Prof. Dr. Michael Klundt
Sunumunun merkezinde onur (Dignität) kavramının yer alacağını söyleyerek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Michael Klundt, Karl Marx’ın “filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, oysa asıl sorun onu değiştirmektir” sözlerinden esinlenerek “ben de diyorum ki, biliminsanları ve hukukçular insan haklarını sadece farklı yorumladı, oysa asıl sorun onları uygulamaktır” dedi. Onur kavramının insan haklarını konu alan tüm belgelerde yer aldığına işaret eden Prof. Klundt, insan hakları tartışmalarında özellikle kişinin kendi onuruyla ilgili olayların değil, ayrıca diğer insanların da onurunu zedeleyen olayların da acısını çektiğini belirtti.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ardından önemli uluslararı sözleşmeler yapıldığını ve hakların genişletildiğini anımsatarak, bunların Almanya’da federal düzeyde yasalaştığını ve bu yasalardan daha iyi yararlanılması gerektiğini anlatan Klundt, İHEB ve diğer sözleşmelerin keyfiyet içermediğini, somut olarak onura odaklanılmasını öngördüğünü, bu nedenle de sağcıların ve ırkçıların örneğin düşünce özgürlüğünü kendileri için de talep ettiklerinde, bunun bir çarpıtma olduğunu, insan haklarının ve eğitim hakkının halklar arasındaki dostluğu desteklediğini ve ırkçılığı reddettiğini vurguladı: “Irkçı olma hakkı, ırk düşmanlığı hakkı, savaş propagandası yapma hakkı diye birşey yok, bunlar açıkça yasaklanmıştır”.
Prof. Michael Klundt, eğitim hakkı ve süreçlerinin günümüzde hangi zorluklarla karşı karşıya kaldığını açımladığı sunumunda, yoksulluk ve sosyal eşitsizliğin, eğitime katılımda sosyal kökenin belirleyici olmasının ve otoriterleşme süreçlerinin, eğitimin metalaştırılmasının, çocukların insan sermayesi olarak görülmesinin ve eğitimin askerileştirilmesinin tehlike oluşturduğunu düşündüğünü belirtti.
Günümüzde eğitim sisteminin toplumsal ilişkilerin meşrulaştırılmasının bir aracı olduğunun unutulmaması gerektiğini Fransız sosyolog Bourdieu’ye atıfta bulunarak dile getiren Prof. Klundt şu eleştiriyi yaptı: “Zira eğitim sürecinin ardından yukarıdakiler neden yukarıda olduklarını öğrenmeli, nitekim çok akıllı ve çok değerli oldukları için ve aşağıdakiler de aptal olduklarını bilmeliler ve bu nedenle aşağıda olduklarını anlamalılar. […] eğitimden sonra herkes nereye ait olduğunu biliyor”.
Çocuk işçiliğinin yasaklanması mı yokda çalışan çocukların eğitim hakkının sağlanması mı şekinde bir tartışmanın yürümekte olduğuna da değinen Klundt, 180 yıl önce İnglitere’de çalışan çocukların İngiliz parlamentosuna yazdıkları bir mektuptan alıntı yaptı: “Biz ustalarımıza saygı duyuyoruz ve kendi geçimimizi ve ailelerimizin geçimini sağlamak için çalışmaya istekliyiz. Ama dinlenmek ve biraz da olsa oynamak, okuma ve yazmayı öğrenmek için zaman istiyoruz. Diğerlerini zengin yapmak için pazartesi sabahından cumartesi gece saatlerine kadar sadece çalışmayı ve acı çekmeyi doğru bulmuyoruz. Saygıdeğer baylar, durumumuz hakkında özenle bilgi edininiz”.
Prof. Dr. Marlies W. Fröse
Sempozyum koordinasyonu üyesi olarak birinci oturumda söz alan Prof. Dr. Marlies W. Fröse, sunumuna eğitimin dört anlık görünümünü açımlayarak başlayacağını belirterek, eğitime ilişkin endişeleri ve eğitime dair iyi, güzel ve zor yönleri de ele alacağını açıkladı.
Aristoteles’e atıfta bulunarak, felsefe yapmanın her çıkış noktasının meraka dayanan bir hayret olduğunu, ancak hayret etmenin tek başına bilim ve teori yaratmadığını söleyen Prof. Marlies W. Fröse, inatçı merakın yanı sıra yeni sorular sorup yeni cevaplar formüle etmek ve bunları bir açıklayıcı sisteme dönüştürmek gerektiğini ifade etti.
Eğitimin ekonomileştirilmesi, parasallaştırılması ve değersizleştirilmesine eleştirel yaklaşan Prof. Fröse, her yerde adı anılan ekonomileştirmenin yanlış bir kavram olduğunu, idari bir sürece işaret ettiğini, daha çok tüm toplumsal ve para ile ilgili olmayan süreçlerin parasallaştırılmasından söz etmek gerektiğini belirtti. Bu gelişmenin insanı parasal hesaplamaların nesnesi haline getirdiğini, bunun etik açıdan yapılamayacağını, her ne kadar insanlar eşsiz varlıklar olarak karşılığı ödenemez ve ekonomik bir değerle ölçülemez olsa da günümüzde tüm bunların yapıldığını vurgulayan Fröse, artık eğitim ve onun amacı üzerine düşünce yürütülmediğini, hatta eğitimin içerik açısından değersileşmeye yüz tuttuğunu dile getirdi.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin, her ne kadar geliştirilmesi ve yeniden düzenlenmesi acil olsa da, eğitim konusunda bir çerçeve çizmekte olduğunu söyleyen Prof. Marlies W. Fröse, 26. maddenin diğer kültürlerin, toplumların ve dinlerin eğitim anlayışını ne derece yansıtıp yansıtmadığı perspektifinden incelenmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.
Yeni bir eğitim anlayışına, dünyaya yönelim, aydınlanma, tarih bilinci, özerklik, etik duyarlılık vb. gibi boyutların dahil olması gerektiğini düşündüğünü anlatan Prof. Fröse, artık yeni bir düşünme tarzına ihtiyaç duyulduğunu, ulusal ve uluslararası ölçekte artan sosyal eşitsizliğin, pazar toplumunun ilerleyen adaletsizliğinin, kaynakların artık gerekçelendirilmesi mümkün olmayan tüketiminin ve daha birçok toplumsal kırılmanın bu ihtiyca işaret ettiğini sözlerine ekledi.
Prof. Dr. Wolfgang Jantzen
Sempozyumun ilk oturumunda söz alan Prof. Dr. Wolfgang Jantzen eğitim anlayışına yoğunlaştığı sunumuna, eğitim ile toplumsal güç ilişkileri ve ekonomi arasındaki sıkı bağlantının önemine vurgu yaparak başladı. Bu bağlantıların birbirinden yalıtılamayacağını belirten Jantzen, şu ana kadar yürütülen tartışmaları aşan ve merkezinde zorunlu olarak diyalektiğin ve kurtuluşun yolunun durduğu toplumbilimsel pedagojide, eğitim anlayışını geliştirmek için, önemli bir kesişme noktası bulmanın mümkün olduğunu şu sözlerle dile getirdi:
“…gerek Judith Butler gerek Julia Kristeva, ‘insan olma koşulunun’ temel özelliği olan aklın yanı sıra, incitilebilirliği de kapsayan ikinci bir aydınlanmanın zorunluluğundan hareket ediyor.”… “Ama insanların ruhsal incitilebilirliğini aklın yanı sıra merkeze oturtan bir eğitim kavramıyla, eğitim ile egemenlik arasındaki diyalektik ilişkiye dair anlayışımızda büyük bir ilerleme kaydedilmiş olurdu”.
İnsanların, toplumun, dil ve kültürün araç olduğu bir ortamda bağlanmaya ve kabul görmeye ihtiyaç duyan varlıklar olduğunu ve tür olarak insanoğlunun tüm üyelerinin genel anlamda eğitilebilme özelliği taşıdığını belirten Prof. Jantzen, değersiz ilan edilen ve bu durumun değişemez olduğu ruhlarına işlenmiş olanların bilincini değiştirmek gerektiğini ve bu hedefin, dekolonizasyon süreci olarak zorunlu olan yeni bir eğitim anlayışının çekirdeğini oluşturduğunu sözlerine ekledi.