Laiklik (laïcité) ve Sekülerlik (saecularis) aynı konuya ilişkin farklı iki kavramdır. Laiklik eski Yunancadaki Laikos (laïkós) sözcüğünden gelir. Laikos kutsanmamış ya da adanmamış demektir. Bugünkü anlamı ise din ile devletin anayasal bağlamda kesin olarak birbirinden ayrı ve bağımsız olmasıdır. Bu kavramın geçmişte uygulama alanı bulduğu ülke Fransa’dır. Gerçekten 19. Yüzyılın sonunda Fransa’da ilk kez dinî olmayan öğretim sisteminin kabul edilmesiyle laiklik aynı zamanda bir kamusal kurum niteliği kazanmıştır. Bunu izleyen dönemde Fransa ile Vatikan arasındaki diplomatik ilişkiler tümüyle kopmuştur. Bu ilişkilerin tekrar canlandırılması ancak 1921 yılında kilise ile devletin ayrılmasını öngören 1905 tarihli yasa ile mümkün olmuştur. Laiklik ilkesi ise ilk kez bu yasanın düzenlemesine uygun olarak 1946 Anayasası’nın, Fransız devletinin “bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet” olduğunu öngören 1. maddesinde yer almıştır. Halkın yüzde ellisinin Roma-Katolik inancına sahip olduğu Fransa’da kilise ile devletin birbirinden ayrılığı yerleşik bir kural olarak kabul edilmiştir. Bu kuralın uzantısı olarak, örneğin Almanya’da olduğu üzere bir kilise vergisi bulunmadığı gibi, devlet okullarında din dersi de yer almamaktadır. Devletin bir dininin bulunması olgusu İtalya’da daha önceleri var olan bir olguyken 1984‘te kaldırılmıştır. Dünyada laikliği bir temel ilke olarak kabul eden ilk anayasanın hangisi olduğuna gelince; bu, 1924 tarihli T.C. Anayasası’nın 2.maddesini değiştiren 3.2.1937 tarihli T.C. Anayasası’dır. Görüldüğü gibi Türkiye, laikliği bir anayasal ilke olarak Fransa’dan önce kabul ve açıkça ifade etmiştir. Türk anayasa hukukunda kabul edilen laiklik ilkesinin olumsuz yönü Devletin din ya da dinleri resmî kurum olarak tanımaması, olumlu yönü ise inanç ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almasıdır. Fransa ve Türkiye dışında, laikliği bir temel kamusal ilke olarak kabul eden bir çok ülke vardır. Bunların başında Portekiz, Çin Cumhuriyeti, Japonya, Güney Kore, Hindistan, Küba, Meksika ve Çek Cumhuriyeti gelmektedir.
Sekülerliğe gelince; bu sözcük Yunancadan gelen laiklik’ten farklı olarak Latince kökenli (sæcularis) olup dünyevî anlamına gelir. Dünyevî sözcüğünün anlamı da bir dine bağlı ya da karşı olmamak demektir. Bu ise devlet ve dinin ayrı olmasını gerektirir. Böyle bir gerekliliğin sonucu, devlet yönetiminde ve yasama işlevinde, yani yasaların yapılmasında dinsel düşünce ve öğretilerin kaynak alınmaması esastır. Başka bir bakımdan da sekülerlik, devlet kurumları ve kuruluşları ile bu kuruluşların içinde yer alan ve bunları temsil eden kişilerin hukuken dinsel inanışlardan bağımsız olarak işlevlerini yerine getirmesidir. Sekülerlik, aynı zamanda, farklı din ve inanışlardan olan kişilerin yasalar önünde eşit sayılmalarını gerektirir. Şunun da işaretlenmesi gerekir ki, sekülerlik, yani sekülarizm, ateizm demek değildir. Seküler kamusal kuruluşlarının en tipik örneği ABD’deki devlet üniversiteleridir. Bunlar genel olarak “Haklar Bildirgesi” (Bill of Rights) gereği seküler kurumlar niteliği taşımaktadırlar. Fransız ve Alman üniversiteleri, bazı mezhep üniversiteleri dışında, genel olarak bu niteliktedirler. Türkiye’deki üniversitelerin tümü, 1961 Anayasası’nın çağdaş öğretim ve eğitim esaslarına göre faaliyet gösterme zorunluluğunu öngören 130. maddesi gereğince seküler kurum niteliği taşımaktadır.