“Tipik Alman” – “Göçmen”lerin Alman Toplumu Hakkında Bilmesi Gerekenler
PoliTeknik Gazetesi ve Çokyönlü Eğitim Derneği her yıl düzenlenen sempoyumlar dizisinin bu yılki etkinliğini 13 Haziran’da, “Tipik Alman” – “Göçmen”lerin Alman Toplumu Hakkında Bilmesi Gerekenler başlığı altında, Duisburg Essen Üniversitesi’nde gerçekleştirdi. Etkinlikte açılış konuşmalarını Essen Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanı Andreas Bomheuer, Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi Bilimsel Direktörü Prof. Dr. Hacı Halil Uslucan, (eski) Almanya Türk Toplumu Eşbaşkanı Safter Çınar ve KRV Yerel Entegrasyon Merkezleri Koordinasyon Dairesi Başkan Yardımcısı Brigitte Rimbach yaptı.
Almanya genelinden ve yazınbilim, halkbilimleri, tiyatro, radyo, televizyon, gazete, mizah vb. alanlardan biliminsanı, gazeteci ve uzmanların konuşmacı olarak katıldığı ve 3 oturumdan oluşan etkinlikte, program akışının öngördüğü sıralama izlendi.
Alman toplumunun özgünlüklerini ele alan 1. oturumda Prof. Dr. Hans D. Gelfert bu toplumun bugünkü görünümüne nasıl kavuştuğunu tarihsel süreçleri irdeleyerek eğilirken, Prof. Dr. Michael Winkler Alman aile eğitiminin öne çıkan nitelikleri hakkında konuştu. Prof. Dr. Michael Simon ülkedeki bira kültürü ve bu bağlamdaki önyargıları konu alan bir sunum yaptı.
Etkinliğin 2. oturumunda ülkelerarası karşılaştırmalarla günümüz Alman toplumunun diğer ülke toplumlarıyla benzerlikleri ve farklılıkları tartışıldı. Türkiye, Fransa ve İngiltere bu karşılaştırma için örnek ülkeler olarak seçilmiş olup, Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu, Dr. Virginie S. Dercourt ve Neal Deane’nın sunumlarıyla bu konular ele alındı.
“Uygulamalar” başlığını taşıyan son oturumda da, göçmenlerin içinde yaşadıkları Alman toplumunu yakından tanıyabilmeleri amacıyla gerekli bilginin hangi araçlarla aktarılabileceği pratik uygulama örnekleriyle açımlandı. Claire Doutriaux ARTE Karambolage televizyon programını, Tuba Tunçak Köln Radyosu deneyimlerini ve Prof. Dr. Wolfgang Schneider tiyatro alanındaki izlenimlerini sunumlarında işledi.
Sempozyum, ana konunun farklı bir yönden ele alınmasına da olanak tanıdı. Fatih Çevikkollu ve Christoph Tiemann’ın katıldığı kabare programıyla, “göçmenlerin Alman toplumu hakkında bilmesi gerekenler” sahnede mizah yoluyla yorumlanma fırsatı bulmuş oldu.
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Sempozyumun açılış konuşmaları bölümünde söz alan Essen Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanı Andreas Bomheuer, birarada bulunan kültürlerin kesişim noktasında yaratıcı bir anın oluştuğunu ve bu noktaya yeni birşeylerin ortaya çıkabileceğini dile getirerek sözlerine başladı. Bu durumun kişinin kendi kültürünü ve diğer kültürleri tanımayı gerektirdiğini belirten Andreas Bonmeuer, bu amaçla insanların birbirini anlamaları için iletişimsel yeterliklerin geliştirilmesine ihtiyaç olduğunu açıkladı.
Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi Bilimsel Direktörü Prof. Dr. Hacı Halil Uslucan açılış konuşmasında, eskiden kurum olarak Türkiye Araştırma Merkezi adını taşımış ve Türkleri konu edinmiş olduklarını, göreve başladığı 2010 tarihinden itibaren uyum araştırmaları kapsamında Almanları da ele aldıklarını ve toplantının bu bakımdan “Tipik Alman” başlığıyla gerçekleştiriliyor olmasına sevindiğini belirtti. Konuşmasında önyargıların ve steryotiplerin etkisine geniş yer veren Prof. Uslucan, bunların kolayca aşılamadığını dile getirdi. Norbert Elias’ın yabancı kültürlerden ve toplumlardan gelen insanların nasıl algılandığını, geldikleri kültürün dünya ekonomi politikasındaki konumu tarafından belirlendiği sözlerini anımsatan Prof. Uslucan, bir Japon’un aslında Almanlar için bir Türk’ten daha yabancı olduğunu, ancak Japon’un daha farklı, genelde olumlu algılandığına dikkat çekti ve nedeninin Japonya’nın dünya pazarında Almanlarla aynı göz hizasında bulunmasına bağladı. Steryotiplerin aşılabilmesi için ortak hedefler olduğunda veişbirliğine gidildiğinde mümkün olacağını dile getirdi.
Almanya Türk Toplumu Eşbaşkanı olarak sempoyuma katılan Safter Çınar (TGD’nin şu an yeni bir yönetimi bulunmaktadır) Almanya’da yapılan vatandaşlık sınavlarını anımsatarak, bu sınavlarda göçmenlerin bir Alman’dan beklenmeyen şeyleri bilmelerinin istendiğine işaret etti. Çoğunluk toplumun göçmenlere az ya da çok avrosentrik bakış açısıyla yaklaşarak onları geri bir topluluk olarak gördüğünü, bir kısmının da muhafazakâr olarak örneğin göçmenlerin aile yaşantısını övdüğünü belirtti. Almanya’nın coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca bir göç ve hatta geçiş ülkesi olduğuna vurgulayan Çınar, işgücü göçünü kabul etmekte Almanya’nın uzun süre zorlandığını, ancak günümüzde değiştiğini, bunun muhafazakâr çevrelerde de görülebildiğini sözlerine ekledi.
Kuzey Ren Vestfalya Yerel Entegrasyon Merkezleri Koordinasyon Dairesi Başkan Yardımcısı Brigitte Rimbach açılış konuşmasında kısaca kurumunun çalıştığı alanları açımlayarak, ayrımcılığa karşı hassasiyetleri arttırma, steryotiplerle mücadele vb. konuları ele aldıklarını dile getirdi. Sempozyum konusu ile kendi çalışma alanları arasında bir bağlantı kurmanın biraz zor olduğunu söyleyen Brigitte Rimbach, Almanya’ya yeni gelen göçmenler için ülke hakkında bilgi edinmesinin önemli olduğunu, ama Almanya’daki toplumun diğerlerinden farklı olmadığını, heterojenlik gösterdiğini ve farklı kökenlerin varlığı nedeniyle gerçeklikle yüzleşmenin belirleyiciliğini vurguladı.
OTURUMLAR
Birinci oturumda söz alan Prof. Dr. Hans D. Gelfert, bir halkın tipik yönlerini ele almanın zorluklarını açımlayarak konuşmasına başladı. Prof. Gelfert, özanlayışa ve yabancıların algısına bağlı olarak idealize edilmiş ya da olumsuz önyargılara dayalı olabileceği için bir ulus hakkında yapılan her genelleyici hükmün arkasına soru işareti koyulması gerektiğini belirtti. “Tipik olarak adlandırılabilecek özelliklerin tarihsel süreçte oluştuğunu herşey destekler nitelikte” diyen Gelfert, siyasi ve sosyal-tarihsel etmenlerin yanı sıra coğrafya, iklim ve tesadüflerin de büyük olasılıkla bir rol oynamış olacağını belirtti.
Avrupalı komşularının gözünde Almanların çalışkan, titiz, temiz ve mizah yoksunluğuna varan bir ciddiyet sahibi olarak görüldüklerine değinen Hans D. Gelfert, Almanların mizah dışındaki atıfları onayladıklarını dile getirdi. Bir halkın içdünyasının derinliklerine bir göz atmak için yoğun duygularla yüklenmiş bazı köklü kavramlara değinmenin yararlı olacağını sözlerine ekleyen Prof. Gelfert, bu kavramlardan bazılarını sunumunda altbaşlıklar halinde sıraladı.
Güvenlik kavramının Alman tarihinde çok büyük bir önemi olduğunu belirten Gelfert, bunu Otuz Yıl Savaşı’na bağladı ve Alman düşünüş biçiminin temel değerinin bu travmatik savaş deneyimine dayandığını savundu. Almanya’nın yüzyıllar boyunca küçük devletçiklere bölünmüş olmasının Alman kültürünün karakteristiğine dönüşen zayıf kentleşmeyi doğurduğunu ifade eden Prof. Gelfert, özellikle ortak bir başkent bulunmaması nedeniyle Almanya’da ulusal düzeyde tiyatro ve basının ve sohbet kültürünün gelişemediğini sözlerine ekledi ve günümüz Almanlarının eskiden tipik olan ve günümüzde de öyle görülmeye devam eden yönlerinin artık uzun süredir geçersiz olduğunu söyledi.
…
Eğitimin evrensel bir uygulama olduğunu ve tüm dünyada ebeveynlerin çocukları için herşeyin en iyisini istediklerini belirten Prof. Michael Winkler, bu nedenle de iyi birer ebeveyn olmanın çocuğu olan herkes için ana motifi oluşturduğunu vurguladı. Almanya’da küçük devletçikler dönemi, Doğu ve Batı Almanya’nın varlığı gibi tarihsel etmenlerin eğitim üzerinde etkide bulunduğunu söyleyen Prof. Winkler, son dönemlerde demografik dönüşüm gibi bir takım belirleyici değişikliklerin öne çıktığına işaret ederek, yaşlıların Almanya’da pek çocuksever olmadığını, hatta on yıllar öncesinde çocuk düşmanlığının yaygın olduğunu sözlerine ekledi. Aile ve eğitim konusu tartışıldığında Almanya’da küçük yaştaki çocukların yarıdan fazlasının göçmen kökenli ailelerden geldiğini unutmamak gerektiğini aktaran Winkler, bu çocukların daha otoriter yansıyan geleneksel ailelerde yaşadığını dile getirerek, “Almanya’da büyümüş genç insanlar “çağdaş ailelerle” muhataplar; aile üyeleri eşit ve rahat, çocuklar ebeveynleriyle daha az sorun yaşıyor” dedi.
Psikolojik eğitim araştırmalarının Almanya’da anne ve çocuk arasındaki ilişkinin daha çok beliriz bağlarla birbirine bağlı olduğuna işaret ettiğini belirten Michael Winkler, diğer toplumlarda bu ilişkinin daha sıkı olduğunu, çocukların görünüşte şımartıldığını, Almanların ise bu durumu iyi eğitilmemek olarak görüp, tepki verdiklerini söyledi.
…
Yabancı uluslarla karşılaşmanın görünüşe göre insanın kendi kültürünün belirli özelliklerini öne çıkarmaya ve saptamaya yaradığını, bunun tipik Alman olan yönleri bulmaya çalışırken önemli bir yöntem olabileceğini belirterek söze başlayan Prof. Michael Simon, Almanlara atfedilen önemli özelliklerden bir olan bira seven ulus steryotipini farklı boyutlarıyla ele aldı.
Bira konusunda birçok tarihsel kaynak bulunduğunu vurgulayan Prof. Simon, geçmişte, alkol kullanmayanların, bira içmenin ulusal bağlılığı ifade ettiği bir toplumda işlerinin zor olduğunu ve korkusuzca bira içmenin ve bunun sonucu olan şişman göbeklerin erkekliğin göstergesi olarak görüldüğünü anlattı. Hitler’in ilk siyasi konuşmasını 1919’da Münih’te bir bira avlusunda yaptığına ve bir yıl sonra da yine bir bira avlusunda partisini kurduğuna değinen Simon, bu avluların Nazilerin örgütlendiği mekanlar olarak tarihte yer edindiğine işaret etti. Avusturya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’yla birlikte Almanya’nın Avrupa’da bira tüketiminde ön sıralarda yer aldığını belirten Prof. Simon, konuşmasında bira kültürü çerçevesinde oluşan steryotipi de eleştirdi. Almanya’da en çok tüketilen içeceğin kahve olduğunu söyleyen Michael Simon, zamanında kahvenin çok sınırlı bir çevrenin ulaşabildiği lüks bir tüketim ürünü olduğuna, biranın ise günlük yaşamda temel gıda ürünleri arasında yer aldığına ve bugüne kıyasla daha çok tüketildiğine işaret etti.
“Karşılaştırmalar” başlıklı ikinci oturumu açan Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu, konuşmasında önyargılara neden olan steryotiplerin aşılmasında tiyatro ve rol oyunlarının ne tür bir işlevi olabileceğini ele alacağını belirterek sözlerine başladı. Günümüz kültürü bir “sahneleme kültürü” olarak tanımlanabildiğinde, kimin hangi rolü üstlendiğinin ya da insanın kendini nasıl sahneye koyduğunun önem kazandığını vurgulayan Prof. Zehra İpşiroğlu, Türklerin, Almanya’da bir Türk olarak yaşamanın bir kamburla yaşamak olduğuna inandıklarından, ya konformist olup bu kamburu gizlemeye çalıştıklarını ya da saldırganlaştıklarına söyledi. Anlaşılması değil, ancak tolere edilmesi mümkün olan yabancının farklı, buraya ait olmayan ve aynı zamanda daha değersiz ve geri insan olarak sahnelenmesi nedeniyle Almanya’da doğmuş üniversite öğrencilerinin dahi kendilerini farklı görmeye başladığını, getolara çekildiklerini sözlerine ekledi. Bu durumun bilincinde olanların ise kendilerine verilen rolü üstlenmek istemediklerinde özalgılayışları ile dış dünyanın önyargıları ve şabloncu düşünceleri arasına sıkıştıklarına işaret eden Prof. İpşiroğlu, sanat, yazın ve tiyatronun, bu noktada, yapılan göndermelere karşı çıkarak ve eleştiri, özeleştiri becerisini geliştirerek çok katkıda bulunabileceğini sözlerine ekledi. Essen Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nde görev yaptığı süre boyunca, tiyatro ve yaratıcı yazmanın ikidilli ve kültürlü öğrencilerin entegrasyonunu hedeflediğini ve onları öğretmen olarak arabulucu rolüne hazırladığını belirten Zehra İpşiroğlu, tiyatro pedagojisinın bu bağlamdaki amaçlarını açıklayarak, yütürülen çalışmalarda, bütünselliği içinde ve durağan, tekdüze bir kültür kavramının varolamayacağı tezinden hareket edildiğini sözlerine ekledi.
…
Almanya ve Fransa’daki entegrasyon programlarını ele alacağını belirterek konuşmasına başlayan Dr. Virginie S. Dercourt, bu iki programın, iki ülkenin göçmenlerle yaşayabilmek için göçmenler tarafından nelerin öğrenilmesi gerektiğini irdelediğine atıfta bulundu.
Her iki ülkenin entegrasyon programlarında tüketimin ana konulardan birini oluşturduğunu vurgulayan Dr. Dercourt, kurslarda kullanılan kitaplarda bu konuya geniş yer verildiğini belirterek şunları söyledi: “Almanya’da 1008 sayfanın %50’si tüketim aktivitelerine ayrılmıştır. İlk Berliner Platz kitabının 3. bölümünde «bunun fiyatı kaç?» diye yazıyor, 5. bölümünde kurs katılımcıları, «nereden alışveriş yapıyorsun? «süpermarketten alışveriş yapıyorum» gibi diyalogları doğru yazmaları isteniyor”. Fransa’da ilk gezinin en yakındaki alışveriş merkezine gerçekleştirildiğini ve bu merkezlerin nasıl organize edildiğini keşfetmeyi amaçladığını söyleyen Virginie Dercourt, Fransızca genel dil kurslarının organizasyonunda tüketim etkinlikleri konusunun %30 ila %40 arasında yer edindiğini belirtti. Bu kurslara bakıldığında göçmenlerin Alman ve Fransız toplumları hakkında bilmesi gerekenler, her iki ülkenin tüketim toplumlarının günlük yaşamda nasıl işlediklerini bilmeleri olarak yansıyor. Fransız kurslarında ayrıca cumuhuriyet ve laikliğin ön plana çıktığını dile getiren Dr. Dercourt, Almanya’da Pazar ekonomisine entegrasyona odaklanıldığını belirtti.
Duisburg-Essen Üniversitesi İngilizce Dili ve Edebiyatı bölümünden sempozyuma katılan Neal Deane, Almanya’da 36 yılda edindiği deneyimlere dayanarak yazdığı “Modern Germany” kitabını kısaca tanıtarak sunumuna başladı. Bir İngilizin bakış açısıyla İngiliz-Alman özgünlüklerini karşılaştıran Deane, ağırlıklı olarak iletişim ve tutum olgularını ele alacağını belirtti. İngilizlerin havadan sudan konuşmayı sevdiklerini, Almanların ise bu tarz konuşmadan hoşlanmadığını, çok yüzeysel kalan ve samimi bulmadıkları bu tarzın yerine, daha derine inmeyi yeğlediklerini vurgulayan Neal Deane, önyargılara kapılmamak için daha çok eğilimlerden söz etmek istediğini ve Almanlar’ın mesafeli olmaya, planlama, kötümserlik ve nesnelliğe eğilimleri oldukları izlenimi kazandığını açıkladı. Kendi yaşamından verdiği örneklerle Alman düşünme tarzına belli başlı olaylarda anlam vermeye çalıştığına vurgu yapan Deane, birçok yanlış anlaşılmalarla karşılaştığını da belirtti. Almanların ders verir tarzda konuşmalarının arkasında, aslında kendisini savunan ya da kendisini desteklemek amacıyla yapılan iyi niyetli açıklamalar da olabileceğinin çevresi tarafından kendisine söylendiğine işaret eden Neal Deane, yabancıların özellikle Almanların nesnelliğini araya mesafe koymak olarak yorumladıklarını dile getirdi.
Neal Deane Almanlarda gözlemlediği bir eğilimin de, içinde hareket edebilecekleri ve huzur veren bir çerçeveye duydukları gereksinim olduğunu açıkladı, söz konusu çerçevenin dışına çıkar çıkmaz kendilerini güvende hissetmediklerini ve birşeylerin ters gidebileceği duygusuna kapıldıklarını sözlerin ekledi.
Etkinliğin “Uygulamalar” başlıklı üçüncü oturumunda söz alan Tuba Tunçak, Köln Radyosu hakkında verdiği bilgilerle birlikte, sunumunu anadilindeki yayınların göç sürecindeki dönüşümü üzerine yaptı. Dinleyicilerin Köln Radyosu’nu göçün ilk on yıllarında vatanlarından haber aldıkları tek kanal olarak adlandırdıklarını, sonraları Hürriyet ya da Sabah gibi anadilinde yayın yapan gazetelerinde buna eklendiğini belirtti. Şu an kamuya ait televizyonlarda anadilinde yayın yapılmadığını söyleyerek, Köln Radyosu’nun ellinci yılı içinhazırlanan bir belgeseli sempozyum katılımcılarına izletti. Günümüzde çokkültürlü konuların WDR’nin çocuk programlarında daha fazla yer edindiğini sözlerine ekledi.