Dr.Halit Suiçmez (iktisatçı-yazar)
İÇİNDEKİLER;
1-Ekonomipolitik Nedir?
2-Yüzyıllık Ekonomipolitik(genel çizgiler)
3-Büyüme-Kalkınma Sorunları ve Üretkenlik
4- Kaynakça
1-Ekonomipolitik Nedir?
Doğada olduğu gibi, toplumsal yaşamda da sürekli bir devinim vardır. Bilim, bu devinimlerin(hareketlerin) yasalarını bulma çabasıdır.
Tabiattaki hareketleri Fencilere bırakıp, biz toplumsal değişimleri anlamaya çalışalım.
Toplumların tarihinde sayısız ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel olaylar, olgular yaşanmış ve yaşanmaktadır.
Toplumsal devinimin öznesi insandır.
İnsandır ama insanlar da dönemlere göre değişebilen belirli üretim biçimleri ve ilişkileri içinde davranmaktadırlar.
İlkel dönemlerden başlayıp köleci, feodal ve kapitalist üretim biçimlerinde farklı üretim ilişkileri ve davranış kalıpları söz konusudur.
Farklılıklar olsa da toplumsal süreçlere yön veren dinamikleri anlayabilmek için belirgin bir yönteme, yaklaşıma gereksinim vardır.
İşte o yaklaşım ekonomi politik bir felsefedir, düşüncedir.
Çünkü zamanlar, mekânlar, ortaya çıkan “artık değerlerin” elde ediliş biçimleri değişse de bölüşümün, sömürü ilişkilerinin özü pek değişmez.
Bu durumda, hangi yöntem, üretim süreci sonunda oluşan artık değerin paylaşımını esas alıyorsa, o düşünce bizim rehberimiz olacaktır.
İşte, tarihin ve toplumun bu en bilimsel yöntemi “devrimci ekonomi politik” yaklaşımdır.
Ekonomi Politik Yaklaşım
Ekonomi Biliminin, iktisadın, ilk adı “Ekonomi Politik, ya da Politik Ekonomi” idi.(Prof.Dr. Vural Fuat Savaş, Politik İktisat, Tıpkı 6. Baskı, Beta Basım, Ekim 2008, İstanbul, s;7)
Klasik iktisatçılar “Politik Ekonomi” deyimini epeyce bir süre kullandılar. Üniversitelerde bu isimle kürsüler kurulmuştur.
Malthüs 1805’te, “ Modern Tarih ve Politik Ekonomi Profesörü” unvanıyla görev yapmıştır. Oxford ve Londra üniversitelerinde 1820 tarihinde politik iktisat kürsüleri vardı.(a.g.e. s; 7)
Bu kürsülerde okutulan iktisat hiç kuşkusuz “burjuva ekonomi politiği” idi.
Karl Marx 1859’da “ Ekonomi Politiğin Eleştirisine Bir Katkı” adıyla bir kitap çıkarmıştır.
Bu eseriyle klasik iktisadı, yani kendi döneminin Ekonomi Politiğini eleştirmiştir. Bunun yerine Marx, farklı bir iktisat oluşturmuştur.
Marx’ın iktisadında kavramlar, teoriler ve analitik yöntemler farklıdır.
1890 yılında A.Marshall bir kitap yazar ve isim olarak “İktisadın İlkeleri” diye yayımlar.
İşte liberal iktisatçılar o tarihten beri “politik iktisat” ya da “Ekonomi Politik” adını kullanmazlar. İktisat politikası deyimini ise kullanırlar.
Oysa tek başına iktisat politikası diye bir uygulama olamaz. Her iktisat politikası bir siyasal yapı içinde belirlenir, siyaset ile ekonomi çok sıkı karşılıklı etkileşim içindedirler.
İki tip ekonomi politik vardır:
Burjuva ekonomi politiği, bu metafizik düşünce sistemine bağlı olup kapitalizmi savunur.
Devrimci ekonomi politik ise, üretimin toplumsal yapısını inceleyen bilimdir. Üretimin ve bölüşümün toplumsal ilişkilerini inceler. Bunu bu süreçlerin tarihsel gelişmeleri içinde irdeler.
Devrimci ekonomi politik üretimin ve bölüşümün özel yasalarını araştırır ve bunlardan yine üretimin ve bölüşümün genel yasalarını çıkarır.
Burjuva ekonomi politiği metafizik temelde olduğu için, bilim dışıdır. Devrimci(diyalektik) ekonomi politik ise bilimseldir.
Burjuva ekonomi politiği, bireysel ekonomik faaliyetleri incelediği ve bunları her zaman her yerde geçerli sayıp sonsuz değişmez yasalara bağladığı için bilim dışıdır.
Devrimci ekonomi politik her iktisadi süreçte, “kim kazandı, kim kaybetti” sorusuyla hareket eder.
Toplum sınıflardan oluştuğuna göre, her iktisadi uygulama sonucunda bazı kesimlere gelir ve refah artışı sağlanırken başka bazı tabakalarda ya refah kaybı olur, ya da “duraklama” yaşanır.
Sonuçta devrimci ekonomi politik model bize şunu öğretir;
Ekonomi, politikanın yoğunlaşmış bir ifadesidir.
Bir bütün olarak politik yapı halk sınıf ve tabakalarının eline geçmedikçe, halkın çıkarına bir iktisat politikası uygulanamaz.
Her şeyde olduğu gibi, ekonomide de her süreç, her olgu politiktir.
O zaman halkçı bir politikanın tabanını genişletmek en akılcı yol olsa gerek.
Bu gerçekler bizi şuraya getirmektedir ki, bir yerde iktisadi bir olay, olgu veya süreç tartışılıyorsa, hemen sormalıyız, “hangi iktisat?”
Yani bahsedilen konu hangi iktisat kapsamına girmektedir.
Öyle ya, bir burjuva iktisadı vardır, buna burjuva ekonomi politiği de denilir, bir de, gerçek ekonomi, halkın ekonomisi, yani, devrimci ekonomi politik vardır.
Burjuva iktisadı gerçekleri gizlemek için bir perde işlevi görür, kavramları çarpıtır, özünde insan yoktur.
Halkın iktisadı ise, tam tersine toplumun en dibinden başlayıp, milyonlarca insanın gerçek yaşam mücadelesini konu eder, insan, toplum, üretim süreci, üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkileri apaçık gerçek dinamikleriyle sergiler.
Bu iktisat yani devrimci ekonomi politik, sosyal yaşamı tarihsel ve toplumsal dinamikleriyle anlamak, açıklamak ve siyasal iktidarı da gerçek sahibi olan emekçi sınıfa verme mücadelesinde en iyi katkıyı yapabilecek güçtedir. (Dr. Halit Suiçmez, Edebiyat Ve İktisat Döngüsünde Düşünsel Yazılar, İzan Yayıncılık, Ankara, 2022, Deneme, S.14)
2-Yüzyıllık Ekonomipolitik(genel çizgiler)
İkinci meşrutiyetin başladığı 1908 yılından kurtuluş savaşının bittiği 1922 yılına kadar olan dönemi savaş ve devrim yılları olarak alabiliriz.
1923-1929 arası dönemi, Türkiye’ de açık ekonomi şartları altında yeniden kuruluşun yaşandığı bir devre olarak niteleyebiliriz.
Dünya büyük bunalımının başladığı 1929-30 yılından ikinci emperyalist paylaşım savaşının başladığı 1939’a kadar olan döneme Türkiye’de devletçi-korumacı bir sanayileşme çizgisi egemen olmuştur.
İkinci dünya savaşının başlayıp yoğunlaştığı 1940 ile 45 arasını ekonomik gelişmeler açısından bir kesinti dönemi olarak adlandırmak uygun olur.
Savaşın bittiği 1946’dan başlayarak Menderes’li yılların ilk dönemi olan 1953’e kadar olan zamanı dünya ekonomisi ile farklı bir eklemlenme devresi diye yorumlayabiliriz.
1954-61 yıllarını sermaye birikimi ve bazı ekonomik gelişmeler açısından tıkanma ve yeniden uyum dönemi olarak ele almak yerinde olur.
1960-80 devresini iki ara dönem şeklinde değerlendirmek mümkündür.
1962-76 yıllarında içe dönük ve dışa bağımlı bir genişleme söz konusu olmuştur.
1977-79 yıllarında ise, yeni bir bunalım yaşanmıştır.
Ekonomi politik açıdan 1980-88 yıllarında sermayenin işçi sınıfına ve genel olarak halk kesimlerine karşı bir “saldırısı” söz konusu olmuştur.
Liberalleşmelerin hız kazandığı 1989- 1997 döneminde finans kapitale tam bir teslimiyet ve egemen kesimlerde popülizme dönüş uygulamaları görülmüştür.
1998-2002 yıllarında sürekli bir IMF gözetimiyle birlikte yine çeşitli krizler gerçekleşmiştir.
Küresel sermayenin bollaştığı ve Türkiye’ye de yüksek kazançlarla aktığı AKP’nin ilk dönemi olan 2003-2007 devresi literatürde bir “Lale Devri” diye de algılanır.
Sonrasında yaşanan 2008-2015 ve devamında bölüşümün iyice bozulduğu 2016 sonrası dönem hem politik hem iktisadi açıdan çok önemli dönemeçleri ifade etmektedir.
3-Büyüme-Kalkınma Sorunları ve Üretkenlik
Sürdürülebilir kalkınmanın temeli verimlilik ve istihdam odaklı büyümedir.
Gelişmiş ülkelerin büyümelerinde teknoloji ve toplam faktör verimliliğinin payı gelişmekte olan ülkelere göre daha yüksektir.
Türkiye’de büyümede verimliliğin payı uzun yıllar düşük kalmış, son dönemlerde kısmen yükselişler yaşanmıştır.
Önümüzdeki dönemde, hem büyüme hızını yükseltmek ve hem de büyümede teknolojik artışa dayalı verimliliğin payını arttırmak için, kapsamlı bir büyüme ve verimlilik planlaması zorunludur.
Türkiye’de Büyüme Açısından Sorun Nedir?
Büyüme konusu, nitelik ve kalıcılık açısından çok tartışılmaktadır.
Sorunun siyasi, akademik ve sanayi çevrelerinde nasıl algılandığına bakalım; Öncelikle büyüme konusundaki sorunların siyasal düzlemde nasıl tanımlandığını ortaya koyalım:
Ekonomiden sorumlu eski Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Babacan’ın bu konudaki görüşleri oldukça önemlidir. Aşağıdaki alıntıda bu konuya olan yaklaşımı verilmektedir.
“Sadece nicelik olarak hangi ülkenin yüzde kaç büyüdüğü değil ama büyümenin niteliği de bundan sonraki dönemde herkesin dikkat etmesi gereken önemli bir unsur…
“Büyümenin niteliğine baktığımızda, büyüme kamu sektöründen mi geliyor yoksa özel sektörden mi geliyor? Büyüme tüketerek mi yoksa yatırım harcamalarıyla mı oluyor? Büyüme iç tasarruflara dayanan bir büyüme mi yoksa dış kaynağa bağlı bir büyüme mi? Büyümenin sonucunda kamunun borç stoku, şirketlerin borcu nereye gidiyor?
Öncelikle tüketime değil, özel sektörün kamunun yatırımlarına bağlı bir büyüme… Kamunun değil, özel sektörün yatırımda, harcamada ağırlıklı olduğu bir büyüme yapısı…
İç talebe değil, dış talebe, ihracata dayalı büyümenin de çok önemli bir unsur olduğunun altını çizen Babacan, “Türkiye ancak ürettikçe, yüksek katma değerli ürettikçe, ürünlerini, hizmetlerini dünya pazarına daha çok sattıkça gerçek anlamda sıhhatli büyümeye sahip olacak” dedi.
“…büyümenin faturasını gelecek nesillere borç stoku olarak bırakmamalıyız” ifadelerini kullandı. (Hürriyet, 19.09.2013)
Bu alıntıdan, ekonomik büyümenin nitelik açısından irdelenmesi gerektiğini, bununla da üreterek büyüme anlayışının önemsenmesini anlamaktayız.
Büyüme ve kalkınma konularında Türkiye’de en çok yazı yazan ve araştırmalar yapan akademisyenlerden biri olan Prof.Dr. Erinç Yeldan da büyümenin niteliği üzerinde çok durmaktadır.
Yazara göre; (Kaynak; Büyümenin Yapısında Değişen Yok,02 Nisan 2014 Cumhuriyet)büyümenin kaynaklarının ortaya konulması çok önemlidir.
“Bu hafta başında ulusal gelir istatistikleri sessiz sedasız yayımlandı.
TÜİK’in tahminlerine göre 2013 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 4 büyüme kaydetti.
Büyümenin kaynakları üzerine yapılan değerlendirmeler, ulusal ekonominin özel tüketim harcamaları ve kamu yatırımlarının ağırlıklı olarak büyüdüğünü gösteriyor.
Özel sabit sermaye yatırımlarının büyümeye katkısı neredeyse sıfır; kamu yatırımlarının ana kalemi ise kamu inşaatından gelmekte.
İhracatın da büyümeye katkısının söz konusu olmadığı ve dolayısıyla ekonominin iç (tüketim) talebe dayalı olarak büyüme gösterdiği anlaşılıyor.
Büyümenin giderek daha fazla cari işlemler açığı gereksinimini duyuyor olması ise ulusal ekonominin en büyük çözümsüzlüğü ve ana kırılganlık noktası.
2013’ün büyüme yapısı “dış kaynağa dayalı orta halli büyüme” sorununun giderek daha da derinleşmekte olduğunu belgelemektedir.
Türkiye ekonomisinde büyümenin 2013’teki kaynaklarını, küresel krizden bu yana gözlenen kaynaklar ile karşılaştırmayı düşünebiliriz. Tablo 1’de böylesi bir çalışma sunuyoruz.
Tablo:1 Büyümenin Kaynakları
Türkiye 2008’den 2012’ye, krizin öncesi ve sonrası da dâhil, birikimli olarak yüzde 15.4 büyüme gösterdi. Bunun yüzde 8.1’i özel, yüzde 2.2’si de kamu olmak üzere neredeyse üçte ikisi “tüketim” harcamalarına dayanmaktaydı. Yatırımların katkısı yüzde 5 civarında iken, net ihracatın (ihracat eksi ithalat) katkısının da küçük, ama pozitif yönde olduğu görülmekteydi.
Oysa 2013, yatırımların ve ihracatın katkılarının artık söz konusu olmadığı ve ekonominin iç tüketim ve stoklarda birikime dayalı bir konjonktürel büyümeye dayanmaktadır.
Ekonominin dış kaynak girişine bağımlılığı sorunu, en çarpıcı olarak “üretkenlik” kayıplarında kendini göstermektedir. Çok kaba ancak doğrudan bir hesaplamayla, 2008 ile 2013 Türkiyesi’nde işçi üretkenliğini karşılaştırır isek 2008’de çalışan başına üretilen reel ulusal gelirin (sabit 1998 fiyatlarıyla) 4.809 TL olduğunu ve bu rakamın 2013’te 4.795 TL’ye gerilediğini görebiliriz.
Borçlanmaya dayalı tüketim harcaması sayesinde büyüyebilen bir ekonomi..
Türkiye’de büyüme, teknolojik gelişme ve eğitilmiş işgücüne dayalı üretkenlik kazanımlarından değil, uluslararası piyasalarda doların fiyatının ne olacağına indirgenmiş bir söz oyununa dönüşmüştür”. (Erinç Yeldan, Orta Gelir Tuzağı Meselesi, 6 Nisan 2014 Cumhuriyet)
Tablo 2’de verileri sunulan istihdam esnekliği konusu da büyümenin niteliğini anlamada bir önemli araçtır. Bir birim milli gelir artışında kaç birim istihdam yaratıldığı(istihdam yüzdesi/milli gelir yüzdesi=0.25/1.00=0.25 ) konusu istihdam esnekliğinden anlaşılır. Bu oran 2002 sonrasında yüzde 0.14’e düşmüştür. Bu durum istihdam yaratmayan büyüme demektir.
Tablo:2 İstihdamın Milli Gelir Esnekliği (Yıllık Ortalamalar)
İstihdamın Milli Gelir Esnekliği (Yıllık Ortalamalar) |
1989-2008 1989-2000 2002-2008 |
0.25 0.39 0.14 |
Kaynak; Erinç Yeldan, Büyümenin Yapısında Değişen Yok,02 Nisan 2014 Cumhuriyet
Bu alıntıda da yine büyümenin tüketime dayandığını görmekteyiz. Olması gereken sağlam büyüme kaynaklarının ise, teknolojik gelişme ve nitelikli işgücü olduğu vurgulanmaktadır.
Şimdi de iş dünyasından önemli bir temsilcinin konuya yaklaşımını özetleyelim;
İş dünyasının önde gelen yetkililerinden biri, Ersin Özince de “biz rant ekonomisiyiz” diyerek bu eğilimi destekler yönde konuşmuştur. İş Bankası Başkanı çok ilginç saptamalarda bulunmuştur:
“…Türkiye bugün tasarruf yapmıyor tüketiyor. Bunu müşterilerimizden biliyoruz. Kredi kullanan müşterilerimiz artık yatırım yapmıyorlar. Çoğu marketçi, gayrimenkulcü, inşaatçı oldu. Gayrimenkul fiyatlarının ne kadar yükseldiğine bakarsanız Türkiye’nin üretmediğini görebilirsiniz” diyerek ülke ekonomisinin daha büyük dalgalanmalara karşı beklenen gücü gösteremeyeceğine dikkat çekti.”(2 Temmuz 2012, Dünya)
Ülkemizde 1998-2022’de GSYİH’nin yıllık ortalama yüzde 4,6 oranında arttığı, bunun 2,9’unun sermaye stoku artışından, yüzde 1’inin toplam faktör verimliliği artışından ve 0.7’sinin de istihdamdan kaynaklandığı bulgulanmıştır.(Nazlı S. Bölükbaşı, Sanayi Bakanlığı Araştırması, 2023, s.11)
Büyüme açısından siyasette, akademide ve iş dünyasında “ortak” sayılabilecek bir yaklaşımın olduğunu öne sürebiliriz.
Ekonomik büyümenin niteliğinin zayıf olduğu konusunda tüm kesimlerde ortak bir görüş oluşmuştur.
Büyüme konusunda bu saptamalardan sonra şimdi de kalkınma olgusunda ülkemizdeki sorunun ne olduğu üzerinde duralım:
Türkiye’de Kalkınma Açısından Sorun Nedir?
Kalkınma elbette büyümeden farklıdır. Sağlanan üretim artışının(büyümenin) toplumun geneline daha adil, dengeli yansıması ve sosyal göstergelerle de desteklenmesidir. Bu olgu ise daha çok insani gelişme endeksleri ile ölçülmektedir.
Türkiye insani gelişmişlikte 180 ülke içinde 92.nci sıradadır. Demokrasi indeksinde de 167 ülke içinde 88.nci durumdadır. Her iki göstergede de “orta”larda bulunmaktadır. Kalkınma derecesiyle demokrasi karnesi yakın noktalardadır. (Kaynak:1- http://www.izafet.com/genel-kultur/608475-dunya-demokrasi-indeksi-ulkelere-gore-demokrasi-siralamasi.html#ixzz1wEpj2dBY, 2-UNDP,Human Development Report,2009)
Ülkemiz genelde orta düzey bir “özgürlük ve kalkınma toplumu” görüntüsü sunmaktadır.
Milli gelirde ilk 20 ülke içinde olan Türkiye’nin niçin küresel rekabette 59, temel eğitimde 100, eğitim kalitesinde 94, yenilikçilikte 67 ve küresel bilgi teknolojisinde 52.nci sırada olduğu ayrıca araştırılması gereken bir sonuçtur.(Kaynak; OECD,2011)
Bugün, A.Sen’in bazı kavramları üzerine kurulan insani gelişme kavramı kalkınmanın nihai hedefi olarak merkezi bir roldedir.
İnsani gelişme, sağlık, eğitim, beslenme, barınma, bilgiye erişim, katılım, rejim türü,(demokrasi ve özgürlük derecesi) gibi birçok boyut ve bakış açısı içermektedir. (Kaynak; E.Thorbecke, Kalkınma Doktrininin Evrimi, 1950-2005, Fikret Şenses, Neoliberal Küreselleşme Ve Kalkınma, 2009 İçinde, s; 166)
Kalkınma konusunda bir başka çalışmada şunlar söylenmektedir.”… bugün üretim olarak dünyada 17.nci ülkeyiz. Ama insani gelişmişlik olarak da 169 ülke içinde 84.ncü sıradayız”.(Kaynak; Sırma Demir Şeker, Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi Ve Endeks Sıralamasının Analizi T.C. Kalkınma Bakanlığı, s;17,Ekim 2011)
Büyüme hızı ve milli gelir büyüklüğünde önemli performans gösteren Türkiye, kalkınma konusunda niçin sıçrama yapamamıştır?
Bu durum ülkemizde reel ekonomiden uzaklaşılmasıyla da yakından ilgilidir.
Bugün kalkınmanın gerçek göstergesi olan insani gelişmişlikte nerede olduğumuz ortada. O halde yapılacak iş, hep birlikte zayıf kaldığımız alanları bilmek. Bunlar; eğitim, sağlık, kadın istihdamı, şehirleşme, demokrasi. Ama bunların da gerisinde esas sorun verimsizliktir.
Verimlilik Ekonomisi olmalıyız. İnsan potansiyelimizi her alanda en doğru biçimde değerlendirmeliyiz.
Başta beşeri varlıklarımız olmak üzere, fiziksel kaynaklarımızı, her çeşit potansiyellerimizi tam ve etkin değerlendirmenin yol ve yöntemlerini hep birlikte araştırıp bulmalıyız.
Sonuç olarak gerçek, adil ve dengeli bir kalkınma için iki kavrama ihtiyaç var:
1-planlama
2-verimlilik
Sanayileşmiş ülkelerin büyüme ve gelişmelerinde verimlilik artışlarının(artık değer artışının, teknolojik gelişmenin) büyük rolü olmuştur.
Bu hem tarihsel, hem de toplumsal ve güncel olarak doğrulanmıştır.
Teknik olarak da kanıtlanmıştır. Büyüme muhasebesinde TFV’nin büyümedeki payı ağırlık taşır.
Kalkınma ve verimlilik bağlantıları konusunda 10.ncu Kalkınma Planında önemli vurgular bulunmaktadır. Bu çalışmanın ileriki kısımlarında bu bağlantılar değerlendirilmiştir.
Büyüme ve kalkınma konusundaki sorunlardan sonra, iktisatta bu iki temel alanın kapsamında yer verilen, verimlilik konusundaki zayıflıklarımıza değinebiliriz.
Türkiye’de Verimlilik Açısından Sorunlar Nelerdir?
Ülkemizde üç kez verimlilik hamlesi olmuştur. Ancak bunlar kalıcı ve sürdürülebilir olamamıştır. Birinci verimlilik hamlesi 1960’ların ortalarından 1970’lerin ortalarına kadardır. Verimlilik kazanımlarının kaynağı KİT’lerin sağladığı ucuz sanayi girdileriyle ithalat koruma duvarlarının yarattığı rantlardan oluşmaktaydı.
İkinci verimlilik hamlesi 1980 sonrasında oldu. Bunun kaynağı da, yapısal uyum kredileri ve ihracat teşviklerine dayalı rantlardı.
Üçüncü verimlilik hamlesi, 2001 krizi sonrasında 2002-2008 döneminde oldu. Bunun kaynağı da IMF’den kullanılan 30 milyar dolar kredi ile küresel ekonomide ABD kaynaklı ucuz dövize dayalı sıcak para akımlarıydı.
Türkiye’de son 50 yılda üç kez bu yorgunluk yaşanmıştır. Çünkü her defasında verimlilik hamlesinin arkasındaki esas kaynak rantlara, borçlanmaya ve ucuz döviz kaynaklarına dayandırılmıştır.
Verimlilik hamlesinin finansmanı, sağlam olmayan bu kaynaklarla yapıldığından çabuk tükenmiştir.
Verimlilik kazanımlarının arkasında milli tasarruflara dayalı, ARGE ve Teknolojik
gelişmeye yaslanan bir finansman ve nitelikli bir işgücü olması gerekir.
Bu açıklamalardan sonra, ülkemizde verimlilik olgusu açısından yaşanmakta olan sorunları sıralayabiliriz;
1-Birinci sorun; işgücünün niteliği ve teknolojik gelişmenin yetersizliğini öne sürebiliriz.
2-İkinci sorun olarak; 2010 yılından sonra verimlilik atılımının önemli ölçüde durağanlaştığını görmekteyiz.
3- Dünya ülkeleri ile aramızda önemli bir verimlilik açığı bulunmaktadır.
Bu da üzerinde durulması gereken çok önemli bir sorundur.
4- Verimlilik ile makro ekonomik değişkenler arasındaki ilişkilerin kopuk olduğunu öne sürebiliriz. MPM ve VGM çalışmalarında bu saptamalar yapılmıştır.
5- Toplumsal düzeyde verimlilik kültürümüzün de çok zayıf olduğunu belirtmek gerekir.
Başta insan varlığımız olmak üzere birçok kaynaklarımızı israf ettiğimiz bilinmektedir.
Aşağıdaki tablolar(Tablo 3-4) ve şekilde(Şekil 1) yukarıda sıraladığımız sorunların verilerine işaret etmekteyiz. Örneğin 2010-2013 arasında işgücü verimliliğinin durağanlaştığını Tablo 3 ve Şekilde(Şekil 1) görmekteyiz. Üretkenlik Karşılaştırması Tablosunda da(Tablo 4) Türkiye’de emek üretkenliği endeksinin ABD’nin yüzde 44’ü düzeyinde olduğu gösterilmiştir.
Tablo:3 Üç Aylık Verimlilik İstatistikleri
Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi (2010 Ort.=100)
Yıl-Dönem | C |
2005-O. | 87,57 |
2006-O. | 91,55 |
2007-O. | 94,22 |
2008-O. | 93,09 |
2009-O. | 91,64 |
2010-O. | 100 |
2011-O. | 103,45 |
2012-O. | 100,81 |
2013-O. | 100,86 |
Kaynak: http://vi.sanayi.gov.tr/rpr.aspx, erişim tarihi; ; 08.05.2014
Tablo;4 ABD, OECD, Türkiye Üretkenlik Karşılaştırması, 2009
Kaynak: TÜİK Kısa Dönemli İş İstatistikleri, Üretim, İstihdam ve Üretici Fiyatları Endeksi Haber Bültenleri; aylık üretim endeksinin üçer aylığa dönüştürülmesi, verimlilik ve reel işgücü maliyeti TİSK hesaplaması,2014
Ülkemizde büyüme-kalkınma-verimlilik açılarından yaşanan önemli sorunlara yer verdikten sonra şimdi de büyüme-verimlilik ilişkisine ayrıca değinmek özellikle yararlı olacaktır.
Türkiye’de Verimlilik-Büyüme İlişkisi Açısından Sorun Nedir?
İktisatta büyüme muhasebesi denilen ve büyümede faktörlerin payını araştıran çalışmalar yapılmaktadır.
Bunlardan birinin sonuçları aşağıda verilmiştir.
1992-2000 arasında Belçika’da Toplam Faktör Verimliliği(TFV)’ nin büyümeye katkısı yüzde 50, Danimarka’da 65, Finlandiya’da 93, Fransa’da 85, Almanya’da 65, İtalya’da 51, İsveç’te 100, Türkiye’de yüzde -2,1 dir.
Bu oran, Türkiye’de 1972-2000 arasında yüzde 6,5 tir.(Kaynak; Dr. Halit Suiçmez, Ekonomik Büyümede TFV’nin Rolü, MPM Yayını, 698, Ankara, 2008, Sf:13)
1985- 2012 döneminde, verimliliğin büyümeye katkısı yüzde 11,1 dir. Sermayenin katkısı yüzde 63.6; istihdamın katkısı 25.3’tür.
Büyüme; üretim faktörlerinin katkısı açısından daha dengeli bir yapıya getirilmelidir.
TÜSİAD ve TCMB’ nin 2008 yılında yapılan çalışmasında bazı OECD ülkelerindeki büyümede toplam verimlilik artışının katkısı araştırılmıştır. Buna göre;
Tablo: Bazı OECD Ülkelerinde Verimlilik Faktörünün Büyümeye Katkısı
ABD’de 1992-2000 dönemindeki büyümenin % 37’ si verimlilikten, |
Danimarka’ da % 62’si verimlilikten, |
Finlandiya’da % 69’u verimlilikten, |
Almanya’da % 64’ü verimlilikten, |
İtalya’da %51’i verimlilikten kaynaklanmıştır. |
Kaynak; TÜSİAD, TCMB; 2008
Türkiye’de ise bu dönemde, (1992-2000) büyümede verimlilik artışının payı sadece % 6 olmuştur. (TÜSİAD, TCMB; 2008)
Yapılan bir diğer çalışmada Türkiye’de büyümenin kaynakları ayrıştırılmıştır. Büyümenin kaynakları aşağıda verilmiştir. 2002- 2010 arasında büyümenin yüzde 14,1’lik kısmının toplam faktör verimliliğinden kaynaklandığı hesaplanmıştır.
Tablo: Büyümenin Kaynakları
Gerçekleşen büyüme sabit sermaye istihdam TFV |
1989-2010 3,84 3,18 0,49 0,17 |
% 82,7 12,8 4,5 |
1989-2000 3,83 3,36 0,54 -0,07 |
% 87,6 14,1 -1,8 |
2002-2010 4,97 3,70 0,58 0,70 |
% 74,3 11,6 14,1 |
Kaynak; Şeref Saygılı, Uluslararası Üretim Zincirlerinde Dönüşüm Ve Türkiye’nin Konumu, Değerlendirme,2 Mart 2012,TCMB
Yakın dönemde yapılan bir diğer ortak çalışmada son 30 yıllık dönemdeki büyümenin kaynakları ayrıştırılmıştır.
2000’li yıllara gelindiğinde, Toplam Faktör Üretkenliğinin büyümeye katkısı %20 civarında süregelmekte, ancak emeğin katkı payının yarı yarıya azalmış olduğu anlaşılmaktadır.
İşgücünün gerek ücretlerindeki gerileme, gerekse istihdamındaki durgunluk nedeniyle emeğin topyekûn katkısının %13’e değin gerilediği hesaplanmıştır.
Sermaye faktörünün, işgücü faktörünü ikame etmesiyle betimlenen bu süreç, istihdam-dostu olmayan büyüme ve ithalata bağımlı sanayileşme sürecinin ana sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır
Aşağıdaki Tabloda ilgili veriler sunulmuştur:
Tablo:1980 Sonrası Türkiye Ekonomisinde Büyümenin Kaynaklarının Ayrıştırılması
Ortalama Büyüme Hızı (%) GSYH Büyümeye Katkılar (%)
GSYH Sermaye Emek TFV Sermaye Emek TFV |
1980-1988 5.34 4.00 3.16 1.72 50.29 33.33 16.38 |
1990-1999 4.02 5.10 2.53 0.08 55.31 25.80 18.89 |
2000-2010 4.24 4.45 0.27 1.67 66.65 13.13 20.22 |
1980-2010 4.16 4.55 1.69 0.89 58.23 23.07 18.70 |
Kaynak; Yeldan, A. Erinç ve Güneş Kolsuz (2014) “1980-Sonrası Türkiye Ekonomisinde Büyümenin Kaynaklarının Ayrıştırılması” Çalışma ve Toplum, 40(1): 49-66.
Türkiye eğer AB üyesi olacaksa, batılı ülkeler arasında saygın bir konuma ulaşacaksa, büyümesini mutlaka daha fazla oranda verimlilik artışlarına dayandıracak politikaları oluşturup hayata geçirmelidir.
Türkiye’nin, dünyanın en büyük GSYİH’ye sahip 10 ekonomisi arasına girebilmesi için, ekonomik büyüme ve bunun önemli kaynaklarından biri olan TFV performansını artırması gerekiyor.
Bunun için özellikle bilgi sermayesi ve teknolojik düzeyde elde etmesi gereken atılımların TFV’ye olan katkıları göz önünde bulundurulmalıdır.(Kaynak: The Conference Board, Aktaran; Metin Ercan, Radikal,05.04.2014)
Son olarak Onuncu Kalkınma Planında bu ilişkilere nasıl bir yaklaşım gösterildiğine değinelim:
Türkiye’de 10.ncu Kalkınma Planında Verimlilik-Büyüme İlişkisi Açısından Öngörü ve Hedefler Nelerdir?
10.ncu Kalkınma Planı bir bütün olarak değerlendirildiğinde kuşkusuz çok sayıda doğru ve yerinde sayılabilecek tespitler ve açılımlar içermektedir.
Kalkınma ve Verimlilik olguları açısından geliştirilecek ilişkilerin elbette daha iyi noktalara götürülmesi gereklidir. Bu alanda bir katkı yapmak amacıyla aşağıdaki değinmelere yer verilmiştir.
Onuncu Kalkınma Planında(T.C.Kalkınma Bakanlığı, Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018) 137-165 maddeler arasında anlatılan eğitim politikalarında asıl ihtiyacımız olan “kavram temelli öğrenme”ye hiç değinilmemiştir. Bugün bizdeki sistem “bilgi temelli öğrenme”dir. Mesela çocuk “demokrasi” kavramını öğrenmeden 2. Meşrutiyeti öğrenir.
314-323 maddeler arasında istihdam politikaları verilmekte, ancak işgücü verimliliğini arttıracak ve bunu kalıcı kılacak önlemlere yer verilmemektedir.
Bilindiği gibi, 2002 sonrasında reel ücret ve verimlilik arasındaki makas açılmıştır.
435 ve 437.nci maddelerde belirtildiği gibi, 2007-12 arasında negatif olan Toplam Faktör Verimliliği (tfv) değişkeni 10.ncu plan için büyümede en önemli risk olarak gözükmektedir.
441 ve 442 maddelerde “verimlilik politikaları” açısından ipuçları bulunmaktadır.
Verimlilik odaklı büyümeden söz edilmekte ancak bunun ithalata dayalı mevcut spekülatif sermaye yönelimli iktisat politikaları terk edilmeden nasıl mümkün olacağı soru işareti olarak kalmaktadır.
450.nci maddede, plan döneminde tfv yüzde 1,1 oranında artacak denmektedir.
Yüzde 5,5 lik bir GSMH artışında tfv hedefi çok yetersizdir. Çünkü 1980-2010 arasında tfv artış hızı yüzde 0,90 dır. (kaynak:http://www.academia.edu/3349233/Orta_Gelir_Tuzagindan_Cikis_Hangi_Turkiye)
Demek ki, geçen 30 yılda tfv artış hızı yüzde 0,90; önümüzdeki beş yıllık dönemde bu oranın da en az yüzde 2’nin üzerine çıkarmak öngörülmeliydi.
652.nci maddede Tablo 20.de ileri teknoloji sektörlerinin ihracat payı 2006’da yüzde 5,6;
2018’de 5.5 olarak hedeflenmiştir. Demek ki 12 yıl sonra da bir gelişme öngörülmemiştir.
Eğer ileri teknolojilerin ihracattaki payı artırılamayacaksa İhracat için yapılan hamlelerin de çok yararı olmaz.
Üçüncü Bölümde, öncelikli dönüşüm programlarından birincisi, “üretimde verimliliğinin artırılması programı” dır.
Bu verimlilik artırma konusunda kalkınma planlarında ilk kez yer verilen bir konu olmaktadır. Dolayısıyla olumlu olarak görülmelidir.
Ancak;
Programın hedefi; sanayi sektöründe tfv nin büyümeye katkısının yüzde 20’nin üzerine çıkarılmasıdır.
Bu hedef yetersizdir.
Türkiye’de 1980-2010 döneminde büyümeye katkılar şöyle olmuştur:
1980-2010 arasında ortalama gsmh artışı yüzde 4,16 olarak hesaplanmıştır. (Kaynak;http://www.academia.edu/3349233/Orta_Gelir_Tuzagindan_Cikis_Hangi_Turkiye)
Söz konusu olan bu büyümeye katkılar şu biçimde gerçekleşmiştir.
Sermayenin büyümeye katkısı yüzde 58, emeğin katkısı 23, tfv katkısı 19.(kaynak: aynı kaynak)
Türkiye’de tfv geçen 30 yılda büyümeye zaten yüzde 19’ luk bir katkı yapmıştır, şimdiki hedefin yüzde 20’ lerde değil çok daha yükseklere, en azından yüzde 30 ve 40’ lara çıkması gerekirdi.
Yani, Türkiye’de genel ekonomik büyümenin içinde toplam faktör verimliliğinin payı yüzde 20’lerde değil, çok daha yüksek düzeylerde hedeflenmelidir.
Çünkü büyümede tfv payının artması demek, ekonominin bilgi ve teknoloji temelli olması demektir.
Örneğin batılı ülkelerde büyümelerde toplam verimliliğin payı yüzde 50-60’lar düzeyindedir.
(Kaynak 1; B.Saraçoğlu ve H.Suiçmez, (2006), Türkiye İmalat Sanayinde Verimlilik, Teknolojik Gelişme, Yapısal Özellikler ve 2001 Krizi Sonrası Reel Değişimler)
2)E.Taymaz, ve H. Suiçmez, (2005), Türkiye’de Verimlilik, Büyüme ve Kriz, MPM Yayını, Ankara.)
Yukarıdaki araştırmalarda da anlatıldığı gibi, Türkiye’nin büyüme modeli” verimlilik odaklı bir büyüme” modeli olmalıdır. Bunun diğer adı; dinamik bir etkinlik modelidir. Bu modelde; üretim, istihdam, yatırımlar, reel ücretler, işgücü verimliliği, ihracat hep birlikte artmakta ve sonuçta ülke sadece GSMH artışı değil, gerçek bir kalkınma süreci yaşamaktadır.
Güney Kore ve Japonya’nın 1960-1990 dönemindeki sıçramalı kalkınma modeli de buna dayanmaktadır.
10.ncu Kalkınma Planı bu eleştirel değerlendirmelere karşın, birçok da olumlu noktaya ve yeni açılımlara işaret etmektedir.
Burada önemli olan Planın uygulanma tutarlılığı ve Orta Vadeli Programların, Yıllık Uygulamaların, Kurumsal Stratejilerin ve Sektörel Gelişme Planlarının hazırlanması ve uygulanmasında 10.ncu Beş Yıllık Planın temel ilke ve stratejilerine uyulmasıdır.
Bununla birlikte öncelik taşıyan bir diğer husus ise, uygulana gelen ve kalkınma göstergeleri yönünden birçok zaaflar taşıyan mevcut iktisat politikalarının yeniden gözden geçirilmesi, spekülatif yönlü büyüme yaklaşımı yerine verimlilik odaklı bir büyüme modeline geçilmesidir.
Bu ise, ülke kaynaklarının tam ve etkin kullanılıp değerlendirilmesi anlayışının hayatın her anında ve düzeyinde içselleştirilmesi demektir.
Bugün( 27 Ekim 2024) ülkemizde gıda enflasyonu ve genel enflasyon yüksek düzeylerde seyretmektedir.
Tarımsal destekler batılı ülkelere göre son derece düşüktür.
Erinç Yeldan’ın çalışmasında(Mülkiye Dergisi, Cilt 24, Sayı 224) tekelci karlılık ile enflasyon arasında aynı yönde yüksek ilişki çıkmıştır.
Enflasyon yükselirken ekonominin verimliliği düşmektedir.(MPM, Enflasyon ve Verimlilik, 1973-1995 Dönemi, Kurum İçi Çalışma)
Türkiye’de bölüşüm giderek bozulmaktadır.
2019’da 0.39 olan gini katsayısı 2023’te 0.44’e çıkmıştır. Katsayı 1’e yaklaştıkça emeğin milli gelirden aldığı pay azalmakta sermayenin payı artmaktadır. (TÜİK, 2024)
Bir çok sektörde karlılık yüzde yüz’ün üzerinde artış göstermiştir.(Zeynep Aktaş, Milliyet, 19 Mart 2023)
Yapılan bir başka araştırmada yüksek karlılığın enflasyonu arttırdığı belgelenmektedir.( Korkut Boratav, Ahmet Haşim Köse ve A. Erinç Yeldan, “Türkiye’de Derinleşen Yapısal Kriz Eğilimi ve Kâr İtilimli Enflasyonun Dinamikleri”, (İktisat ve Toplum, Aralık 2023)
TÜİK Başkanı da yüksek enflasyonu yüksek karlılığa bağlamaktadır.
“Türkiye’deki şirketler enflasyonist ortamı kullanarak normalde alması gereken kârlardan daha yüksek fahiş kârlar elde ediyorlar. Enflasyondan bağımsız şirket kârlarına bağlı bir fahiş fiyat artışı var. Bu etki, pandemi sonrasından itibaren gözlemleniyor.” /TÜİK Başkanı, 09.07.2024 Tarihli Konuşma)
Sonuç olarak;
Ülkemizin bir “verimlilik ekonomisi” olmasını istiyoruz.
Bu bir istek, özlem, vizyon ve de bir modeldir. Esasen bizim için hepsinden önce bu bir mecburiyettir.
Çünkü verimlilik artışı açısından en yüksek potansiyele sahip ülke olduğumuz öne sürülebilir.
Bunu adil ve hızlı kalkınmak için istiyoruz.
Üretim ile insan arasındaki ilişkiyi kurmak için istiyoruz.
Bu nasıl mümkün olacak?
-Önce kalkınma ve büyüme planlaması içinde bir “verimlilik planlaması ve politikası” oluşturmalıyız.
-Bizim Onuncu Kalkınma Planımız içinde bu yönde bazı vurgular ve hedefler bulunmaktadır. Bunların yeniden değerlendirilmesi ve güncellenmesi gereklidir.
-Dinamik bir “verimlilik politikamız” olmalıdır. Tüm reel değişkenler birlikte artırılmalıdır.
-İnsani varlıklarımızı ve diğer tüm kaynaklarımızı tam ve etkin değerlendirmeliyiz.
Örneğin; işgücümüzü tam değerlendirmiyoruz. 5-6 milyon işsiz var.
Makineleri tam kullanmıyoruz. Makine verimi MPM araştırmalarında yüzde 60’lardadır.(Nurettin Alpkent, Teknoloji Seviyesi Araştırmaları, İllerde VAP Projeleri)
Tesisler tam çalıştırılamıyor. Tesis verimi yüzde 60’lardadır.(a.g.k.).
Kaynakları etkin kullanmıyoruz. İmalat sanayi teknik etkinlik oranı yüzde 59 dur.(Halit Suiçmez, Erol Taymaz; İmalat sanayi teknik etkinlik çalışmasında T.E.= yapılan iş/yapılabilecek iş=0,59)
TOBB Savurganlık Araştırmasında maliyet= 200 milyar dolar çıkmıştır.(www.tobb.org.tr)
-Verimlilik ilkelerini her düzeyde öğrenip uygulayarak verimlilik ekonomisine katkı verebiliriz.
-Verimliliğin ekonomi politiğini anlatıp, açıklayıp, bölüşümü düzeltici öneriler geliştirerek katkı verebiliriz.
– Büyümede TFV payını arttırmak için; teknolojik gelişmeye dayalı sıçramalı verimlilik artışı şarttır.(Kaynak; Dr Halit Suiçmez, Verimlilik Ekonomisi Ve Politika Arayışları, Verimlilik Dergisi, 2013/4,
– DPT tarafından hazırlanan “Uzun Vadeli Gelişmenin (2001-2023) ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının (2001-2005) Temel Amaçları ve Stratejisi”nde 2001-2023 döneminde yıllık ortalama %7 dolayında büyüme hızı sağlanması ve büyümenin %30’unun toplam faktör verimliliğinden kaynaklanması öngörülmektedir. Tüm bu saptama ve gözlemler dikkate alınarak, burada yapılan önerilerden yararlanıp makro plan, strateji, program ve politikalarda verimlilik değişkeninden en üst düzeyde faydalanmak ülkemizin “verimlilik ekonomisine” geçmesinde önemli katkı sağlayacaktır.
4- Kaynakça
-Prof.Dr. Vural Fuat Savaş, Politik İktisat, Tıpkı 6. Baskı, Beta Basım, Ekim 2008, İstanbul, s.7
– Dr. Halit Suiçmez, Edebiyat Ve İktisat Döngüsünde Düşünsel Yazılar, İzan Yayıncılık, Ankara, 2022, Deneme, S.14
-Erinç Yeldan, Büyümenin Yapısında Değişen Yok,02 Nisan 2014 Cumhuriyet
-Erinç Yeldan, Orta Gelir Tuzağı Meselesi, 6 Nisan 2014 Cumhuriyet
-Erinç Yeldan, A ve Güneş Kolsuz (2014) “1980-Sonrası Türkiye Ekonomisinde Büyümenin Kaynaklarının Ayrıştırılması” Çalışma ve Toplum, 40(1): 49-66.
-www.tobb.org.tr, erişim tarihi, 13.05.2014
-http://www.izafet.com/genel-kultur/608475-dunya-demokrasi-indeksi-ulkelere-gore-demokrasi-siralamasi.html#ixzz1wEpj2dBY,
-UNDP,Human Development Report,2009
– OECD,2011 Raporu
-Sırma Demir Şeker, Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi Ve Endeks Sıralamasının Analizi T.C. Kalkınma Bakanlığı, s;17,Ekim 2011
– http://vi.sanayi.gov.tr/rpr.aspx, erişim tarihi; ; 08.05.2014
– Halit Suiçmez, Ekonomik Büyümede Toplam Faktör Verimliliğinin Rolü, MPM Yayını, 698, Ankara, 2008, Sf:13
-Halit Suiçmez, Verimlilik Ekonomisi Ve Politika Arayışları, Verimlilik Dergisi, 2013/4
-TÜSİAD, TCMB; 2008 Raporları
-Nurettin Alpkent, Teknoloji Seviyesi Araştırmaları, İllerde VAP Projeleri,1999-2009
-B.Saraçoğlu ve H.Suiçmez, (2006), Türkiye İmalat Sanayinde Verimlilik, Teknolojik Gelişme, Yapısal Özellikler ve 2001 Krizi Sonrası Reel Değişimler)
-E.Taymaz, ve H. Suiçmez, (2005), Türkiye’de Verimlilik, Büyüme ve Kriz, MPM Yayını, Ankara.)
-E.Thorbecke, Kalkınma Doktrininin Evrimi, 1950-2005, Fikret Şenses, Neoliberal Küreselleşme Ve Kalkınma, 2009 İçinde, s; 166
– http://vi.sanayi.gov.tr/rpr.aspx, erişim tarihi; ; 08.05.2014
-TÜİK Kısa Dönemli İş İstatistikleri, Üretim, İstihdam ve Üretici Fiyatları Endeksi Haber Bültenleri; aylık üretim endeksinin üçer aylığa dönüştürülmesi, verimlilik ve reel işgücü maliyeti TİSK hesaplaması,2014
-Dr. Halit Suiçmez, Ekonomik Büyümede TFV’nin Rolü, MPM Yayını, 698, Ankara, 2008, Sf:13)
-Şeref Saygılı, Uluslararası Üretim Zincirlerinde Dönüşüm Ve Türkiye’nin Konumu, Değerlendirme,2 Mart 2012,TCMB
-The Conference Board, Aktaran; Metin Ercan, Radikal,05.04.2014)
-T.C.Kalkınma Bakanlığı, Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018),Ankara 2013http://www.academia.edu/3349233/Orta_Gelir_Tuzagindan_Cikis_Hangi_Turkiye)
http://www.academia.edu/3349233/Orta_Gelir_Tuzagindan_Cikis_Hangi_Turkiye,erişim tarihi; 13.05.2014
– Hürriyet, 19.09.2013
-2 Temmuz 2012, Dünya