Prof. Dr. Michael Klundt | Hochschule Magdeburg-Stendal
Son zamanlarda cereyan eden farklı şiddet taşkınlıkları karşısında gösterilen medyatik, politik ve bilimsel tepkilere bakıldığında, şiddetin çoktan sosyal yapılara demirlemiş olduğunu değil de, salt dilden ve de internetten, ama her şeyden önce toplumsal kanatlardan çıktığını düşünesi geliyor insanın neredeyse. Bertolt Brecht’in de bir zamanlar yazdığı gibi, barbarlık barbarlıktan doğmaz: “Acımasızlık, acımasızlıktan değil, aksine onsuz yapılamayacak ticaretten doğar” (1935). Bu durum, aşağıda, toplumsal, burjuva orta sınıf olarak adlandırılan kesimden gelen ünlü entelektüeller örnek verilerek betimlenecek.
Siyasal bilimlerin ve sosyolojinin büyük öncü düşünürlerinden Max Weber, 1894’te Freiburg Üniversitesi’ndeki ilk dersi vesilesiyle yaptığı ve 1895’te yayımlanan konuşmasında şunları söylemiştir: »Gelecek kuşaklara barışı ve insan mutluluğunu değil, ulusal özümüzün korunması ve onun yücelmek üzere terbiyesi için sonsuz savaşı bırakmalıyız«[1]. 19. yüzyılın sonunda Weber, Alman Emperyalizmi’nin çıkarları doğrultusunda, milliyetçi hamleyle süper güce dönüşmek için uluslararası sınıf rejiminin keskinleştirilmesini talep etmiştir. Sözde gelecek kuşaklar adına ya da çıkarına şu ikazda bulunmuştur: »Çocuklarımız ilk etapta onlara bırakacağımız ulusal ekonomik örgütlenmenin tarzından değil, aksine onlar için dünyada kazanacağımız ve miras bırakacağımız, dirseklerini kullanacakları alanının genişliğinden bizi tarih önünde sorumlu tutacak[2]«.
Yazar Ernst Jünger, Weber’in ilk ders çerçevesindeki sunumu baskıya girdiği tarihte doğdu (1895-1998). Ne Birinci Dünya Savaşı yenilgisi, ne de Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası kayıtsız şartsız teslim olması, savaşın bu ateşli savunucusunu milliyetçi militarizminden vazgeçirememiştir. Günümüz yeni ve aşırı sağının bu idolü Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra örneğin şunu açıkça yazmıştır: »Halkımızın esas geleceğimiz bir dünyanın iyi bir dünya olabileceği umudunu yitirmeyecektir«[3]. Jünger bu emperyalist kibrin ruhuyla sonraları faşizmin önünü açanlardan biri olmuştur. Faşizmin rövanşist hazırlıkları için şunu dile getirmiştir: »Resmi mercilerce iyi ayarlanmış yurtseverlik ve de ona karşı çıkan güçler, tüm katmanlardan şeytanca alevlenen, halka ve anavatana inanç tarafından yutulmalı, farklı hisler taşıyan herkes kâfir damgasıyla dağlanmalı ve yok edilmelidir. Ne kadar milli ve hatta milliyetçi olsak azdır. Bayraklarına bunu yazan bir devrim, bizi daima saflarında bulacaktır[4]«. Böylece, henüz Weimer Cumhuriyeti döneminde, kendine taktığı adla »Nasyonal Sosyalizm’in« ideolojilerinin temel ilkeleri, kökleri kurutma talepleri ile imha uygulamaları yüceltilerek ifadesini bulmuştur.
Yeni Sömürgecilik ve Savaş
Weber’in ilk ders vesilesiyle yaptığı sunumdan yaklaşık 100 yıl sonra (yani 1992’de) eleştirel rasyonalizm olarak adlandırılan akımın, yeni olguculuğun ve değerlerden yalıtılmış bilimsel yargıların büyük savunucularından Karl Raimund Popper, görünüşte daha açık görüşlü ve ilerici, ama şiddeti daha az yüceltmeyen bir açıklama yapmıştır. Soğuk Savaş’ın ardından ve Birinci Körfez Savaşı’ndan bir yıl sonra, dünya siyasetindeki durumlara dönük yeni sömürgeci bakışını ortaya koydu. Buna göre »liberal Batı« eski sömürgelerini »çok hızlı ve çok ilkel biçimde özgürleştirdi«, ve bu devletleri »bir çocuk yuvası« gibi kendi hallerine bıraktı[5]. Çocuk bilimleri bakış açısından burada çocuklar, çocuk yuvaları, devletler ve topyekün halklar hakkında hangi imgenin aktarıldığını sormak gerekir. Her halükârda Popper için bütün bunlardan çıkan sonuç: »Burada barış için savaşmaktan çekinmemeliyiz«[6]. O günden bu güne, Batı Afrika’dan Orta Doğu’ya kadar bombalanmaya devam eden »çocuk yuvalarına« insanlığın bıkmadan yorulmadan alışması gerekti. Ve »teröre karşı savaşın« belli bir zaman dilimine, 2001’den 2015’e kadarki süreye ve belli bir bölgeye (Afganistan, Irak, Pakistan’a) bakıldığında, uluslararası doktor örgütlerinin o dönem için »Body Count« (savaşta ölen düşman sayısı; redaksiyonun notu) üzerine araştırma raporları, bir milyonu aşkın savaş kurbanı saptandığını belirlemiştir (bu rakamlar, »özgür Batı’nın« kurduğu »terör karşıtı ittifakın« salt bombardımanları ve zayıflatılmış uranyum mermileri nedeniyle gıdaları ve suyu zehirlenen, hastaneleri yıkılan, hastalık ve açlık gören ve erkenden ölümle buluşan milyonlarca çocuğu içermemektedir)[7].
Egemenliğe Eleştirel Yaklaşan Bilim
Sayıları bu denli çok olan sözde değerlerden yalıtılmış bilimsel yargılar karşısında şiddet, egemenlik ve sömürüyü eleştiren öncüllerini, yöntem, hedef ve çıkarlarını gizlemeyen bilim insanlarını ele almak doğrudan rahatlatıcı olur. Öyle ki Marx’ın »Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’ne« göre, »koşulsuz buyruk, insanın aşağılanmış, köleleştirilmiş, yalnız bırakılmış, hor görülmüş bir varlık olduğu tüm koşulları yıkmaktır«[8], ki bu, (erken dönem) Weber’in – Ernst Jünger’den söz etmeye bile gerek yok – ve (geç dönem) Popper’in aklından geçenlerin tam da karşıtıdır.
Marx’ın yaklaşımı Weber, Jünger ve Popper’in milliyetçi savaş hayallerini salt reddetmek ve çürütmek için değil, aksine onu sosyoekonomik formasyonundan hareketle açıklamak için de olanak sunuyor: Sosyal Demokrat Rudolf Hilferding 19. yüzyıl sonu ila 20. yüzyılın başında kapitalizmin ve emperyalist dünya sisteminin toplumsal esaslarını araştırmıştır. 1910’da yayımlanan »Finanzkapital« adlı kitabında artarak tekel görünümüne bürünen sanayi ve banka sermayesi birleşimlerini incelemiştir. Hilferding her iki sermayenin kaynaşmasına »finans kapital« adını vermiş ve onun siyasal, ekonomik ve ideolojik yapılarını ve de yan etkilerini ele almıştır. O böylece, kapitalizmin serbest rekabetten emperyalist çağın tekelci kapitalizme dönüşmesini konu alan ilk temel yapıtlardan birini yazmıştır – bir bakıma bu ilk emperyalizm teorilerinden biriydi. Hilferding sömürgeleştirmenin ve silahlanmanın artması nedeniyle sadece sistemik savaş tehlikesine değil, aksine finans kapital için gerekli yayılmacılık çabalarına ve de uluslararası ilişkilerde doğrudan ya da dolaylı şiddet politikalarının meşrulaştırılması amacıyla ideolojik değişikliklere de işaret etmiştir – ki erken dönem Weber, Jünger ve geç dönem Popper’in görüşlerine tekrar dönmüş oluyoruz. Hilferding, eski özgürlük ideallerinin, liberalizm ideolojisinin, »finans kapital« özgürlük değil, aksine egemenlik istediği için emperyalist çağın burjuvazisi tarafından kenara atıldığını saptıyor[9]. Kısaca: Her kim insanların onurunu ve insan haklarını, hatta yaşam hakkını inkâr ediyorsa, o buna uygun etkili bir gerekçeye ihtiyaç duyar. Irkçı ideolojiler ve milliyetçi tasarımlar bu amaç için mükemmeldir. »Şimdi ideal görünen şey, kendi ulusunun tüm dünya üzerindeki egemenliğini güvence altına almaktır, içinden türediği sermayenin kâr etme çabası kadar sınırsız bir uğraşıdır bu. Sermaye dünyanın fatihi oluyor, ve her yeni ülke ile, aşılması gereken yeni bir sınır feth ediyor. Bu çaba ekonomik bir zorunluluk haline gelmekte, çünkü her geride kalış, finans kapitalin kârını düşürüyor, rekabet gücünü zayıflatıyor, ve bu da nihayet daha küçük ekonomi alanının büyükler tarafından haraca bağlanmasına neden olabilir. Bu finans kapital ekonomiyle gerekçelendirilerek, ulusların kendi siyasal kaderlerini tayin ve bağımsızlık hakkını artık tanımayan ve insan çehresi taşıyan herkesin eşitliğine dair demokratik inancın ifadesi olmayan, ulusal düşünüşün ideolojik açıdan o ulusal ölçekteki garip bükümüyle meşrulaştırılıyor. Tekelin ekonomik önceliği, daha çok kendi ulusunun sahip olması gereken öncelikli konumunda yansısını bulur. O diğer uluslara kıyasla seçilmiş ulus olarak yansır. Demek ki yabancı ulusların şiddet yoluyla alt edilmesi son derece doğal yoldan gerçekleştiği için, egemen ulus bu egemenliğini sıra dışı, doğal özelliklerine borçlu görmektedir, yani ırk özelliklerine. Böylece ırk ideolojisinde finans kapitalin egemenlik çabası için doğa bilimlerine bürünmüş bir gerekçe ortaya çıkmaktadır ve o, eylemlerinin doğa bilimlerine dayalı koşullarını ve zorunluluğunu kanıtlamış olur. Demokratik eşitlik idealinin yerini oligarşik egemenlik ideali aldı«[10]. Bu gelişmenin faşizm gibi otoriter rejimlerin doğmasına kadar uzanan saldırgan ve antidemokratik etkilerini Hilferding, bu rejimler 1920’li ve 30’lu yıllarda iktidara gelişlerini henüz kutlamadığında öngörmüştü. Güncel bir nedenle bu analizler ne yazık ki günümüzde de oldukça önemli ve demokrasiye, sosyal eşitliğe ve barışa değer veren herkesin onları dikkate alması gerekir. Böylece daha yaşlı SPD üyesi Hilferding, Weber, Jünger ve Popper’in ve daha genç SPD üyesi Sarrazin’in ideoloji ve işlevinin kolayca aydınlatılmasına ayrıca katkı sunabilir. Çünkü her kim Avrupa’yı yatırıma elverişli bölge kriterlerine göre düzenler, şurada ya da burada savaş yürütür ve AB’nin krize giren devletlerine refah şovenizmi tarzında yaklaşırsa, o Sarrazkinizm’de kendine uygun ideolojiyi bulur (yazar Sarrazin ve kinizim sözcüklerini birleştiriyor; redaksiyonun notu).
Öte yandan yıllardır Michel Pinçon ve Monique Pinçon-Charlot tarafından araştırılan zengin ve yoksul arasındaki sosyoekonomik şiddet ilişkileri de dikkate alınmalıdır. Bu eski CNRS araştırma direktörleri, “Olağanüstü bir Sosyal Yıkımın Zaman Çizelgesi” adlı sosyolojik çalışmalarında “zenginlerin şiddetinden” söz etmekte (“La violence des riches. Chronique d’une immense casse sociale”, Paris 2013). Onlar son on yılların neoliberal yeniden yapılandırmalarının, sözcüğün gerçek anlamıyla insanı çöpe attığını, onları mahvettiğini, değersizleştirme ve aşağılamayı vücutlarına ve kafalarına kazıdığını belirtiyor. Bu esnada yılgınlığın ve kinciliğin arttığına değiniliyor. Belirsiz bir yüze sahip bir hasmın eseri olmaktan uzak, bu sınıf şiddetinin aktörleri, stratejileri ve mekanları – ve hükümette siyasi sorumluları – olduğu belirtiliyor. Bu nedenle onlar “de faire la critique du ‘bourgeoisisme’”yi acilen gerekli görüyor (Pinçon/Pinçon-Charlot 2013, S. 239 ve akabindeki). Ancak siyaset, medya ve bilim alanındaki sesler son yıllarda şiddet ve onun toplumun sosyal ve ideolojik bölünmesine dayalı temelleri hakkında konuştuklarında, burjuvazizm olarak anılan duruma yöneltilen bu eleştiri akıllarına gelmemektedir.
[1] Weber, Max (1988) [1894/95]: Der Nationalstaat und die Volkswirtschaftspolitik. In: ders.: Gesammelte Politische Schriften. 5. Aufl. Stuttgart, S. 1-25, S. 14; Herv. i.O.
[2] a.g.e.
[3] alıntı, Harich, Wolfgang (2018/[1945/46]): Der falsche Frieden. Gegen Innerlichkeit und Kriegsverherrlichung. Frühe Feuilletons aus dem Kurier zeigen Wolfgang Harich als polemisches Talent, kaynak: junge Welt v. 29.10.2018 (Nr. 251), S. 12-13, S. 13.
[4] a.g.e.
[5] Popper, Karl R. (1992): »Kriege führen für den Frieden«. Interview mit Olaf Ihlau, kaynak: SPIEGEL Nr. 13 v. 23.3. (46. Jg.), S. 202-210, S. 208.
[6] a.g.e., S. 205f.
[7] bkz. International Physicians for the Prevention of Nuclear War (IPPNW Germany), Physicians for Social Responsibility (PSG Washington DC) & Physicians for Global Survival (PGS Ottawa) (Hg.) (2015): Body Count – Opferzahlen nach 10 Jahren »Krieg gegen den Terror«: Irak – Afghanistan – Pakistan, 1. Auflage, deutsche Version, Berlin 2015; verfügbar unter: http://www.ippnw.de/commonFiles/pdfs/Frieden/BodyCount_internationale_Auflage_deutsch_2015.pdf, S. 17ff.
[8] MEW (1972ff.): Marx-Engels-Werke Bd. 1-42. Berlin, MEW 1, S. 385; Herv. i.O.
[9] Hilferding, Rudolf (1947/1910): Das Finanzkapital. Eine Studie über die jüngste Entwicklung de Kapitalismus. Berlin, S. 502.
[10] a.g.e., S. 504.