Prof. Dr. Vernor Muñoz
Kosta Rika’dan sempozyuma katılan eski BM Eğitim Hakkı Özel Raportörü ve “Eğitim Haklarının Genişletilmesi” Projesi Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Vernor Muñoz, eğitimin temel bir insan hakkı olduğunu belirterek giriş yaptığı sunumunda, bu hakkın, birçok insan hakkı sözleşmesinde yer aldığını ve doğumla başlayıp ölümle son bulduğuna işret edip, şöyle söyledi: “Benim kişisel düşüncem, eğitim ve öğretim, yaşamın kendisinden de daha genel bir evrensel insan hakkıdır…. bu nedenle diyorum ki, eğitim ve öğretim de bir insan hakkıdır, ancak o etkin bir haktır, bir diğer ifadeyle diğer tüm hakların hayata geçebilmesi yönüne açılan bir kapıdır”.
Prof. Vernor Muñoz’a göre eğitim ve öğretim bir dizi engelle karşı karşıya, tüm anayasalarda yazılı olmasına rağmen, gerçekler farklı. Buna göre, mevcut veriler 230 milyon çocuk ve genç insanın okula gitmediğini gösteriyor, bunun ana nedeni yoksulluk. Ancak dezavantajlara dönüşen cinsiyet, kültür, ekonomik koşullar, uyruk vb. nedenlerle eşitsizlikler de artıyor ve bunların Almanya’da da gözönünde bulundurulması gerekiyor. Alman eğitim ve öğretim sisteminin yapısına bakıldığında, göç kökenli çocukların liselere devam oranı ortalamanın altında ve Hauptschule olarak
adlandırılan, düşük mezuniyet sunan okul türünde ise ortalamanın üstünde seyrediyor. Gelişmekte olan ülkelerde çocukların kendi dillerinde eğitim almaması sorunlar arasında yer alıyor. Kimi ülkelerde eğitime ayrılan bütçeler küçük bir kesime yarar sağlıyor.
Muñoz sözlerine şöyle devam etti: “Öyleyse şimdi asıl soru, eğitimin ne için olduğudur? Eğitimin amacı nedir? Okullardaki çocuk sayısını arttırdık, ancak sorunlarımız da, ekolojik sorunlarımız, şiddet sorunlarımız da arttı”. Çok bilgi ve yeteneğe sahip olmanın, yaşamı yüceltme duygusu olmadan anlamsız olduğunu belirten Prof. Muñoz, konuşmasında şu sözlere yer verdi: “Ben eğitim ve öğretimin bilimsel yeteneklere ya da bilgilere yoğunlaşmaması gerektiğini söylemiyorum. Ben diyorum ki, bu bilgilerin onurun inşasına katı sunması gerekiyor”.
Vernor Muñoz’a göre kapsayıcı toplumlarda bilginin inşası, katılım, çeşitliliğe saygı ve insan haklarının hayata geçmesi eğer eğitim ve öğretimin çekirdeğini oluşturacaksa, o zaman eğitimin kalitesi sorunu, okuldaki başarımların ya da beceri ediniminin çok ötesine geçen bir sorun olarak görülmelidir. “Biz bu nedenle bir insan hakkı olarak eğitim hakkının ve özellikle de 26. maddenin (İHEB’sindeki madde kastediliyor; redaksiyonun notu) genişletilmesini destekliyoruz”. Eğitimin salt beceriler aktarmaması, daha çok insanları değiştirmesi gerektiğini belirten Prof. Muñoz, konuşmasına kısa bir anlatıyla devam etti.
Bu anlatı engelli bir kişiyi konu ediniyor. Söz konusu şahıs uluslararası bir engelli yarışmasına katılıyor, öncesinde de iki yıl boyunca müsabakaya hazırlanıyor. Yarışma günü geldiğinde o çok heyecanlı ve diğer yarışmacılarla sıraya giriyor. Tribünler coşkulu, yarış başlıyor ve bu kişi o denli heyecanlı ki, koşarken yere düşüyor. Tüm stadyumu sessizlik kaplıyor. Buna şaşıran diğer engelli yarışmacılar ne olduğuna bakıyor, yere düşen rakibi görünce de yanına dönüp onu kaldırıyor. Bu öyküden çıkardığı dersleri dinleyicilere aktaran Vernor Muñoz, eğitimin bir yarış olmadığını, o bir insan hakkı ve kamu yararı teşkil ettiğinden, bir kişinin başarısının, bir başka kişinin başarısızlığına dayandırılamayacağını, öğrenmek kolektif bir fenomen olduğundan, yalnız yapılamadığından, öğrenmek için bir başkasının desteğine ihtiyaç olduğunu sözlerine ekledi.
Prof. Dr. Eric Mührel
Sempozyumun ilk oturumunda söz alan Prof. Dr. Eric Mührel, dijital küreselleşme bağlamında, bir insan hakkı olarak eğitim hakkının karmaşıklığı çerçevesinde şekillendirdiği sunumunda, çağımızın belki de Reform ve Rönesans döneminin büyük kriziyle karşılaştırılabileceğini, gelecek on yıllarda yaşam koşullarının ve gerektiğinde dünya ile hayata ilişkin tüm anlayışımızın kökten değişeceğini savunarak, şimdiki ve gelecekteki kuşakların bu dönüşüm süreçlerine nasıl yaklaşabilecekleri sorusunu ele aldı. Bu bağlamda ilk adımda dijital küreselleşmeye, ikinci adımda günümüzde enformasyon ile bilgi ve bilgi ile eğitim arasındaki girift duruma değineceğini, üçüncü adımda da mutlaka genişletilmesi gereken İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 26. maddesine öneriler getireceğini belirtti.
20. yüzyılın ortasından itibaren, günümüzde yaşam dünyamızın derinliklerine nüfuz eden metinlerin dijitalleştiğini ve aynı zamanda insanın da artan bir dijitalleşmeye tabi olduğunu söyleyerek sözlerine devam eden Prof. Mührel, artık insanın ne olduğuna dair anlayışımızın ve bu anlayışın optimize edilmesinin genetik ve beyin fizyolojisi bakış açısından radikal bir değişime uğradığını şöyle ifade etti: “Tanrının yaşama ilişkin metinleri kaleme alan bir yazılımcı olduğunu ve belki de yazmaya devam ettiğini artık biliyoruz. İnsanlar olarak biz biyolojik bilimsel açıdan bu metinleri okuyabilecek ve tanrının üstünkörü bir iş çıkardığını ve belki de hâlâ çıkarmakta olduğunu görebilecek düzeydeyiz. Yaşamın bu metinlerini neden geliştirmeyelim ki? Hangi gerekçeler bunu destekliyor ya da desteklemiyor”.
Şeylerin de dijitalleştiğine ve dolayısıyla bu şeylerle olan ilişkimizin de altüst olduğuna değinen Prof. Mührel, onların şimdi sadece kavrayışımız çerçevesinde birer nesne değil, aksine yaşam dünyamızın aktörlerine dönüştüğünü söyledi. Bu çerçevede, Mührel, Batı perspektifinde Yunan aydınlanmasının başlangıcından çok önce nesnel dünyanın ruhlarıyla konuşmanın normal ve doğal olduğuna, bugün dahi Kızılderililerin doğayla ilişkilerinde bunun geçerliliğine atıfta bulunarak, şöyle devam etti: “Ancak, sabahleyin Alexa’nın ya da buzdolabının öğle yemeğini planlamak üzere kendisiyle doğrudan konuştuğu aydınlanmış insan için, ki böyle birisi birgün varolursa şayet, bu nasıl bir anlam taşıyor? Bu olgu toplum ve demokrasi anlayışını nasıl değiştirir?”.
Prof. Mührel’e göre insanların içine girilen bu süreçlerin salt ilgilileri ya da köleleri olmasını istemiyorsak, eğitime ihtiyaç var.
İkinci adım olarak enformasyon, bilgi veeğitim ilişkisini irdeleyen Eric Mührel, enformasyonun Platon ve Aristoteles’in metinlerinde bir düşünceye biçim vermek anlamına geldiğini ve daima insanı şekillendirmek ile ilgili bir boyut içerdiğini, özü oluşturma ve kişisel olgunlaşma sürecini içinde barındıran eğitimin de daima konu edildiğini, günümüzde ise, onun, içinde ileti içeren salt birşey olarak görüldüğünü vurguladı. Buna göre, bilgi, nitelikli değerlendirme kriterleri bazında algılanmış, işlenmiş ve yorumlanmış enformasyonları ifade eder. Dolayısıyla enformasyon bilginin dayanağıdır, ancak bilgi değildir. Bilgi ise yaşamın şekillendirilmesine eklenmeyi gerektirir, bilgi, ancak bireysel ve toplumsal yaşam taslaklarına anlamlı bağlantılar halinde eklendiğinde eğiticidir, bir diğer ifadeyle, enformasyon, bilgi üzerinden, insanların moraletik eğitimiyle iç içe geçtiğinde anlam kazanır.
Prof. Mührel, durdurulamayan bir enformasyon çığının düşmekte olduğunu, bunun %95’inin ise mutlaka yaşamın şekillendirilmesi bakımından eğitici nitelikte katkı sunmayan enformasyonlardan oluştuğunu belirterek, bu çığın medya ve özellikle internette herşeyden önce enformasyon çöplüğünden oluştuğunu savundu. Buna rağmen söz konusu yeni bilişim teknolojilerinden vazgeçilemeyeceğini, bu teknolojilerden dışlanan yeni bir enformasyonsuzlar sınıfını oluşturduğunu sözlerine ekledi.
Son olarak eğitim haklarının genişletilmesi için buradan ne sonuçlar çıktığı sorusuna eğilen Mührel, insanların kendi seslerini keşfedebilecekleri bir kültürün yaratılmasını eğitimin görevi olarak ön plana çıkararak şunu belirtti: “Belki de bu genel olarak insan haklarının reel bir ütopyasıdır: İnsanların kendi seslerini bulabildikleri ve sesleriyle yerlerini saptayabildikleri ve de ona katılabildikleri gerçek anlamda insani bir dünya”.
Prof. Dr. Michele Borrelli
Ordinaryüs profesör olarak Calabria Üniversitesi’nde pedagoji dalında öğretim üyesi görevini yerine getiren ve “Eğitim Haklarının Genişletilmesi” Projesi’nin İtalya koordinatörü olan Prof. Dr. Michele Borrelli, küreselleşme, insan hakları ve eğitim konusu çerçevesinde İtalya’daki güncel durumu irdelediği bir sunumda bulundu.
İnsanı salt yerel değil, genel olarak da eğitmek, Batı dünyasında uzun ve zorlu bir sürecin ardından ortaya çıkmış olsa da, onun, dünya ölçeğinde kesinlikle tamamlanmış ve herkes için güvence altına alınmış olarak görülmesinin pek de mümkün olmadığını belirterek sözlerine başladı. Eğitimin ülkelerin ekonomi ve sosyal politikalarıyla bağlantılı bir konu olduğunu dile getiren Prof. Borrelli, Batı dünyasında geliştirilen hümanizmin önemini irdeledikten sonra, insan doğasından türeyen hakların devlet yasalarının üstünde olduğunu, tüm yurttaşlara tanınması ve hatta yerine getirilmeleri için devletin gereken koşulları yaratması gerektiğini belirtti.
Prof. Borrelli, İtalya’da insan haklarının anayasal güvence altına alınmış olduğunu, ancak bunun ekonomik krizleri, eğitim sistemindeki kötüleşmeyi ve sosyal dışlamayı tümüyle ortadan kaldırmadığını, İtalya’ya ilişkin ampirik verilerin, eşitlik ve adalet söylemleriyle gerçeklik arasındaki çelişkiyi ortaya koyduğunu, ekonomi ile eğitim ilişkisinin zayıflamasının riskler yarattığını vurgulayarak, bu duruma iki örnek gösterdi. Buna göre İtalya’da son 15 yılda yaklaşık 3 milyon öğrenci okulu yarıda bıraktı, bu rakam yaklaşık 9 milyon öğrencinin %31’ni oluşturuyor ve bu öğrencilerin %35’i de Sicilya ve Sardunya adalarındaki öğrencilerden oluşuyor: “Elbette hiç kimse öğrencilerden okulu bir mezuniyetle sonlandırmalarını bekleyemez, ancak bu oranların neden o denli yüksek olduğu ve diğer bölgelere kıyasla Güney İtalya’da neden bu büyük farkın ortaya çıktığı sorusu gündeme geliyor”.
Okulu yarıda bırakan bu üçte birlik oranın da işsiz kaldığını ve herhangi bir ek eğitime devam etmediğini belirten Borrelli, 15 ila 29 yaş arası grubu temsil eden ve sayıları 3.5 milyonu bulan bu kesimin 2 milyonu kadın ve aynı biçimde iki milyonu da Güney İtalya’da yaşıyor.
Prof. Michele Borrelli’nin ikinci örneği, ekonomik gelişmelere ve bunların Güney İtalya ve oradaki eğitim süreçlerine ilişkin olmuştur. Buna göre sonu öngörülemeyen ekonomik kriz koşulları, Güney İtalya’da üretimin az olduğu ve de kenar bölgelere diz çöktürdü ve bu durum, akademisyenler ile umutsuz gençlerin geleceği için ağır sonuçlar doğuruyor. Sadece
bir ortaokul mezuniyeti olanlar için bu bağlam alarm veriyor. Bu grubun %45’i işsiz ve gelecek perspektifinden mahrum. Yüzyıllardır göç veren bir bölge olan Güney İtalya, yeni göç nedeniyle gelişimi için gerekli güçleri yitiriyor. 2001 ila 2014 yılları arasında 1.7 milyon insan Güney’i terk etti, 526 bin genç iş piyasası nedeniyle iç ve dış göç kapsamında bölgeden ayrıldı, onların %40’ı yüksekokul mezunu ve diplomalı, eğitimleri için yatırım yapılan ve şimdi erişilemeyen kaynaklar. Hesaplamalar gelecek 50 yıl içerisinde Güney’in 4.2 milyon, yani nüfusunun beşte birini kaybedeceğini gösteriyor. ISTAT verileri, 2005’te Güney İtalya’da genç insanlar arasında işsizliğin %35 civarlarında olduğunu gösterirken, bu oran 2015’te baş döndüren bir orana, %53,9’a ve hatta Calabria’da %65,1’e yükseldi.
Prof. Borrelli bu koşulların bir facianın habercisi olmadığını, aksine bir facianın yaşandığını kavramayı sağladığını belirtti.
En üretken kesimlerini kenara iten bir toplumun, insan haklarının uygulanması ve genişletilmesi ışığında, tüm yurttaşların geleceğini güvence altına alıp alamayacağı sorusunu öne çıkartan Michele Borrelli, karşı karşıya kalınan çelişkinin, genç insanlarda onurlu bir gelecek umudunun azalmasıyla birlikte, geri alınamaz bir hak olan eğitim hakkı için savaşma motivasyonlarının ve de bu uğurda çaba ve isteklerinin de azaldığını gösterdiğini dile getirerek, sunumunu bir soru ile tamamladı: “Şayet eğitim, ister ona sahip olunsun ya da olunmasın, özgürce ve onurlu bir insani geleceği planlamaya ve böylesi bir geleceği güvence altına almaya yetmiyorsa, o zaman o başka ne işe yarar ki?”.