Kasım Hanık
Peyzaj Mimarı
Teknoloji gelişiyor, şehirler büyüyor, ulaşım ağları genişliyor. Ancak, modern dünyada bazı şeyler hâlâ aynı kalıyor: Gelir eşitsizliği, insan hakları ihlalleri ve en temel haklardan biri olan erişim hakkının ihmal edilmesi. Peki, bir ülkenin gelişmişliği, engelli bireylerin günlük hayata bağımsız katılımıyla ölçülebilir mi? Eğer bu soruya evet diyorsak, Almanya’nın dahi bu konuda sınıfta kaldığını söylemek mümkün.
Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme ve Avrupa Birliği’nin Erişilebilirlik Yasası açıkça diyor ki: “Erişilebilirlik, temel bir insan hakkıdır.” Ancak Düsseldorf’un Völklinger Straße veya Oberbilk S-Bahn istasyonlarına gitmeye çalışan bir tekerlekli sandalye kullanıcısı için bu sözlerin pek bir anlam ifade etmediği ortada. Almanya gibi gelişmiş bir ülkenin dahi engellilerin bağımsız hareket edebileceği altyapıyı tam anlamıyla oluşturamaması, insanı düşündürüyor.
Engellilik kavramı, Almanya’da 1 Ocak 2018’den itibaren yürürlüğe giren reforme edilmiş Sosyal Kanun Kitabı IX (SGB IX) kapsamında yeniden tanımlanmıştır. Artık engellilik, yalnızca bir kişinin bireysel özelliği ya da eksikliği olarak değil, sağlık sorunlarının çevresel ve bireysel faktörlerle etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir durum olarak ele alınmaktadır. Bu tanım, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Uluslararası İşlevsellik, Engellilik ve Sağlık Sınıflandırması’na (ICF) dayanmaktadır ve engelliliği, sağlık sorunları ile bireyin çevresel ve kişisel faktörlerinin etkileşimi sonucu ortaya çıkan katılım kısıtlılığı olarak değerlendirir.
Özellikle engelliler, yaşlılar, hamile kadınlar ve çocuklu anneler için kamusal alanlara bağımsız erişim kritik bir konudur. Devletin, vatandaşları arasındaki eşitsizliği gidermek adına erişim sorununu çözmesi bir zorunluluktur. Almanya’da nüfusun yaklaşık %11,2’sinin çeşitli sebeplerle engelli olduğu düşünüldüğünde, bu meselenin ne kadar büyük bir toplumsal grubu kapsadığı açıktır. Kamu politikalarının, bu grubu dikkate almadan şekillendirilmesi mevcut eşitsizliği daha da derinleştirecektir.
Erişilebilirlik, yalnızca fiziksel bir mesele değil, aynı zamanda insan hakları açısından bir yükümlülüktür. Engelli bireylerin bağımsız ve onurlu bir yaşam sürebilmeleri, yalnızca toplumda fiziksel erişim engellerinin kaldırılmasıyla değil, aynı zamanda ayrımcılığın önlenmesi ve eşit fırsatların sağlanmasıyla mümkündür. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesi ve BM Engelli Hakları Sözleşmesi, devletlere, engellilere yönelik her türlü ayrımcılığı önleme ve eşitliği sağlama yükümlülüğü getirmektedir. Ancak, Almanya’da bile toplu taşıma, kamu binaları ve kamusal alanlar konusunda yeterli önlemlerin alınmadığını görmekteyiz. Bu durum, yalnızca fiziksel erişim hakkının ihlali değil, aynı zamanda insan hakları açısından büyük bir eksikliktir.
Almanya’da Kamusal Alanlardaki
Engeller ve Çözümler
Somut örnekler üzerinden konuşacak olursak, Düsseldorf kentindeki Völklinger Straße S-Bahn istasyonu, engelli bireyler ve çocuklu anneler için erişimi son derece zor bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Oberbilk S-Bahn istasyonu da benzer şekilde erişilebilirlik açısından ciddi sorunlar barındırmaktadır. Birçok Straßenbahn durağında platformların düşük seviyede olması, tekerlekli sandalye kullanıcıları için bu alanları tamamen erişilemez hale getirmektedir. Daha da çarpıcı bir örnek olarak, Düsseldorf ana tren istasyonunda bazı trenlerin platforma yanaştığında arada 20 cm’yi aşan boşluklar oluşması, engelli bireyler için büyük bir engel teşkil etmektedir. Ayrıca, birçok kamu binasında hâlâ kısıtlı erişim sorunları devam etmekte ve bu durum, engelli bireylerin kamusal hizmetlerden bağımsız şekilde yararlanmasını zorlaştırmaktadır.
Bununla birlikte, Almanya’da erişilebilirliği artırmaya yönelik çeşitli olumlu örnekler de bulunmaktadır. Berlin’de 1992 yılından bu yana uygulanan erişilebilirlik çalışmaları kapsamında, “Engelsiz Berlin için Yönergeler” projesi geliştirilmiş ve 2013 yılında Avrupa Birliği Komisyonu tarafından ödüllendirilmiştir. Bu proje, ulaşım, konut, sağlık ve medya alanlarında engelli bireyleri kapsayıcı politikalar içermektedir. Ayrıca, Almanya’da görme engelli bireylerin toplu taşıma araçlarını daha rahat kullanabilmesi için geliştirilen BLISS (Blind Information System for the Blind) adlı bilgi sistemi, küçük bir cihaz aracılığıyla tramvay ve otobüslerin güzergah ve hat bilgilerini iletmektedir. Bu tür uygulamalar, erişilebilirlik konusunda olumlu adımlar atıldığını göstermektedir.
Engelli bireylerin sosyal katılımını desteklemek amacıyla Almanya’da “dezavantaj tazminatı” adı altında çeşitli destekler de sunulmaktadır. Bu destekler arasında özel tıbbi bakım, iş arama desteği, evde yardım, çocuk bakım masraflarına destek, ücretsiz toplu taşıma hakkı, erken emeklilik ve vergi indirimleri bulunmaktadır. Ancak, bu desteklerden yararlanabilmek için engellilik derecesinin %50 veya daha yüksek olması ve “Engelli Kimlik Kartı” alınması gerekmektedir.
Sonuç ve Talepler
Gördüğünüz üzere, olumlu gelişmeler yok değil. Berlin’in 2013 yılında Engelsiz Şehir projesiyle ödüllendirilmesi ya da BLISS sistemi gibi inovatif çözümler, Almanya’nın bu konuda önemli adımlar attığını gösteriyor. Ancak erişilebilirlik konusu bir proje meselesi değil, temel bir insan hakkı ve devletlerin yerine getirmesi gereken bir yükümlülüktür. İnsan haklarına dayalı bir toplumun olmazsa olmazlarından biri, tüm bireylerin eşit şekilde kamusal alanları kullanabilmesidir.
Engelliler, toplumdan bir lütuf ya da bağış beklemiyor; eşit yurttaşlar olarak haklarının teslim edilmesini talep ediyorlar. Şehir yöneticilerinin ve karar alıcıların, erişim sorunlarını göz ardı etmeyerek sürdürülebilir, kapsayıcı ve eşitlikçi politikalar geliştirmeleri gerekmektedir. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nde belirtildiği gibi: „Bağımsız yaşam ve topluma tam katılım, her bireyin temel hakkıdır.“ Engelsiz bir toplum yaratmak, yalnızca engelliler için değil, tüm bireyler için daha yaşanabilir ve adil bir dünya anlamına gelecektir.