Dr. Ali Akdoğan
Özel Taş İlköğretim Okulları Müdürü
Tarık Akan, 1991 yılında bir zamanlar kendisinin de öğrencisi olduğu Bakırköy’deki Taş Mektebi yeniden düzenleyip eğitim-öğretim faaliyetine açtığında otuzlu yaşlarını henüz geride bırakmıştı. Sinema çevresinde ‘Yeşilçam’ı geride bırakmış, yönetmen sinemasında zirveye oynayan, çalışkan, idealist bir oyuncuydu. ‘İşte benim asıl büyük işim’ dediği okulunu gururla ve zorluklarla açtığı yıl üç film birden bitirmişti. Yol filminin Seyid Ali’si, Derman’ın Şehmuz’u, Pehlivan’ın Bilal’i, Maden’in Nurettin’i işte şimdi kafasındaki gerçek toplumsal uyanışı kendi kadrajına ve önceliğine almış, çocuk yetiştirmeye başlamıştı. Akan’ın Taş Okulu kurma macerası aslında yetmişli yılların sonlarından itibaren topluma bakış açısının değişimiyle de yakından ilgilidir. 1884 yılında yapılmış olan tarihi Taş Mektep binasını ilk önce sanatın yedi dalında eğitim yapacak bir kurum olarak hizmete açmak ister fakat binanın ‘dokunulmaz’ oluşundan dolayı bu fikrinden cayar ve yoğunluğunu daha geniş çaplı bir düşünceye aktarır. Akan, uzun yıllardan beri, ulusal eğitimin olduğundan daha kaliteli bir şekilde yapılması gerektiğine inanmaktadır. Onun eğitim ile ilgili fikirlerinin temelini aslında bir görünüp bir kaybolan, zamanla silikleşen, Atatürkçü ve laik eğitim anlayışı belirler. Tarık Akan’a göre eğitim öğrenciye soru sormayı teşvik eden, buna kapı aralayan zorlu, ustalıkla ele alınması gereken bir süreçtir. Ona göre bu zorlu süreçte demokrasinin kazanımlarından ve Atatürk ilkelerinden asla taviz verilemez. Bu düşüncelerini kendisi ile yapılan konuşmalarda, söyleşilerde sık sık dile getirir ve hala gündelik yaşamda eksikliğini duyduğumuz duyarlılık, empati, yaratıcılık, düşünme, üretim gibi bir çok ayrıntıyı kendi okulunda hayata geçiriyor olmaktan da bilhassa gurur ve mutluluk duyar.
Akan’ın birçok konuşmasında, özellikle çeyrek yüzyılı geride bırakmış olan okulunun mezuniyet törenlerinde iyi eğitime örnek olarak Köy Enstitülerini gösterdiğine şahit oluruz. Ona göre, ne yazık ki kısa sürmüş fakat etkisini kısmen de olsa 21. yüzyılda hala devam ettirmekte olan Köy Enstitüleri dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda, hayli zorlu, özveri gerektiren fakat bir anlamda da topluma mal olmuş işlevsel bir süreçtir. Köy Enstitülerinin çoklu beceri kazandırma modelini her zaman iyi bir örnek olarak görür ve benimser. Müzikten resme, tarihten matematiğe, spordan fen bilgisine, birbirinin içine geçmiş disiplinler üstü eğitim yaklaşımının iyi bir örneği olarak anar. Yıllar geçtikçe, okul daha bir kimlik kazandıkça ve yeni eğitim modelleri üzerinde duruldukça Taş Okulun yapılanmasını da bir nevi Köy Enstütüleri modeli olarak görür Akan. Bu bakış açısı, aşırı romantik ya da nostaljik bir atıftan çok ilerici ve mücadeleci bir tavırdır Akan için.
Taş İlköğretim Kurumları’nın uzun yıllardır yürüttüğü Uluslar arası Bakalorya, İlk Yıllar Programı (International Baccalaureate, Primary Years Programme) bu anlamda öğrencileri kaliteli sorular sormaya yönlendiren, hayatı sorgulatarak becerileri geliştirmeyi amaçlayan güçlü, demokratik, idealist bir programdır. Tarık Akan, bu anlamda öğretmen eğitiminin de en az öğrencilere sunulan kadar önemli olduğunun farkındadır. Bu sebeple eğitici eğitimine de yaşamı boyunca büyük destek vermiştir. Gerek yurt içinde gerek yurt dışında öğretmenlerin mesleki eğitimlerinin bir süreç dahilinde, programlı ve sistematik bir şekilde ele alınmasını hep önemsemiştir. Bir okul kurucusu olarak eğitim öğretim işlerini tamamıyla güvendiği kadrosuna bırakmasıyla beraber bu kadronun da onun eğitim anlayışını yansıttığını görmek onu her zaman mutlu etmiştir.
Akan, okulda elde edilen başarının adresini şu cümlelerle belirler: “Elde ettiğimiz başarı, bu işe emek veren öğretmenlere aittir. Evet, ben bu okulun sahibiyim ama eğitimci değilim. Eğitimciliği eğitimciler yapar. Ben bu okuldaki herkesin bir hedefe, aynı noktaya bakmasını sağlarım. O noktayı da ben belirlerim. Amacım budur. O hedefe nasıl ulaşılacağını ise öğretmenlerime bırakırım. Bu yüzden de elde ettiğimiz başarının tamamı öğretmenlerime aittir.”
Başarının rastlantısal değil, sistematik bir örüntü dahilinde geldiğini ise şu sözleri ile dile getirir: “Okulumuzun bir sistemi, yazılmamış bir anayasası var. Bu anayasa değişmez. Herkes bu anlaşmaya uymak zorundadır. Sadece öğretmenler değil, önce ben ve diğer çalışanlar da tabii. Sistem de aynı düzenle kendi kendine çalışır.”
Benim muhatap olduğum bir idari kadro vardır okulda. Bütün kararlar bu kurulda, yöneticilerde birikir. Ben matematikteki gibi, sonuçlara bakarım. Böylece yorum yapmak, geneli görmek kolaylaşır. Okul müdürünün, idarenin altındaki seviyede neler olduğu, müdürün sorumluluğundadır. Benim buradaki görevim ise, bu sistemin çalışması için gerekli kaynakları yaratmaktadır ; çalışanların emeklerinin karşılığını vermektir. Benim gördüğüm, personel de okulu kendi okulu gibi sahipleniyor ve seviyor. Emeklerinin sonuçlarını görünce daha çok bağlanıyorlar. Bu, para ile satın alınabilecek bir şey değil. Bu okula herkes kolay kolay giremez. Ancak giren de kolay kolay ayrılamaz.”
Tarık Akan ezber eğitime de karşı bir duruş sergilemektedir. Ona göre ezbercilikten demokratik ve sorgulayıcı bir tavır asla üretilemez. Kültürü ve bilinci dürüstlüğün ana unsurları olarak görür ve belirler. “Bizim okulumuzda ezbere dayalı olmayan, sorgulamaya dayalı bir eğitim öğretim modeli mevcut. Koyduğumuz önemli bir hedef bu. Böyle bir eğitim, ezbere dayalı bir sınavda da çok iyi sonuçlar veriyor. Bizde yalana dayalı hiçbir şey yok. Yalan ve sahtelikler üzerine kurulmuş sistemlerde başarı olmaz. Bunun karşıtını uyguladığınızda, hangi alanda olursa olsun, başarı gelir. Dürüstlük, kültür ve bilincin sonucudur.”
Öğretmenlere ve onların duruşlarına saygıyla yaklaşırken, Akan kendi rolünü de en ince ayrıntısına kadar belirler. Başarı ona göre kişisel değil, toplulukla ilgili bir meseledir. Bu da onun toplumsal mücadeledeki duruşunu belirler: “Bizim öğretmenlerimiz, önce çocuğu iyi analiz eder. Onun gramajını, eksiklerini belirlerler. Buna göre eklenmesi gereken ne varsa, eklerler. Bu iş matematik gibidir ve başarı bu şekilde gelir. Tek bir çocuğun dereceye girmesini tüm okula mal etmek yanlış olur. Bu, onun kişisel başarısıdır. Aklının, kültürünün, bilincinin sonucudur. Biz hiç Türkiye birincisi çıkaramadık. Amacımız da bu olmadı. Biz bütün bir başarıdan bahsederiz. Önemli olan tek kişinin başarısı değil, herkesin başarısını sağlayabilmektir. Bizim de hedefimiz bu.”
Tarık Akan’ın toplumsal duyarlılığı kendi kurmuş olduğu okulu yönetme biçimine de güçlü bir şekilde yansımıştır. Evet, bir patron kimliği vardır ama bu kimlik okulun yapısını, büyük fotoğrafını tamamen eğitim kadrosunun düşünce yapısına, yıllardır sürekli gelişen eğitim altyapısına bırakmıştır. Yönetimde kimliklerin değil süzülmüş düşüncelerin ön planda olması esastır. Bunu kendi sözleri ile şöyle açıklar: “Patron okullarında ve genelde patron müesseselerinde işler çok zordur, patron – çalışan çatışmaları çok yaşanır. Her yerde patron hakimiyeti vardır. Patron ne derse o doğrudur. Ancak bu durum, çoğu zaman iki tarafı karşı karşıya getirir. Patronu ile tartışamayan çalışan köleleşir, fikirlerini paylaşamadığı için yalancı olur, hırsızlaşır. Dışarı vuramasa da nefret ve kızgınlık oluşur. Bizim okulumuzda böyle bir durum söz konusu değil. İlanlarda reklamlarda dahi okulun kurucusu olduğuma dair ismim geçmez. Bu ülkenin sevilen bir sanatçısı olmama rağmen benim ismim geçmez.”
Akan’ın kurmuş olduğu Taş İlköğretim Kurumları’ndan her yıl altmış öğrenci mezun olmakta ve çocuklar eğitimlerine ülkenin en önemli kurumlarında devam etmektedirler. Şimdiye kadar yaklaşık 1000 mezun veren Taş İlköğretim Kurumları mezun öğrencileri ile de irtibatı korumakta, mezunlarının önemine her vesile ile atıfta bulunmaktadır.