“Türke erstach Kölner – Türk, Kölnlüyü bıçakladı!” bu manşet 80’li yılların ortasında Kölner Express; Köln’ün bir numaralı tabloid gazetesinin attığı manşetti. Olay aslında olağan bir şiddet vakasıydı. Ancak yüksek tiraja erişme hızını alamayan başyazar, insanlık onuru ve gazetecilik ilkelerini de bir kenara atıp, olayı, nefret suçları kıvamında; aşağılayıcı bir biçimde “zalim bir Türk’ün”, “zavallı bir Almancağıza” ettiği zulüm imgesine dönüştürmüştü. Ne yazık ki bu manşet abartılı, tek yönlü ve yalnızca Almanya toplumuna hakim kesimlerin penceresinden, yine onların hoşuna gidecek, alttan alta benliklerini şişirip egolarını okşayacak talihsiz yayımların ne ilki ne de sonuydu.
Çok öncesinde anlı şanlı der Spiegel şöyle diyordu 1973 yılının 31 sayılı basımında: “Die Türken kommen – rettet sich wer kann / Türkler geliyor, kurtaran kurtarsın canını”. Bilindiği gibi bir yıl sonra da Anwerberstopp, Almanya’ya işçi alımı uygulaması sonlandırıldı. Bu ayrıcalık sırf Türklere mi tanınıyordu? Elbette hayır! Türklerden önce İtalyanlara da uygulanmıştı. İlk “konuk işçilerin” çoğu İtalya’nın güney ve kırsal bölgelerinden gelen genç işçilerdi. Bunların büyük bölümü Ruhr Havzası’na kapağı atmıştı. Alman işverenleri kendilerinden memnundu, gelgelelim Alman erkekleriyse endişeliydi. İtalyan erkekleri, kadınlar için oldukça yabanıl, dolaysıyla ilginç ve çekici geliyordu, ki çok geçmedi Alman erkekleriyle aralarında geçen ilk çekişmelerin ardından “Spagetti-Mafia, İtaka, Pizza-Mafia” gibi aşağılamalar yerli gazeteleri süslemeye başladı. Yunanlıların haliyse ortada, ama bir iki klasiği de onlar için örnek verelim yine de: “Griechen die kriechen, Griechenpleite, faule Griechen”lerin yanı sıra, Wirtschaftswoche dergisi bile şu başlığı kendine yakıştırabildi: “Wer kassiert unser Geld der Griechenland-Rettung?/ Yunanistan’ı kurtarma paralarımız kimlere gidiyor?”.
Gelgelelim Rusya’dan, atalarının yurtları olan Almanya’ya kesin dönüş yapan Rusya göçmenlerine, ya da kitle yayınlarında Lehlere yapılan yakıştırmalara..! Onları da dilerseniz siz bir tahmin edin, özellikle hangi hakkaniyetli sözcüklerin tercih edildiğini bir an göz önüne getirin…! Siegen Üniversitesi’nden Dr. Sonja Weber-Menges’in “Die Rolle der Massenmedien bei der Integration von Migranten – Kitle İletişim Kuruluşlarının Göçmenlerin Uyumundaki Rolleri“ başlıklı çalışması yayınların ezici çoğunluğunun olumsuz, aşağılayıcı, ayrımcı, yaftalayıcı, hatta onur kırıcı olduğunu saptıyor. Nasıl oluyor da ülkenin dördüncü erki olarak adlandırılan ve kamu adına yapılan icraatları araştıran, gerektiğinde usulsüzlükleri su yüzüne çıkaran, yani bir bakıma denetim görevi üstlenen, demokratik haklara ve de insan haklarına bağlı olması gereken ülkenin bu kadar önemli bir aktörü, çıkar uğruna bu derece yanlı ve yanıltıcı yayınlar yapabiliyor? Hem de kamu yararına değil, orta ve uzun erimde ülkenin toplumlarüstü kaynaşmasının önüne en dik setlerinden birini oluşturarak bu denli büyük çapta zarar verebiliyor? AfD gibi ırkçı partilerin, Sarazzin gibi şarlatanların Almanya toplumu içerisinde kendilerine yer edinmesi büyük ölçüde bunlar aracılığıyla da gerçekleşmemişmidir? Ne yazık ki, başta ırkçılığın ve ayrımcılığın körüklenmesinin yanı sıra ekonomiden tutun, siyaset, eğitim, neredeyse her alanda ülkenin toplumsal çıkarlarına ters, haksız yayınlarıyla birçok açıdan nesnel tartışmayı engelleyen bir segmentten söz ediyoruz. Ve bu segemente hakim kesimler toplum algısının oluşumunda belirgin bir konuma sahip kadrolardır. Bunlar, ne toplumun geniş kitleleri üzerinde korkut-sat stratejisi uygulayıp suç istatistikleri üzerinden yaftaladıkları kriminal yabancılar gibi, ne de Ford, Mercedes ya da diğer otomotiv şirketlerinde, ağır sanayi vb. alanlarda işinde güçünde olan yurttaşlar gibi etkisi sınırlı kesimler değillerdir.
Nitekim bu yurttaşların ancak kendi dar çevrelerinde faaliyet yürüten, etnik yayınlar yapan kimi yayın organlarıdan söz edilebilir. Bu yayınlarınsa toplumun geneline nüfuz edecek ölçüde güçleri yok. İsteseler de ne kapalı kapılar ardında reklam almak için herhangi bir güç odağının çaktırmadan da olsa borazanlığını, haksız savunmasını ya da çıkar çığırtkanlığını yapabilirler. Etnik yayımlar, nükleer enerji, ilaç ve silah sanayiinde sıkça gözlemlendiği gibi kamuoyunu yanıltma girişimlerine araç olabilmek için henüz çok marjinal. Yani Alman konumdaşları gibi, “göçmen” kesimlerin çoğunluğu da aslında an itibariyle toplumsal konumları gereği isteseler de ülkeye ağır hasar verecek herhangi bir yayın ya da başka bir eylem gerçekleştiremez. Öyleyse, yaşasın söyleyecek sözü çok, ama etkisi bir o kadar zayıf büyük çoğunluk!