırmacılar hem de eğitimciler olarak – her iki taraftan gelen baskıya, yani piyasa mekanizmasının baskısına ve popülist ideolojik baskıya direnme hakkını talep etmelidir. Bu demek değildir ki akademisyenler topluma karşı sorumlu olmamalıdır. Toplumda akademiyi yorumlamanın yeni bir yolunu hayal etmenin zamanı gelmiştir.
Akademik camianın şu ana kadar verdiği karşılık, bilimin üstünlüğünü öne sürmek ve insanlar için „daha fazla eğitim“ önermek oldu. Söylem şu şekildeydi: Bizim bildiklerimizi bilselerdi, onlar da anlarlardı. Böylesi elitist bir yaklaşım, popülist söylemler tarafından kolaylıkla hedef alınmakta, antientelektüalizmi ve „biz“ ve „onlar“ karşıtlığını güçlendirmektedir.
Aklıma gelen ilk düşünce, mümkün olan ilk çözüm yolunun bilim ve eğitimi piyasa kurallarından ayırmak olduğudur. Atılabilecek ikinci önemli adım, bilimin popülist araçlarla inkâr edilmesine ve yanlış yorumlanmasına karşı koyabilecek daha yüksek değerlere bağlılık göstermektir. Açık bir tartışma başlatmak için paylaşmak istediğim ilk sembolik hareket üzerine uzun süredir düşünüyorum.
Bir akademisyen yemini hayal ediyorum: Hipokrat Yeminini model alan, araştırma ve öğretim alanında çalışmak isteyen herkes için etik açıdan bağlayıcı bir taahhüt (Sioutis ve arkadaşları, 2021).
Hipokrat Yemini bir kuruma ya da inanca boyun eğme ya da bağlanma eylemi değildir. Aksine, daha yüksek değerlere etik bir bağlılıktır ve kişiyi herhangi bir özel bağlılığın ötesinde ve karşısında sabitlemektedir. Bu şekilde kendini adamak, bağlı kalmanın aksine büyük bir entelektüel özgürlük eylemidir.
Akademisyen yemini için bir metin hazırladım:
“Bu taahhüdümü elimden gelen en iyi şekilde yerine getireceğime yemin ederim:
Tüm canlıların ve gezegen ekosisteminin yararı için kamusal, açık ve özgür bilginin peşinden gideceğim.
Baskı, şiddet, adaletsizlik, sindirme veya ayrımcılık üreten hiçbir faaliyete asla katkıda bulunmayacağım. Askeri ya da çevreyi kirleten herhangi bir teknolojinin geliştirilmesinde asla işbirliği yapmayacağım.
Araştırmalarım her zaman insanlar ve insan-olmayanlarla „birlikte“ olacak ve hiç bir zaman onların “üzerinde” olmayacak. Açgözlülük, ideoloji, salt kişisel çıkarlar ya da sansür benim bilgi arayışımı susturamayacak ya da yönlendiremeyecek.
Bilimin de sanat içerdiğini ve samimiyet, sempati ve anlayışın teknik araçlardan daha üstün olabileceğini hatırlayacağım.
“Bilmiyorum” demekten utanmayacağım ve bir başkasının becerilerinden faydalanmak hususunda geri durmayacağım. Benden sonra gelecek olanları da aynı ilkeler doğrultusunda eğitmeye ve bilimsel çalışmalarını sürdürmelerini sağlayacağım.
Toplumun bir üyesi ve gezegenin bir sakini olarak, sağlıklı veya hasta, mevcut veya gelecekteki tüm insan ve canlı varlıklara karşı özel yükümlülüklerim olduğunu hatırlayacağım. Bu yemini bozmadığım sürece, hayattan ve sanattan zevk alacak, yaşarken saygı görecek ve sonrasında da sevgiyle hatırlanacağım. Her zaman görevimin en iyi geleneklerini koruyacak şekilde hareket edeceğim ve bilginin peşinden koşmanın mutluluğunu uzun süre yaşamayı umut edeceğim.”
Geleceğin araştırmacı ve öğretmenlerinin, çalışmaları sırasında bu yemine bağlı kaldığını hayal ediyorum. Böyle bir bağlılığın bilimsel uygulamalar ve yükseköğretim üzerindeki etkileri ne olurdu? Farklı disiplinler (sosyal bilimler, yaşam bilimleri, doğa bilimleri, teknoloji) nasıl etkilenirdi? Toplum bu tür bir akademiye nasıl bakardı?
Tahminimce birileri, bu tarz bir bağlılığın bilgi üretimi üzerinde ideolojik bir kısıtlama oluşturacağını söyleyecektir. Başkaları ise bunun teknolojik gelişmeyi yavaşlatabileceğini iddia edecektir. Bir diğer karşı argüman ise evrensel ilkeler sunduğu için kültürel çeşitliliğe karşı yeteri kadar saygı gösterilmediği yönünde olacaktır. Şüphesiz ki tüm bu hususlar tartışma konusu olmalıdır. Benim söylemek istediğim, akademisyenlerin dünyada yönlerini bulabilmeleri ve faaliyetlerinin sonuçlarını anlayabilmeleri için etik pusulaya sahip olmaları gerektiğidir.
Araştırma yapmak ve öğretmek, sistematik bir ilişki kurulması anlamına gelir. Bilimdeki temel kritik konulardan biri epistemik ilişkideki özne-nesne düalizmidir. Düalizm yerine, akademinin bir bütün/parça ilişkisi kurması gerektiğini öne sürüyorum (Tateo, 2020). Araştırmacı ilgilendiği nesneyle (bir kişi, bir doğa olayı, bir kavram) temasa geçtiğinde yeni bir bütün meydana gelir. Bilginin öznesi ve nesnesi olarak adlandırılan unsurlar, karşılıklı bağımlılıklardan oluşan bir sistem haline gelir. Bilim insanının bir nesneyle geçici olarak etkileşime girebileceği ve bu etkileşimden sonra eski haline dönebileceği fikri yalnızca bir kurgudan ibarettir. Eğitmen ya da öğrenci olarak bilgi arayışında olanlar, her iki özneyi de zorunlu olarak değiştiren bir karşılıklı bağımlılık kurarlar. Bu durum, akademik çalışmanın harika bir sonucu olduğu kadar büyük bir etik sorumluluktur da. Bu ilkeyi hem insan hem de insandışı epistemik objelere uygulayan biri, Kuzey Atlantik ve diğer yerli kültürlerin epistemolojik perspektiflerinin nasıl yakınlaşmaya başladığını görecektir. Bu aynı zamanda önemseme etiği fikrinin gelişmesiyle de bağlantılıdır (Naylor, 2023).
Nitekim benim mütevazı akademisyen yemini önerim, “önemsiyorum” deme hakkını talep etmenin bir yoludur. Bu nedenle, ne “bilim” adına ne de diğer ideolojiler adına kendimi veya başkalarını herhangi bir türden baskıcı uygulamaya maruz bırakamam.
Kaynakça
Ball, P. (2025). Scientific institutions have a long history of anticipatory obedience. Chemistry World.
Basilio, H (2025). “We are a target”: scientific society under pressure after Trump DEI crackdown. Nature. doi: https://doi.org/10.1038/d41586-025-00372-0
Mohan Dutta, Srividya Ramasubramanian, Mereana Barrett, Christine Elers, Devina Sarwatay, Preeti Raghunath, Satveer Kaur, Debalina Dutta, Pooja Jayan, Mahbubur Rahman, Edwin Tallam, Sudeshna Roy, Ashwini Falnikar, Gayle Moana Johnson, Indranil Mandal, Uttaran Dutta, Iccha Basnyat, Cheryll Soriano, Vinod Pavarala, T T Sreekumar, Shiv Ganesh, Asha Rathina Pandi, Dazzelyn Zapata (2012). Decolonizing Open Science: Southern Interventions, Journal of Communication, Volume 71, Issue 5, Pages 803–826, https://doi.org/10.1093/joc/jqab027
Ferreira, A. (2022). Living on the Edge: Continuous Precarity Undermines Academic Freedom but Not Researchers’ Identity in Neoliberal Academia. In Academic freedom and precarity in the Global North (pp. 79-100). London: Routledge.
Hegeman, S. (2024). Institutional Autonomy and Anticipatory Obedience: Academic Freedom in the University Culture Wars of the 1960s and the Present. The Minnesota Review, 2024(102), 145-163.
Magi, T., & Garnar, M. (Eds.). (2021). Intellectual freedom manual. American Library Association.
Naylor, L. (2023). A Feminist Ethic of Care in the Neoliberal University. Society & Space.
Sidky, H. (2023). The war on science, anti-intellectualism, and ’alternative ways of knowing’in 21st-century America. Unreason: Best of Skeptical Inquirer, 49.
Silva-Filho, W. J. (2024). The Epistemology of Conversation: First Essays (Vol. 156). Springer Nature.
Sioutis, S., Reppas, L., Bekos, A., Limneos, P., Saranteas, T., & Mavrogenis, A. F. (2021). The Hippocratic oath: analysis and contemporary meaning. Orthopedics, 44(5), 264- 272.
Tateo, L. (2020). The Golem of psychology and the ecosystemic epistemology. Integrative Psychological and Behavioral Science, 54(3), 667-676.
Witze, A. (2025). NASA embraced diversity. Trump’s DEI purge is hitting space scientists hard. Nature. doi: https:// doi.org/10.1038/d41586-025-00480-x
Yazar hakkında:
Luca Tateo – https://orcid.org/0000-0002-3207-6312
Oslo Üniversitesi ve Bahia Federal Üniversitesi Açıklamam gereken herhangi bir çıkar çatışmam bulunmamaktadır.Bu makale ile ilgili yazışmalar, Luca Tateo, Özel İhtiyaçlar Eğitimi Bölümü, Oslo Üniversitesi, Postboks 1140 Blindern 0318, Norveç adresine veya luca.tateo@isp.uio.no e-posta adresine gönderilmelidir.