Bir insan hakkı olarak eğitim hakkının genişletilmesine dair – çoktan uluslararası bir boyut kazanan – tartışma, dolayısıyla Enlargement of the Human Right to Education (İHEB Art 26), birkaç farklı yönden güncel eğitim politikası ve sosyal politika karşıtlıklarının hassas noktasına dokunuyor.
1. Çünkü gerçekten de öncelikle bir temel inşa etmek gerekiyor ya da şu ifadeyle: Eğitim hakkında ve bir insan hakkı olarak eğitim üzerine dünya geneline yayılan bir paylaşıma geçmek için iletişim zeminini hazırlamak gerekir. Zira yeni dönem gelişmelerin tuhaflıkları arasında, aslında düzenli olarak küreselleşmekten söz edilmesi, ancak onun öncelikle ve sadece kâr odaklı bir olay ifade etmesi yer almaktadır – sonuçta yerel ekonomiler neredeyse ufalandı, küresel şirket aktiviteleri yerel kaynakları yeteri kadar yok etti. Son olarak bu olup biten – örneğin Korona pandemisi bağlamında – oldukça sorunlu ve kırılgan olduğunu gözler önüne serdi. Ana başlıklara değinmekle yetinelim: Sözümona ucuz ülkelere yönelmek, dolayısıyla Küresel Kuzey’de istihdam koşullarını etkileyecek şekilde Küresel Güney’in aleyhine dışsallaştırılmak, ilaç üretimi gibi yaşamsal önem taşıyan üretimi, tedarik zincirini başka yerlere kaydırmak, yerel sanayilere zarar vermek ve tehlikeli atıkları nakletmek. Ek olarak bu tarz küreselleşmenin akabinde şimdi artık dünya genelinde görülebilen, oldukça tehlikeli iklim değişiklikleri neredeyse aşılamayacak bir hal alıyor, özellikle de toplumlar ve siyasal kamu yapılanmaları birbiriyle yıkıcı bir rekabet ilişkisine sokuldukları için.
Buradaki umulmadık çelişki, bu küreselleşmeye (sermaye ve çıkarlarının) iletişimin, paylaşımın ve ilgili konuların tartışılmasının bölgesel ve hatta yerel sınırlandırılışına tekabül etmesinde yatıyor. Örneğin büyük şirketlerin ya da küresel paydaşların (Stakeholders) ezici iletişimsel üstünlüğüne denk düşecek yaygın bir karşı kamuoyu mevcut değil: Aslında dijital medya böylesi bir kolektif fikir alışverişinde bulunmak için fevkalade olanaklar sunuyor. Ancak ticari öncüllerle yönetilen dikkat ekonomisinde dahi insanları salt üretici değil, her şeyden önce veri tedarikçisi olarak sömürmenin gündemde olduğu belirginleşiyor. Bu insanları, adeta düşünüş, duyumsama ve eylemliliklerini, bir bakıma dijital kapitalizm için hammadde tedarik edecek, üretici olacak ve akabinde gayriresmi ürettiklerini tüketecek şekilde kendilerini kanalize eden tüketiciler olarak kullanmak gündemdedir, ki bununla tetiklenen dolanımın kendisi bir bakıma kâr olarak toplanıyor. Ekonomik, ama ayrıca politik kararlardan etkilenenlerin diyaloğu fiilen engellenmiştir. Eğitim konuları bağlamında da olduğu gibi. Aslında hâlâ ilgili olan uluslararası kuruluşlar bulmak mümkün, ama onlar da özgül hedefler izliyor – ve çıkarlarını savunmaları gerekenlerden bazen aynı biçimde kopuk durumdalar. Kısaca: İletişimsel yönden küreselleşmeye tekabül edenler olsa olsa çoğu kez kendileri de yoldan çıkmış tek seslilerdir, çünkü uluslararası uzman sayılıyorlar – onlar da örneğin OECD gibi organizasyonlara çalıştıkları için bu konumda.
Bu, zaten görünür hale gelen bireyselleşme eğilimini daha da arttırıyor; kolektif organizasyonlar neredeyse hiç mümkün değil, özellikle de sınırları, sosyal, kültürel ve belki de etnik özellikleri aşan ortak bir diyaloğa başlayan organizasyonlar için. Burada da farklı zıtlıklar karşı karşıya geliyor, örneğin bazı toplumlarda neredeyse titizlikle talep edilen ve izlenen, kendinden olanın korunması gerekçesiyle ötekilerle ortak diyaloğu engelleyen kimlik politikalarında olduğu gibi. Burada her ortak diyalogda sınırları aşarak kendini gösteren bir şey gözden kaçıyor: Belli ki insanlar aslında büyük benzerlik gösteren konular hakkında birbirleriyle aynı ölçüde açık ve eleştirel tartışmaya oldukça yatkındır – ne de olsa bunlar insanlığı ilgilendiren görevler oluşturuyor. Eğitim konusunda olduğu gibi. Bu konunun da (dijital) şirketler tarafından nasıl artarak hükmedildiğini gözlemlemek olanaklı, özellikle bu alanda küresel faaliyet yürüten kuruluşlar rekabeti kabul ettirdiğinden beri – kendi standartlarına ve değerlerine göre bunu yaptılar, insanların pratik faaliyet alanlarında deneyimledikleri ve kendi şekillendirdiklerine (şekillendirmek istediklerine) göre değil. Güçlü aktörlerin ve onlar için çalışan ideolojik aparatların (örneğin medya) nasıl küresel bir iletişim yarattıkları, ancak buna – tekrar çelişkili bir ifadeyle – hiç bir küresel iletişimin tekabül etmediği yeniden görülüyor; konu burada bir üstyapıdır, insanların etkileşime gireceği bir altyapı oluşturmak değil.
Böyle bakıldığında Eğitim Haklarının Genişletilmesi gibi bir projenin ilk görevi gerçekten de insanların bir araya gelebileceği ve etkileşime girebileceği bir organizasyon yaratmaktır – eğitim konusu üzerinden ve ayrıca kendisi de bir eğitim sürecinden geçerek. Çünkü insanların ulusal sınırları ve kıtaları aşan etkileşimi herkesin düşünüş, duyumsama ve eylemliliğini değiştirir. Diğerleriyle doğrudan karşılaşmak, ortak amaç ve perspektifler olduğu deneyimini görmek neredeyse en temel nokta olarak değerlendirilebilir – o, evrim biyologlarının da ısrarla gösterdiği gibi, esasında homo sapiens türünün hayatta kalabilmesi için gerekli o insan işbirliğinin bir parçasıdır.
Demek ki olabildiğince taban demokrasisine dayalı, ilkin ve en önde – eğer bu ehemmiyetle ifade edilmek isteniyorsa – eğitim üzerine dünya diyaloğunu olanaklı kılacak ve harekete geçirecek bir ağ oluşturmak söz konusu. Bu bağlamda ikisini de görebiliyoruz: Sorunlu durumlar ve konular farklı olsa dahi, katılımcılar bir tarafta birçok tasarımı berberinde getiriyor, birbiriyle konuşuyor ve alışverişte bulunuyor. Birliktelik, – bir kez daha evrim biyolojisiyle bağlandırarak – paylaşılan dikkatler ve paylaşılan niyetler tüm farklılıklardan daha etkili.
2. Buna rağmen: Ortak bir diyaloğun oluşturulmasının ötesinde, eğitim ile bağlantılı içerikler üzerinde de düşünülmesi gerekir ve düşünülmek zorunda. Eğitim – tamamiyle İnsan Hakları Beyannamesi’nin mantığına uygun olarak – ilke itibariyle öyle ele alınmalıdır ki, bununla insani bir gelişim kastedilmiş olsun. Bu, kişilerin kendisinden gelen ve onlar açısından da kendi yaşam koşullarını, verili bir kültürel ve sosyal gerçekliği kavrayarak, öğrenerek ele alabilecekleri, aynı zamanda yeterlikli aktörler olarak kendilerini deneyimleyebilecek şekilde kendilerini görebilecekleri bir gelişimdir. Eğitimin daha çok kişilik gelişimi ile, öznellikle bir ilgisi var, okulla değil – ne var ki okul yine de öznellik gelişimi için başlıca koşullardan biridir. Daha kısa bir ifadeyle: Her kim eğitimden söz ediyorsa, o, insan öznesine, insanın diğerleriyle olan ortak uygulamasına odaklı kalır, ki bu uygulamanın kendisi de onu çevreleyen bir dünyayı konu alır, bu dünyayı kendine mal eder, insanları biçimlendirir, ama aynı zamanda – dikkat: ortak bir uygulama olarak – dünyayı değiştirmeye izin verir. Okul, içerikleriyle birlikte bu dünyaya aittir, nitekim o aynı zamanda ortak uygulama için bir ortamdır.
Bu neye işaret ediyor? Eğitim garip biçimde giderek kısaltılmış ve daraltılmış olarak algılanıyor. Bakışlar çoğunlukla, hayır, neredeyse sadece okula dönük durumda. Birkaç on yıl öncesine kadar eğitim süreçleri, öğrenim ve olanaklı kılınan gelişime dair başka bağlamları konulaştırmak için resmi, gayriresmi ve yaşam deneyimine dayalı eğitim birbirinden ayırt edilirdi. Bir de o zamanlar gayriresmi ve yaşam deneyimine dayalı bağlamların kişilik gelişimi için okul bağlamından neredeyse daha önemli olduğu ikna edici şekilde kanıtlandı. Ama bunların hepsi unutuldu – insan demek istiyor ki: Bunlar unutturuldu. Okul önemli, her şeyden önce de meslek için edinilen vasıflar.
Yanlış anlaşılmamak için: Evet, okullar insanlık tarihinde geliştirilen en önemli kazanımlar arasında yer alıyor. Fevkalade olabilirlerdi, özellikle de insanların gelişimi için. Ama bazen öyle değiller. Okullar insanların öğrenmesine olanak tanıyor, aslında kapsamlı olarak da bunu sağlıyor, öğrenim konularını ve hatta hayatı mümkün kılıyor. Böyle bakıldığında okullar kutsal mekanlar olabilir.
Bununla beraber: Okullarda ve aslında birçok pedagojik kuruluşta acımasızlık hesaba katılmalıdır. Okulların çok yaygın karşılaştıkları tehlikeler arasında askeri baskınlara kadar varan saldırılardan söz etmeye gerek yok. Şiddet daha çok çocuklar arasında yaşanıyor, öğretmenler tarafından uygulanıyor, okulun terbiye ile el ele yürümesi gerektiği düşünülüyor ve onlar bunu boyun eğdirmek ve ezmek, kimi zaman da aşağılayıcı sözlerde ifadesini bulan düz bir bayağılık olarak algılıyor. Dayak atılıyor. Okullar aslında bireylere gelişim süreçlerinde yeteneklerini ve olanaklarını görmeyi sağlayacak ve bunlardan yararlanacak desteği sunmak sözünü verdiği için de acımasızdır. Bu bir insan hakkı olarak eğitim hakkının genişletilmesi için ilk noktayı saptayamı sağlıyor. Eğitim ve şiddet birbirini dışlar! Eğitim acımasızlıkla el ele yürümemelidir, saldırı, taciz, acının her biçimi dışlanmak ve yasaklanmak zorunda!
3. Gelişim olanağı görmek, onu belki de sadece hissederek kabul etmek ve bir yol açmak için onunla bağlantı kurmak. Alman pedagojisinde eğitilmeye açık ifadesi kullanılıyor: O, kendini belli ettiren bir gelişim olanağının, bir yeteneğin saptanmasını ve ortak bir uygulamada desteklenmesini ifade eder. Ancak gerçeklik bu desteğin daha çok nasıl hayata geçirilmediğini, insanların kendilerini değiştiremeyeceğini, neredeyse kendilerine atfedilen statüde tutulduklarını gösteriyor. Ama aynı zamanda desteğin kontrol, denetim ve zorlamayla ve çevresi belirgin çizilmiş bir zaman rejimine itaat etmekle el ele yürüdüğünü. Ancak insanlar, çocuklar, yetişkinler, yaşlılar kendi hızlarıyla öğrenir. Herkes öğreniminde kendi zamanına gereksinim duyar. Bazı şeyler hızlı olur, bazı şeyler yavaş, bazen bir gelişme gecikebilir, belki de öğrenen özne başka ve beklenmedik bir yola girdiği için. Özneler yalnızca kendi öğrenim süreçleri için faklı bir süre talep ediyor, bazen ortalamadan daha uzun zamana ihtiyaçları var. Ama bu neyi ifade ediyor ki? Öyle bakıldığında eğitim haklarının genişletilmesi bir insanın, bazen bir grubun kendi öğrenim sürçleri için gereksinim duyduğu söz konusu zaman ufuklarını daima göz önünde bulundurmayı ifade eder.
Ve bazen birinin şunu veya bunu gerçek anlamda edinememesi bu duruma eklenir. Yetenek kavramının insan becerisinin değişik değişik alanlarıyla ilişkili olması boşuna değilmiş. Eziyete dönüşememesi gerken farklılıklar vardır. Bazı çocuklar coşkulu birer matematikçidir, başkaları dil öğrenmeye istekli. Ve daha başkaları okulun bu çalışma alanlarındaki talepleri karşısında başarısız oluyor. Bu arada bu başarısızlık başka bir dilin sonraları onlar tarafından çok iyi edinilemeyeceği anlamına gelmez – her çocuğun en azından başka bir dil daha öğrenmesi, matematik bilgisi de yararlı olacaktır, gerçekten de arzu edilen bir durumdur. Şöyle de ifade edilebilir: Birgün herkes başka bir dilin ve sayılarla oynamanın ne denli zevk verdiğini deneyimlemeli. Ama: Öte yandan sabır ve soğukkanlılık gerekiyor. Genişletilmiş bir eğitim hakkı bir nesneye erişimde kimsenin yoluna engel koymamayı talep eder, bu nesne bugün okulda bulunamasa, aksine daha sonraları edinilse bile.
Demek ki eğitim hakkının genişletilmesi için zaman ufuklarının açılması belirleyici bir andır. Birçok kişi olmaz diyor. Okul bu durumda organize edilemezmiş. Bu itiraz tamamen yanlış. Ders bireyselleştirilmiş nitelikte gerçekleşmeli ve gerçekleştirilebilir. Birçok öğretmen bunu gün be gün kanıtlıyor, pedagoji kendisi bunu olanaklı hale getirdi. Örnek olarak Peter Petersen’in dersin grup biçimli örgütlenmesi ve kendisi tarafından başlatılan Jena Plan Okulları anımsanmalı.
Ve yine bir zıtlık: Neredeyse herkes tarafından dersin bireyselleştirilmesi isteniyor. Ama bu bireyselleştirme norm oluşturmak, standartlaştırmak, denetlemek, kültürsüzlük ifade eden ve amacı karşılaştırmak üzere veri oluşturmak olan testler için atılan adımlar nedeniyle sürekli sekteye uğratılıyor. İnsanları birbiriyle rekabete sokmak, karşı karşıya getirmek için. Ve bununla da kalmıyor: Böylelikle eğitim adaleti sözü verilmiş oluyor. Ne saçma. Eğitim öyle olağanüstü bireysel bir olaydır ki, aslında adalete onun bağlamında daima diyalektik açıdan bakılmalıdır. Olanaklarda eşitlik, farklılıklara saygı ve onların kabul edilmesi, bireysel öznelliğin desteklenmesi olarak – elbette ortak şekillendirilecek bir toplumu göz önünde bulundurarak. Bireysel sıra dışılıklar ve dayanışma, benzersiz olmak ve beraberlik bir aradadır. Değerlendirmede standartlaştırmalar (dikkat: ön koşullarda değil) neredeyse adaletsizliği sistematik hale getiriyor. Eşitsizlik böylece insanları yıpratan bir öğrenim programına dönüşüyor, çünkü o bir ekonomi sistemini sıradüzenine sokan pozisyonlara dağılıyor. Bunun ustalıkla yapılmış bir iş bölümü ile ilgisi yok. Bu da eğitim hakkı için çıkan bir derstir. Diyalektik düşünün, bununla el ele ilerleyen insan varoluşunun çok anlamlılığını görün ki, farkları beraberce yaşayalım ve beraberlik oluşacak şekilde farklılıkları öğrenelim.
4. Eğitim öznelerin kendi gerçekleştirmek zorunda oldukları ve gerçekleştirebildikleri bireysel bir olaydır. O olanaklı kılınabilir, bazen itmek gerekir. Pedagoji buna eskiden özuğraşı için itkilemek derdi. Bu nedenle eğitimi ve hatta “inşa etmeyi” oluşturabilmek ya da üretebilmekten söz etmek saçmalıktır. Eğitim süreçleri bazen gün yüzüne çıkarılabilir – ne yöne ilerleyeceklerini bilmek ise pek mümkün değil. Dolayısıyla eğitilmeye açık olmaktan bir eğitim süreci doğması demek ki zamana, her şeyden önce de mekanlara, pedagojik ortamlara ihtiyaç duyar. Özneler için eğitim faaliyetlerinde yeterli korumanın varolduğu, onların dünya ve kendileri ile deney yapabileceği, başkalarıyla birlikte deneyimler edinebileceği yerler. Bireylerin yolunda gitmediği, hata yapılan yerler – ki bu hatalar zaman zaman büyük erime sahip değişimler için bir itki olarak kendini gösterir. Demek ki eğitim seçeneklerin mümkün olduğu ortamlara ihtiyaç duyar. İnsan konulara ve nesnelere eğilmeli, beliren ana sorunları tanımalı ve kavramalı – Wolfgang Klafki’nin dediği gibi. Bu başta içgörü ve tanıma, bilme ve sınama ve de sadece görünüşte kavrananın reddedilmesi olanaklarını gerektirir. Bu birbiriyle konuşma, hararetli tartışma olanaklarını gerektirir.
Birçok okul bunu bilmiyor. Onlar susulmasını, sessizliği talep ediyor. Ama her seyden önce içerikleri ve teknikleri odağa yerleştiriyor, öğrenimi, öğrenim verimlilik ve başarısını dikkate alıyor ve ölçüyor. Yanı sıra aslında ısrarla yapısalcılık ve yeterlilik isteniyor, her bir öznenin kendi öğrenen öznelliği kapsamında kendini göstermesi gerektiğinden söz ediliyor. Bu sözlerden hiçbiri doğru değil. Fiilen söz konusu olan şey, sonradan ölçülebilmesi ve değerlendirilebilmesi için performanstır, öğrenileni ortaya koymaktır. Mümkün olduğunca ekonomik önem taşıyan bir faaliyet için vasıfların değerlendirilmesidir – meslekten söz etmek giderek olanaksızlaşmaktadır.
5. Eğitim başka şeye gerek duyar, bu nedenle eğitim haklarının genişletilmesi nitekim başka şeyin daima hesaba katılmasını, olanaklı kılınmasını hedef almak zorundadır. Başka olan çeşitliliğin uygulanmasına dahil edilmelidir. Eğitim felsefesinin cafcaflı diliyle söylenecek olursa: Eğitim başkalık olmadan düşünülemez. Eğitim bilgi biriktirerek başarılamaz, kristalize olmayan bilginin alıştırmasını yaparak da olmaz – bu arada bunun kinizmi abarttığı belirtilmiş olsun, çünkü insan pekalâ bilgiye, tanıya ve deneyime dahi sahip değildir, aksine salyamsı kaygan birşey vardır, ki o da pekalâ mevcut değildir. Ezberlemek, alıştırma yapmak, ardından uygulamak. Bu saf işleve götürür: Üretimde, günümüzde ise daha çok tüketimde işlemek. Bu girişimin tamamı hem burada hem orada insanın yaşam gücünün belirlenmiş bir zamanda sömürülmesini hedefler. Buna iş de denebilir, bir de bu uzun süre kutsal ilan edilmiştir, bu yönden saf olan Karl Marx tarafından da. Verim zamana bağlı olarak gerçekleşmeli, ama bu verim giderek daha fazla enerji harcar, aynı zamanda dışarıdan belirlenir. Girişimciler, işverenler ve tüketim ürünleri üreticileri tarafından. Bir kez daha: İnsanlar sömürülmek isteniyor dijital ekonomide daha da fazla, çünkü dijital kapitalizm düşünüşün, duyumsamanın, arzulamanın ve faal olmanın özütlenmesine yönelmektedir, öyle ki, insanın bütün yaşam süresine egemen olunur ve bu süreden yararlanılır: 7/24, modern ekonominin tüm alanlardaki ideali budur, etkisi ise insanların artık sadece yorgunluğudur, odaklanamamaktır. Akabinde yerlerini otomatikleştirilmiş yaşam süreçlerine bırakırlar.
6. Ama şimdi bu eğitim hakkının genişletilmesi için ne anlam taşır? Aslında Filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel bir lise müdürü olduğu yıllarda bunu gördü. Okullar, pedagojik mekanlar, yararlı bilginin söz konusu olmadığı, aksine bilginin bir tarafta ufku genişletecek şekilde bir tür oyuna dönüştürüldüğü, ilham veren ortamlar olmalıdır: Örneğin tarih, modern bir ifadeyle düşünüşün faaliyeti hafifletilmiş bir ortamıdır. Diğer tarafta bu odak noktada neyin yer edindiğine dikkatleri çeker: Elbette düşünüş. Hegel buna felsefe yapmak diyor, kararlı bir denetleme, kavrama, kuşkusuz nesnel bir dünyayı ve geçerlilik arayan bilgiyi. Gerçek vardır, sürekli bizden kaçsa da. Biz onu kendimizden uzaklaştırmak zorunda kalsak da. Sorarak, tartışarak, sabırla, Epikürcülerin sükunetiyle, şüpheyle, geleceğe olan güvenle.
Ve? Zamanla ve daima alternatifleri, seçenekleri, başka olanı, imkânsızı düşünebileceğimiz ve sınayabileceğimiz mekanlarla. Dahası: Hiçbir şeyle uğraşmamayı kendimize müsaade ettiğimiz, adeta dünyadan ve belki de kendi kendimizden soyutlandığımız yerlerle. Şu soruları sorarak: Bunu yapmasak ne olurdu, farklı düşünsek, modern tekniksel açıdan opt out (çekilme; PoliTeknik) olarak adlandırılanı yapma olanağını kendimize çok görmesek. Kısaca: İştirak etmemek. Reddetme kararı almak. Önceden belirlenmiş yollarda tanıtılmayan algılar ve deneyimler kazanmak için belki de çok yeni bir bakış geliştirmek için. Şu şekilde de ifade edilebilir: Eğitim delilik gerektirir, eğitim aptallıkla el ele yürür, tabi burada aptallık kendi kendine güvenmeyi, dijital dikkat makinesinin gereklerine kendini teslim etmemeyi ifade ediyorsa şayet. Bu bir ihtimal şu anda kendini gösteren en büyük eğitim gerekliliğini ifade ediyordur. Modern iletişim medyasının ağına takılan farklı bir cins gibi görülen, gerçekte ise dijital iletişim şirketlerinin ana hedefi olarak addedilmesi gereken her şeyden kendini esirgemek. Yani cihazlara saldırmamalı, bu aptalca olurdu, çünkü Korona pandemisi boyunca bize yarar sağladılar ve aynı zamanda, örneğin birbirimizle eğitim hakkında konuşmayı olanaklı kıldılar. Ama cihazları arada sırada kapatmak, yüzünü dış dünyaya, yanındaki insana dönmek. Ve her şeyden önce insan kendisi için alternatifleri hazır bulundurmadan ve onları izlemeden bu dijital ekonominin yollarında yürünmesi gerektiğine asla inanılmamalı. Bu bir insan hakkı olarak eğitim hakkını genişletir, çünkü kendi üzerimizdeki kontrolümüzü yeniden bulmayı sağlar.