Tyriese James Holloway – Rowan Üniversitesi – ABD
17 Mayıs 2018’de The New York Times’ta “New Jersey Law Codifies School Segregation” (New Jersey Yasası Okul Ayrımcılığını Sistem Haline Getirdi) başlıklı bir makale yayınladı. Bu makaleyi gördükten sonra, New Jersey’nin (bunu hafif bir tabirle ifade edersek) ayrımcı (etkileyici bir görünüm amaçlıyorsak Apartheid) bir eyalet olduğu fikrinde benim için yeni olan bir şey olmadığını düşündüm. Daha net olmak gerekirse, makale, New Jersey’nin siyah öğrenciler açısından en ayrımcı altıncı eyalet olduğunu not düşüyor, lisans yıllarımda bu olguyu merkeze alan çok sayıda atölye çalışması gerçekleştirmiştim. Dediğim gibi dostum, ben bunu şahsen deneyimledim. Kişisel bağlamda konuşmak gerekirse, ben evlatlık edinilmiş bir çocuğum. Aslında, iki kez evlatlık edinilmiş olacak kadar özel olduğumu tahmin ediyorum.
Camden, New Jersey’de doğdum, uyuşturucu bağımlılığından kurtulmayı başarmış biri olan annem bana bakacak durumda değildi. Anlatılana göre, çocukken bir koruyucu aileden diğerine taşınmış durmuşum ve en sonunda beni evlat edinen ilk üvey annem Bayan Leslie Farmer’ın yanında kendime yer bulmuşum. İlk üvey annem, inanılmaz ölçüde nazik, sevgi dolu ve özverili bir anneydi. İlk evlatlık edinme sürecime ilişkin yalnızca sınırlı şeyler anımsıyorum, fakat süreç tamamlandıktan sonra evlatlık edinilen çocuğun aldığı oyuncak ayının görüntüsü asla unutulamaz. Bu sırada, Bayan Farmer bir başka çocuk daha evlatlık edinmişti, Nysaire’yi. Her ikimiz de H.B. Wilson İlkokulu’na birlikte gittik. Genç bir öğrenci olarak okulda son derece başarılıydım ve beş yaşındayken oldukça akıcı bir biçimde okuyabiliyordum. Çünkü annem beni geç saatlere kadar oturturdu ve benimle İncil okurdu. James’in kitabı, ikinci adım olduğu için özellikle üzerime yapışmıştı. H.B. Wilson İlkokulu’nda evde ayakkabını kaybettiysen, okula çoraplarınla gelirdin. Hepsi bu. Okulun koridorlarından siyah ve kahverengi (Brown) öğrenciler gelip geçerdi. Televizyon ekranım haricinde gördüğüm tek beyaz Camden’da yaşamayan bir idareciydi.
Bu da yedi yaşlarımdayken, annem bir inme geçirinceye kadar gerçekleşmedi. İlk üvey annemin tanrıyla çok yakın bir ilişkisi vardı ve aklımda kaldığına göre, onunla kocasıymış gibi konuşurdu. Bunun konuyla ilgisi yok, fakat dudağını kıvırarak gülümsediğini hatırlıyorum. Bana, birden fazla hafif inme geçirdiğini ve terapiye gittiğini söylemişti. İlk üvey annem bana karşı son derece dürüsttü, her zaman evlatlık edinildiğimi bilir, koruyucu aile sistemine geri gönderilmekten kesinlikle korkardım. Arka arkaya geçen aylardan sonra, evi idare etmek zorunda olduğum konusunda baskı hissettiğimi hatırlıyorum (ve annemin inatçı yeme alışkanlıklarını tolere ediyordum). Analog saatleri okuyamadığım halde, her şeyi elimden geldiğince en iyi şekilde yapıyordum. Evimizde arka kapının anahtarı yoktu, bu nedenle genellikle çok kısa uyurdum ve kimsenin içeri girmediğinden emin olmak için tüm gece uyanık kalırdım. Sabah altı dolaylarında kıyafetlerimi hazırlar, yiyecek bir şeyler bulmak için okula giden ilk çocuk olurdum. Fıstık ezmeli ve reçelli graham cracker sandviçleri kesinlikle favorimdi.
Eve geri döndüğümde, evin temiz olduğundan emin olma, market alışverişini yapma ve anneme bakma görevi benim üzerimde olurdu. Annemin bir dokor randevusuna gitmek zorunda olduğu günler en kötüsüydü, onun yıkanmasına ve giyinmesine yardım etmek zorundaydım. Bu nedenle okulu kaçırırdım. Böyle günlerde genellikle küçük kardeşimin de okula gittiğinden emin olmam gerekirdi. Onu bir çocuk olarak görmüyordum, fakat o zamanlar benim için oldukça izole ediciydi. Evi temiz tutmadığım için sık sık cezalandırılırdım ve çokça utanç hissi yaşıyordum. Rehberlik öğretmenim, beyaz bir kadındı, beni ofisine çekerek yaşam koşullarımı aile hizmetlerine raporlayacağını söylediğinde kriz doruk noktasına çıktı. Aile hizmetlerine anlatmaması için ona bir dizim üzerinde yalvardığımı hatırlıyorum, bu elimden gelen tek şeydi. Ve o hayır dedi. İkinci dizimi de kullanarak aynı istekte bulunduğumu anımsıyorum. Yanıtı değişmedi. Ona birçok nedenle tekrar gönderildim, fakat sekiz yaşında bir çocuğun iki dizi üstüne çökerek yalvarmasına izin vermesi gerçekten beni en çok etkileyen şey oldu. O günden sonra yaşam oldukça farklılaştı, ama bu deneyim, ırkçı bir dünyada yaşadığımı idrak etmeden önce, beyaz idarecilere güvenmemem gerektiği konusundaki kanaatimi harekete geçirdi.
Annem sosyal hizmet görevlilerini kandırmak için her şeyi denedi, sağlığı için ise elinden gelenin en azını yaptı. Kardeşim ve ben ayrıldık. O annemle yaşadı, bense anneannemle. Geceleri Pauline teyzemizin evine giderdik ve sabah da erken uyanırdık çünkü o hemşireydi. Ardından, sabah bizi Jones Ana’nın (annemin kiliseden arkadaşı) H.B. Wilson’dan iki dakika uzaklıktaki evine götürürdü. Okuldan sonra annemle kısa süreliğine buluşurdum ve bu döngü devam ederdi. Döngünün kırıldığı bir an geldi ve bir süreliğine okula gitmedim.
Her şeyin gözümün önünde parçalara ayrıldığı günü hatırlıyorum. Ailem için yiyecek bir şeyler bulmak için çıktığım sırada oldu. Annem bana genellikle caddeyi geçerek Mount Ephraim Bulvarı’ndaki Save-a-lot’a gitmemi önerirdi. Mount Ephraim işe gidiş geliş saatlerinde inanılmaz göz korkutucu bir caddeydi, bu nedenle yolculuğum için daha güvenli olan Pathmark’a giderdim. O gün Pathmark’ta yiyecek bakarken sosyal hizmet görevlilerimle karşılaştım. Beni eve götürdüler, annemle tartıştılar ve üç saat içerisinde eşyalarım toplanarak bir Honda Civic’e yerleştirildi. Anneme yaptığım ziyaretler dışında, Camden’a on yıl boyunca geri dönmeyecektim.
İki haftalığına geçici bir eve gönderildim, ardından Williamstown New Jersey’ye taşındım. Evlatlık verildiğim ikinci yer olacak eve taşındığımda yaşadığım şok ve heyecanı hatırlıyorum. Beni evlat edinen ikinci üvey annem Bayan Holloway on üç akre araziye sahip olduğu için bir çiftlik arazisinde bir hayli uzun yaşadım. Holloway mülküne girebilmek için, etrafımızda inşa edilen yeni konut kaosu altında, mütevazı evimize giden kirli bir yol ile kil tepeciklerini selamlıyorduk. Kısa bir süre sonra, kardeşim başka bir koruyucu aileye verildi, ancak üvey erkek kardeşlerimden biri farklı bir eve yerleştirildikten sonra yeniden birleşebildik.
Whitehall İlkokulu’na gitmeye başladım ve burada edebiyattan daha fazla olan bir şey yoktu. Öğrencilerin okula çoraplarıyla geldiği H.B. Wilson’da sol ayakkabımın sağımda olduğunu bilmediğimden benimle dalga geçildiğini hatırlıyorum. Beyaz insanlar yalnızca idareci olarak konumlandırıldıkları halde, H.B. Wilson İlkokulu’nda beyaz öğrenciler mekanı oldukça domine ediyordu. Sınıftaki diğer siyah çocukla okulda bulunuşum nedeniyle münakaşa ettiğimi canlı bir şekilde hatırlıyorum. H.B Wilson’da ödevler açısından gerideydim çünkü okula sürekli gidemiyordum, fakat yetkinliğim hiç sorgulanmadı. Whitehall’da kendimi diğer öğrencilerin çok gerisinde hissettim. Benden daha hızlı okuyorlar, daha iyi notlar alıyorlardı. Onlar “yetenekli ve doğuştan kabiliyetliydi”, benim sahip olmadığım her şeye sahiptiler. Bir gün hatırlıyorum, hemşire beni ofisine çağırdı, nasıl olduğumu kontrol etmek ve beni rahatlatmak için H.B. Wilson’dan birileri beni aramıştı. Annem, onun ziyaretlerimden birinde, birlikte oynadığım çocukların nerede olduğumu sorduklarını söylemişti, tabi o da onlara acı gerçeği söylemek zorunda kalmıştı. Bir şeyi kaybetmiş olma hissi, daha ileri yaşlara gelinceye kadar algılayabildiğim bir duygu olmadı.
Whitehall İlkokulu’nda notlarım iyiyken herkesin ihmalkar olarak bildiği biriydim, tabii notlarım bundan etkilendi. Ancak, beşinci sınıfta sınıf başkanı olduğumda kendimi göstermeyi başardım ve öğretmenlerimin bana saygı duyduğunu hissettim. Öte yandan, annem özel eğitim sınıfına gönderilmem gerektiğini düşünüyordu, çünkü takip etmek benim için zordu. Irkçılığı deneyimleme sürecinden bahsetmek gerekirse, ortaokula başlayıncaya kadar tümüyle odağıma girmediğini hissediyordum. Tutarlı bir Onur Listesi öğrencisi olmaya başladığımda yedinci sınıftaydım ve beyaz öğrencilerin ırkçı yorumlarıyla birlikte, evde siyahlığımla ilgili aşağılayıcı imalarla başa çıkmaya çalışıyordum. Dahası, evler ve yapılar inşa edilerek tamamlanmaya başladığında, kardeşim ve benim büyümeye hak kazandığımız bu mekanı orta sınıftan gelen insanlar kaplamaya başladı. Dikilmek için kullandığımız köşe başları, polisle başımızı belaya sokabileceğimiz avlular haline geldi. Oturduğumuz evle dalga geçen çocuklar ve yanı sıra civarda yaşayan ev sahipleri sahip olduğumuz arazi konusunda meraklı davranmaya başladılar, biz de insanları mülkümüzden uzaklaştırmak için önlemler almak zorunda kaldık. Ailemin korku filmlerine duyduğu ilgi de paranoyamızı beslemenin dışında faydalı olmadı. Bayan Farmer’dan ayrılmama rağmen, Holloway ailesiyle oldukça mutlu bir çocukluk geçirdim. Üvey kardeşimle bir kardeşlik duygusuna sahiptim, ve erkek kardeşim Nysaire ile ben birlikteydik. Altıncı sınıfta, erkek kardeşim ve ben Holloway ailesi tarafından resmi olarak evlatlık edinildik. Adım resmi olarak “T.J. Farmer’dan “Tyriese James Holloway”e dönüştü. Erkek kardeşimin adı da “Nysaire” yerine “Kevin” oldu. Kişisel imgelemimde, bunun aramızdaki ilişkideki dönüm noktası olduğuna inanmayı tercih ediyorum, ancak ailemle aramdaki şeylerin açığa çıkması liseye kadar söz konusu olmadı.
Lise yıllarımda olanlar, gerçek anlamda hayatıma yön verdi ve son derece çalkantılıydı. 2010’da üvey babam pankreas kanserinden öldü. Dini kimliğimle ilgili sorular sormaya başladığım yıllar aşağı yukarı bu dönemlerdi ve annem bekâr bir ebeveyn (ve beyin felçli torununun refakatçisi) olarak rolünün altında ezilmişti. 2011’de oğlu (muhtemelen annemin arkadaşı olan) aşığını öldürdü, kardeşlerim ve ben kendimiz olma mücadelesiyle tümüyle çevrelenmiştik.
Annemle konuşmayı özellikle sevmiyordum, ama bizi maruz bıraktığı suistimale rağmen onu şefkatle hatırlamayı tercih ediyorum. 2011’de Monroe Township Eğitim Kurulu tarafından, öğrenci çalışan olarak bana iş teklif edildi, ilk akıl hocalarımdan (mentor) biri olan Bay James Henderson’la tanıştım. Bay Henderson Orta Öğrenimin Yardımcı Amiri’ydi ve kardeşimin de öğretmeni olduğu için ailemle yakınlığı vardı. Bay Henderson siyah bir öğrenci olarak bana merhamet duyuyor, iyi durumda olduğumu görmek için bana daima zaman ayırıyordu, bu düşünceye gerçekten yatırım yapmadan önce beni Afrika Çalışmaları’nda okumaya teşvik etmişti. Annem Fedaral Öğrenci Yardımı için Ücretsiz Başvuru’mu (FAFSA) imzalamayı reddettiğinde, onu ikna etmek için konuşmaya çalıştı. Okuldaki yoğun çalışmamdan bağımsız olarak, annem FAFSA’yı imzalamayı reddettiği için kolej kabullerime rağmen hiçbir yere gidemiyordum. Fakat, son birkaç yılda katlandığım pek çok şey olsa da, kolejin bulunmam gereken bir yer olduğuna kanaat getirmiştim. Annem bizleri daima disiplinli bir şekilde idare ederdi, ama bu tutumu genellikle okul için yapmam gereken ev ödevlerini etkilerdi. Onur ve İleri Yerleştirme (AP) dersleri aldım, yapabildiği her durumda uyku saatlerimi uzatarak beni şereflendirse de, saat 21:30’da yatağa gitmemi beklerdi. Bu nedenle ödevimi yatağıma getirirdim, alt ranzamda uyuyan ve uykusunu böldüğümde kitapları yatağıma doğru fırlatan küçük erkek kardeşimin yaşadığı öfke ve hayal kırıklığı altında, ödev sorularımı çözebilmek için bir okuma ışığı kullanırdım. Odamızdaki zayıf izolasyon nedeniyle kışları özellike soğuk olurdu, ben de banyoya gider ödevimi orada yapardım. Bunu yaklaşık üç yıl sürdürdüm.
Son sınıfta, kolej tercihimi tümüyle finanse edecek bir yardım sağlayan David Michael Reid Bursu’na başvurdum. Bir süre sonra burs başvurusunda finale kaldım, geleceğimin önümde uzandığını hissediyordum, ama annem daha “ruhani” bir yol izlememi istediği için eğitim hedeflerim konusunda destekleyici değildi. Aynı anda her ikisini neden yapamayacağımı hiç anlamadım, yine de dini şüphelerle boğuşup duruyordum. 18. yaş günümde, durumumu açıklayan bir görüşme yapmak için komiteyle bir buluşmam olduğunu hatırlıyorum, elimden gelenin en iyisini yaptığım konusunda kendimden emindim. Birkaç gün içinde komiteden biri annemi aradı ve o da kendisiyle ilgili yalan söylediğimi iddia etti, bu sıklıkla yaptığı bir şeydi. Bursu alamadım. Fakat, Bay Henderson duygusal destek için halen yanımdaydı. İleri Yerleştirme (AP) ABD tarihi dersi veren ve benim için güçlü bir duygusal figür olan (ve bana okuma ışığını veren) öğretmenim, Bayan Stanton yanımdaydı. O sıralar yaşadığım bazı sorunları etraflıca ele almama yardımcı olan İleri Yerleştirme (AP) Psikoloji öğretmenim Bayan Ashley Carpenter da yanımdaydı. Bu durum esnasında maddi kayba uğradığımı bilmek can acıtıcıydı; ancak benden alamadığı bir şey de Senior Award Night etkinliğinde bana verilen yerel burs oldu. Williamstown Lisesi’nden Ulusal Onur Topluluğu’nun bir üyesi olarak mezun oldum, ama halen önümde bir gelecek yoktu, bu nedenle harekete geçtim.
Lisede iki AP dersi almıştım, fakat yalnızca ABD tarihi dersi için AP sınavına girmiştim. İki ders olarak sayılan sınavdan 5 üzerinden 4 aldım. Bir dönemlik (sömestr) kredi almayı hedefledim, böylece para biriktirebilir, hayata erkenden atılmak için mezun olabilirdim. Senior Awards Night etkinliğinde aldığım bursun parasını CLEP sınavlarına yatırdım. Bir yandan New Jersey Foster Care Bursu’na başvurup, bir yandan da Monroe Township Eğitim Kurulu için çalışmaya devam ederken 2012 yazında beş CLEP sınavına girdim. Richard Stockton Koleji’ne gitme planlarım vardı, hatta aileme bağımlı olduğum beyanında (dependency override appeal) bulundum, ancak yaşadığım şeyin duygusal bir istismar olarak değerlendirilemeyeceğini belirttiler. 2012 Haziran’ında krize girdim. Hayal kırıklığına uğramıştım, ama yıkılmadım, çalışmaya devam ettim ve konsantrasyonumu Gloucester County Koleji’ne yönlendirmeye başladım. Neyse ki Gloucester County Koleji başvurum başarılı oldu, konut durumum stabil değildi, ancak Gloucester County Koleji’nden bir yıl içerisinde mezun olabildim.
Mezuniyetin ardından bir dönem çalıştıktan sonra Rowan Üniversitesi’ne kayıt yaptırabildim ve bağımsız öğrenci (independency override) pozisyonuna hak kazandım. Ayrıca Glassboro, New Jersey’de Bağımsız Yaşam Evi’nde (Independent Living Home) sabit bir yer buldum. Tüm samimiyetimle, eğitimle ilgili kişisel deneyimimi detaylandırmamın gereksiz bir müsamaha olarak görülmeyeceğini umuyorum, bu halının altındaki tehdidi ifşa etmek içindi, yani yoksulluğun ne kadar geniş kapsamda olduğunu ve eğitim sistemimiz üzerindeki geniş etkisini göstermek için anlattım. Yasal anlamda bir yetişkin olarak bile, sosyo-ekonomik durumum koleje gitme hareketliliğimi etkiledi ve stabil olmayan yaşam koşulları içerisinde olduğum sırada aldığım borcu ödeyebilmek için, yüklü miktarda kredi çekmeme yol açtı. Rowan Üniversitesi’nde çok başarılı bir kariyerim oldu, çünkü ya eylemlerim farklı olsaydı diye takıntı haline getirmeksizin, biyografimin yazarlarını asla unutmadım. Derslerde odaklanma becerimin beni hayal kırıklığına uğrattığı zamanlar oldu, kampüsteki beyaz kaçınmacı ırkçı davranışlar kendi kendimi izole etmeme yol açtı, evsiz kalma potansiyelimin yarattığı endişe beni boğdu, ileriye doğru yol aldım çünkü başımı dik tutmak için değil, hayatta kalabilmek için bunu yapmak zorundaydım. Kolej zamanlarımda Birleşik Devletler Öğrenci Birliği’ne katılabildim ve kanun koyucular, politika yapıcılarla birlikte Ücretsiz Yüksek Eğitim’in savunuculuğunu yaptım. Yaşadığım anksiyetede, genel bir eylem çerçevesinde, aradığım çözümlerin doğru rengini bulmaya başladığımı hissettim. Elbette, halen başarısızlık olarak görünen bazı şeyler de var. Okuduklarımdan bağımsız olarak Whitehall’da özümsediğim şeylerin yansımalarının, öğrenme ortamlarında yaşadığım güvensizliklerimi etkilediğini hissediyorum. Ve tüm ihtiyatıma rağmen, iyimser bir ‘aksi durumda öğrenilen hiçbir şey öğrenilemezdi’ inancıyla ileriye doğru yol alıyorum. Öğrenilemeyenler yeniden bir çerçeveye oturtulabilir ve yeniden çerçeveye oturtulan şeyler tekrar gözden geçirilir. Gençliğimin intihara meyilli davranış kalıbına rağmen, bu netliğe dair tam bir beklenti içerisinde güçlü bir biçimde yaşıyorum.